Psikologlar açık öğretime taşınan psikolojiyi anlattı: Bilimden uzaklaştırma piyasaya yakınlaştırma çabası

Psikoloji lisans eğitiminin açık öğretim programlarına alınmasının ardından, Bilim ve Aydınlanma Akademisi altında etkinliklerini sürdüren Sinirsel Mekanizmalar ve Beyin Bilim Alanı üyesi akademisyen, psikolog ve öğrencilerle bilim ve piyasa arasında sıkışan psikolojiyi konuştuk.

Bilim ve Aydınlanma

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nin eğitim bilgi sisteminde psikoloji lisans eğitiminin “Açık Öğretim Programları” arasında listelenmesi psikoloji camiasını ayağa kaldırdı. Her ne kadar psikoloji eğitimi gündeme gelmiş olsa da psikoloji biliminin ve psikologların birçok sorunu olduğu da bir kez daha gündeme gelmiş oldu. Bilim ve Aydınlanma Akademisi altında etkinliklerini sürdüren Sinirsel Mekanizmalar ve Beyin Bilim Alanı üyesi akademisyen, psikolog ve öğrencilerle bilim ve piyasa arasında sıkışan psikolojiyi konuştuk.

Psikoloji bilimi eğitimi “Açık Öğretim” noktasına nasıl geldi?

Nevin Eracar: Türkiye’de psikoloji lisans eğitimi 1915’te Profesör Dr. G. Auschütz’ün İstanbul Üniversitesi’ne davet edilmesi ile başlar. İstanbul Üniversitesi’nde genel ve deneysel psikoloji kürsülerinin kuruluşu 1937 olarak bilinmektedir.  İstanbul’u Ankara Üniversitesi’nin Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi izler. Hacettepe ve Ege Üniversitesi’nde yıllar içinde açılan psikoloji bölümlerine uzun yıllar boyunca sınırlı sayıda lisans öğrencisi ve yüksek lisans-doktora öğrencisi alınmıştır. 

Kaynak kısıtlılığı nedeniyle yabancı dili etkin şekilde kullanabilen öğrencilerin seçilmesi önemli bir ölçüt olmuştur. Öyle ki, o dönemlerde psikoloji eğitimi adeta bir tür ” kolejli kızlar” tekelinde kalmıştır.  Alanda akademik çalışma yapanların hemen hepsi yurt dışında bir çalışma yaparak akademik ilerleme şansı bulmuşlardır.  Bu şansı çeşitli nedenlerle yakalayamayanlar tabii ki çoğunluktadır. Bu nedenlerle psikoloji lisans eğitiminde ciddi bir sınıfsal ayrımcılık ve kaygı verici bir ortam da hep olmuştur.

Peki, 70’li yıllarda psikoloji eğitimi nasıl şekillendi?

Nevin Eracar: 1937’de kurulmuş olan Tecrübi ve Umumi Psikoloji kürsülerinde ve daha sonra kurulan Sosyal psikoloji ve Çocuk Psikolojisi kürsülerinde verilen derslerin içeriği oldukça güçlü ve sistemiydi. Muhtemelen 1960’lı yıllara kadar iyi ve sağlam bir eğitim yapıldı. Ne yazık ki 1980 öncesinde de psikoloji lisans eğitiminin parlak bir öyküsü yok. Ancak 12 Mart öncesi 1969-71 arası okulların sürekli kapalı olması, öğrencilerin bu dersleri kendi başlarına çalışmalarından başka bir yol bırakmıyordu. Benzer durum 1980 öncesinde de aynı şekilde tekrarlandı. O yıllarda psikoloji eğitimi almış olanların büyük bir kısmı başka alanlarda iş bulup çalışmayı tercih ettiler. 

Kuruluş itibariyle en eski ve köklü kurum olan İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünün mimarları yukarıda kısaca geçen nedenlerle eğitimi faşist düşünceleri benimsemiş olan hocalara bırakmış oldular. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde bu eğilim açıkça kendini gösterdi. Ama tabii ki öncesini de hatırlamak gerekiyor. Sosyal psikolojinin kurucusu Muzaffer Şerif “komünistlik” yaptığı için tutuklanır, 1944’te ve sonra da Türkiye’den ayrılır.

