'Eğer bir siyasi hareket insanın insanı sömürmesine razıysa ve odağında sermayenin durduğu bir bölgesel bütünleşme projesini programının ortasına çakmışsa sol değildir, ya da biz sol değiliz!'

Latin Amerika’da yükselen eğilim sol mu?

Güney ve Orta Amerika’da tanımlayabileceğimiz güncel bir olgudan bahsedebiliriz.

Bazı bitkilerin elastikayeti çok fazladır, siz bir süre bir tarafa büküp istediğiniz şekli vermeye çalışsanız bile yeniden eğilimli olduğu şekle hızla döner.

Geçen yüzyılın başından beri ABD hegemonyasındaki Latin Amerika’nın durumu da böyle: Yükselen halkçı, bağımsızlıkçı siyasi hareketler iktidara geliyor, ABD ve işbirlikçileri tarafından bastırılıp değiştiriliyor, ancak büyük bir hızla bu siyasi hareketler tekrar yönetime geliyorlar. 

Örneğin, 2002’de Chavez’e karşı askeri darbe kısa bir süre içinde yenilgiye uğramıştı. Daha yakınlarda Bolivya’da gerçekleştirilen askeri darbe de yenildi ve rol alan siyasi aktörler suçları sabit görülerek mahkum edildi. Bu yılın Ekim ayında ise bir parlamento darbesiyle uzaklaştırılan Lula’nın yönetime geri dönme olasılığı oldukça yüksek görülüyor.

Öte yandan Honduras örneğini daha önce incelemiştik, legal düzeyde sola hiç yaşama şansı vermemiş ve ABD’nin kontr-gerilla merkezi olarak işlev görmüş Kolombiya da geçenlerde kervana katıldı.

Bu elastikiyeti, bu güçlü tarihsel eğilimi bir kez emekçi sınıflar nezdinde tanımlamak zorundayız, bu yazıda bu konuda bir deneme yapacağız.

Öncelikle bu hareketin tümden olumsuzlanması mümkün değil. ABD hegemonyasının zayıflaması içine girdiğimiz alt üst çağının başlıca anahtar kavramlarından birisi. İkincisi, örgütlü mücadele ve direniş kültürünün güçlü olması bu coğrafyada tabi ki her zaman umut kaynağıdır.

Orta ve Güney Amerika ulusları arasında muhakkak farklar bulunuyor ve eşitsiz gelişim burada da ağlarını örüyor. Bu yazıda bu yükselen “sol” hareketin programının genel olarak ne kadar emekçi sınıflara ait olduğunu tartışmaya açacağız. Dolayısı ile ne kadar “sol” olduğunu.

Soru sormak işin başlangıcıdır:

1-Söz konusu programlar insanın insanı sömürüsünü yok etmeyi amaçlıyor mu?

Ne yazık ki bu sorunun çok net bir yanıtı var: Hayır. İnsanın insanı, yani kapitalizmde sermaye sınıfının emekçi sınıfları sömürüsünü sonlandırmaya hiç yer verilmiyor. Hatta böyle bir olgu yokmuş gibi yapılıyor. Sömürünün kendisi ile değil ama onun ürünü olan yoksulluk, gelir eşitsizliğinin düzeltilmesi gibi program başlıkları göze çarpıyor. 

Dolayısı ile programlar genel olarak zenginlerden daha fazla vergi almayı ve yoksulluğun durumunu bir ölçüde olsun düzeltmeyi amaçlıyor. Yer yer kamunun güçlendirilmesinden bahsediliyor ama sermayenin elindeki üretim araçlarının devletleştirilmesine yer verilmiyor.

Bu çok temel özellik bu “pembe” iktidarların aslında burjuvaziye ait bir program olduğunu ortaya koyuyor.

Sermeye sınıfı ile emekçi kitleler arasında bir uzlaşmaya dayanıyor. Ayrıca biraz sonra bahsedeceğimiz köklü değişimin gerçekleşmesi için “orta sınıfların” yaratılması veya güçlendirilmesi gerekiyor.

Ayrıca pandemi sürecinde iyice ezilen ve yoksullaşan emekçi sınıfları düzen içinde tutmak için de sosyal demokrat bir programa ihtiyaç olduğu anlaşılıyor.

2-Yükselen sol hareketler anti-emperyalist mi?

Şurası kesin ki bu hareketlerin hepsi Latin Amerika’nın ABD’ye olan bağımlılığını azaltmayı hedefliyor ve bu yönüyle ABD emperyalizmine karşı oldukları kuşku