Günümüzde psikoloji nasıl bir “bilim”? Türkiye’de ve dünyada…

İlker Dalgar: 2005 yılında Scientometrics isimli bilimsel bir dergide bir araştırma yayınlandı. Birbirinden farklı 7120 akademik dergide yayınlanmış 1 milyondan fazla bilimsel yayının atıf desenlerini inceliyordu bu makale. Bu araştırmaya göre matematik, fizik, kimya, yer bilimleri, tıp ve sosyal bilimlerle birlikte psikoloji yedi merkez (hub) bilimden biri olarak ayrıştı. Bunun anlamı alanlar arası ve alan içi atıflar incelendiğinde birçok bilim alanın merkezinde psikoloji olacak şekilde ilişki içinde olduğudur. Bu açıdan bakıldığında bir merkez olarak psikoloji, halk sağlığı, nöroloji ve nörobilim, radyoloji ve genetik alanları üzerinden tıp ile ve eğitim bilimleri üzerinden de sosyal bilimler ile bağlanıyor. Yani aslında psikoloji hem kendi alanı içinde var hem de diğer bilimlerin de birer parçası. Her bilimle az ya da çok ilişki içinde. 

Psikolojinin ne olduğuna dair süregelen tartışmaların yanı sıra alanın diğer bilim alanları ile ilişkisine baktığımızda bile hem deneysel hem de uygulamalı bir alan olduğunu görebiliyoruz. Bu nedenle psikoloji eğitimi sadece ders kitabı üzerinden takip edilemeyecek, programında uygulamaların yer alması gereken bir alandır.

Ne gibi uygulamalar bunlar?

İlker Dalgar: Uygulamayı deneyler, laboratuvar çalışmaları, test ve görüşme teknikleri ile alan çalışmaları şeklinde somutlayabiliriz. İşte psikoloji hem deney ve araştırma yöntemleri ile hem de farklı alan uygulamaları ile diğer bilimlerle ilişkileniyor. Ne var ki, şu andaki yapısıyla Türkiye’de bütün bu uygulamaların 4 yıllık lisans ya da var olan yüksek lisans programlarında etkili bir şekilde yapılmasının önünde birçok kısıt var. Birçoğu son yıllarda açılmakla birlikte bugün 100’den fazla psikoloji lisans programı bulunuyor. Ayrıca, YÖK’ün de teşvikiyle bu bölümlerin çoğu inanılmaz kontenjanlara sahip. Örneğin 2019 yılında psikoloji toplam kontenjanı 8 bin 732 olarak belirlenmiş. Ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda bir planlama ile üniversitelerdeki program sayısının ve kontenjanların bu ölçüde artığına inanmak için bir neden yok. Üniversiteler açısından baktığımızda, en çok tercih edilen programlar arasında olması ve pratikte uygulandığı haliyle göreceli olarak daha az yatırım gerektirmesi psikoloji programı açmayı pek karlı kılıyor. Bu nedenle kısa zamanda hiçbir altyapı oluşturulmadan 100 üzeri psikoloji programına sahip olduk.

Bu tür uygulamalar eğitimin hangi basamaklarında var ve her üniversite bunları uyguluyor mu?

Kardelen Yıldız: Uygulama ve deneyler, çoğumuzun mezun olduktan sonra iş bulabileceği alanları düşünürsek elbette çok önemli. Yeni mezun psikologların örneğin yaygın olarak işe başladıkları yerlerden biri rehabilitasyon merkezleri. Buralarda ise özel gereksinimi olan çocuklar gibi oldukça hassas davranılması gereken bir grupla çalışmak durumunda kalabiliyoruz. Fakat aslında biz daha çok birer bilim insanı olarak yetişiyoruz. Hepimiz mezun olduktan sonra klinik alana yönelmiyoruz. Bana göre kazandığımız bilimsel düşünce ve meslek etiği çok daha önemli. Bunun örgün olarak verilen psikoloji lisans eğitimi dışında kazanılması ise mümkün değil.

Uygulama kısmına geri dönecek olursak, şu anki haliyle bile çoğu üniversite psikoloji eğitiminin uygulama kısmına yeterince eğilmiyor. Yeni açılan onca bölümün içinde artık köklü sayılabilecek üniversitelerde bile bazı seçmeli dersler haricinde uygulama dersleri yok, staj ya da bitirme tezi de zorunlu değil. Psikoloji laboratuvarı bulunması ise neredeyse bir şans. Olanlar da herhangi bir derste kullanılmayabiliyor. Eksikliklerimizi tamamlamak ve iş bulabilmek için lisans eğitimimiz boyunca yüksek meblağlar ödeyerek sertifikalar almak zorunda kalıyoruz. Bu eksikliklerin giderilmesi gerekiyorken tersine her geçen gün karşı karşıya kaldığımız sorunlar artıyor. Şu an olan biten de tam bu.

O zaman sanki şu nokta da önemli: Psikoloji öğrencisi bir bilim eğitimi mi alıyor yoksa bir meslek eğitimi mi?

Ekin Şen: Meslek üzerine eğitim almadığımızı çok rahatlıkla söyleyebilirim. Şart mı, tartışılır ama arkadaşlarımızla pek çok kez bu durumdan şikâyet ettiğimizi biliyorum, çünkü alana başladığımızda kendimizi sudan çıkmış balık gibi hissediyoruz. Piyasada ucuz iş gücü bekleyen yüzlerce “patron” var, bu elbette bizleri de korkutuyor açıkçası. 

Bir de aslında bölümümüzün bir meslek tanımı var ancak bana kalırsa Türkiye’deki psikoloji bölümleri bilim mi yoksa teknik bir mesele mi tartışması arasında savrulup, rota tutturmaya çalışıyor.

Bilim eğitimi mi alıyoruz, orası da biraz değişken sanırım. Benim öğretim gördüğüm devlet üniversitesi en azından devletten yüksek miktarda ödenek almasına rağmen akademideki hocalarımızın çırpınışlarıyla laboratuvar açılmasını sağlayabilmiş. Bununla beraber akademik programımız ve hocalarımızın “bilimsel araştırma nedir/ ne değildir, nasıl yapılır”ı öğretmek için çaba harcayan insanlar olduklarını söyleyebilirim. Ancak pek çok devlet üniversitesi örneğin bizim araştırma yaparken kullandığımız istatistik programını üniversitede öğretebilecek bilgisayar laboratuvarlarına dahi sahip olmuyor.

Her üniversite böyle mi?

İlker Dalgar: Tüm psikoloji programlarının içeriklerini ve yeterliliklerini değerlendirecek bir konumda değilim, bunun için kapsamlı bir araştırma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Eğer bir kriter olarak kabul edeceksek, YÖK’ün yetkilendirdiği kuruluşlardan akreditasyon almış olan program sayısı, toplam program sayısı ile karşılaştırıldığında çok küçük bir rakama tekabül ediyor. Sorunuza dönecek olursam, tüm üniversitelerde deney, laboratuvar, test/görüşme pratikleri ile alan uygulamalarının ne kadar karşılandığını tespit etmek için elimizde ampirik veri yok. Ancak, kâğıt üzerinde hemen tüm psikoloji programlarının deneysel ve alan uygulamalı dersler içerdiğini söyleyebilirim. Yukarıda söylediğim gibi, psikoloji alanında asgari deneysel ve uygulamalı programların yaşama geçebilmesi için Türkiye’deki güncel koşullar çok iyimser olmamıza izin vermiyor. 

Rakamlar üzerinden konuşursak, var olan psikoloji programlarının kontenjanları önemli bir varyasyon gösterse bile bu programlara her sene ortalama 80 öğrenci girdiğini düşünebiliriz. Programlarda bulunan birçok derste yaklaşık 80 öğrenci ile yeterli tartışma ve uygulama yapmanın kolay olmadığını düşünüyorum. Özellikle bu programların birçoğunun öğretim elemanı ve araştırmacı kadrosunun yeterli olmaktan çok uzak olduğunu düşünürsek (birçok arkadaşımız sadece bir derste yaklaşık 80 öğrenci ile çalışmanın yanısıra aynı anda 4-5 ders vermek zorunda kalıyor), her öğrencinin hak ettiği kadar uygulama zamanı bulabildiğine inanmak zor.

Yurtdışı örnekleri nasıl?

Karşılaştırmak için söylüyorum, Hollanda Tilburg Üniversitesi’nin sadece sosyal psikoloji programında 20 öğretim üyesi, 8 doktora öğrencisi ve 2 doktora sonrası araştırmacı bulunuyor. Türkiye’deki psikoloji programlarının bütününe baktığımızda bu sayıya ulaşabilen bir program var mı bilmiyorum. Söz konusu sayılarla programların öğrenciye yeterli deney ve laboratuvar deneyimi kazandırması, test ve görüşme uygulamalarını yeterli süpervizyonla yaptırabilmesi için mucize gerekiyor. Türkiye’de çalışan birçoğumuz bu mucizeyi gerçekleştirmeye çabalıyoruz. Bildiğim ve tanıdığım programlarda birçok uygulama dersi, özellikle araştırma ve analitik yöntem üzerine ve bazı klinik psikoloji uygulamaları, yapılıyor. Yeterli olmadığını düşünmek için de birçok sebebimiz var.

Öğrenci cephesinden nasıl görünüyor? Psikoloji eğitimi yeterli mi?

Ekin Şen: Az ya da çok. Örneğin benim yeni mezun olduğum üniversitenin bile tarihten gelen avantajları olmasına rağmen pek çok eksiğini üstüne uzun uzadıya kafa yormadan sayabilirim. Ayrıca şu da var. Bilim diyoruz ama bence bilimin gelişmesinin en önemli kaynağı özgür tartışma ortamıdır. Herhalde bugün kimse üniversitelerde akademisyeninden öğrencisine kendisini özgürce ifade etme olanağına sahip olduğunu düşünmüyordur. Böylesi bir atmosfer içinde herkes bilimden daha önce başka şeyleri gözetmek zorunda kalıyor. Tam bir iflas hali.

Ya yeni açılan özel üniversitelerin durumu nasıl?

Nevin Eracar: Kontenjanlarının hızla dolması nedeniyle psikoloji özel üniversitelerin gözde bölümlerinden birisi haline geldi. Ama açılmış olan yeni üniversite bölümlerinde büyük çapta öğretim üyesi açığı var. Bu açıktan yararlanan ticari kurumlar diyebileceğim birçok üniversite 60 -70 kişilik yüksek lisans ve doktora sınıfları açıyorlar. Akıl almaz bir durum! Açılan o programlarda konuyla ilgili, ilgisiz, herkes ders veriyor.  Alandaki eğitimci yetersizliğinin kökleri biraz da geçmişten geliyor. Ne yazık ki uzun yıllar bölümleri tekellerine alan, elitist ve büyüklenmeci psikoloji profesörleri kimseyi layık göremedikleri alanda şu an özel üniversitelerde isimlerini satarak ve asla derslere de girmeden para kazanmaktalar. Bir taraftan da böylesi durumlar var ve kesinlikle istisna değil. Tam tersine kural haline gelmiş durumda.

İlker Dalgar: Örneğin, iyi niyetli bütün çabalara rağmen önemli açıkların ortaya çıktığını ve bunların da başka kâr alanları yarattığını görüyoruz. Psikoloji programlarının karşılamakta yetersiz kaldığı uygulamaların, özellikle alan uygulamalarının fahiş ücretlerle bazı dernekler ve şirketler aracılığı ile karşılandığı bir ortam var. Üniversitelerde lisans ya da yüksek lisans eğitimi sırasında verilmeyen test ve görüşme teknikleri, süpervizyonlar, alan çalışmaları gibi uygulamalar için bazı üniversiteler ayrıca sertifika programları açıyor, bu işler için kurulmuş dernekler ya da şirketler sertifika eğitimleri düzenliyor. Özellikle dernekler ve şirketlerde neredeyse tamamı kayıt dışı dönen bir piyasa oluşmuş durumda ve ne yazık ki komşu alanlarla birlikte psikoloji öğrencileri ve mezunları bu sertifika eğitimlerinin temel müşterisi durumunda. 

Görüşlerini aldığımız BAA üyeleri
Nevin Eracar, psikolog ve akademisyen (İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı); İlker Dalgar, psikolog ve akademisyen (Başkent Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü); Kardelen Yıldız, psikoloji bölümü öğrencisi (Bursa Uludağ Üniversitesi); Ekin Şen, yeni mezun psikolog (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Psikoloji Bölümü)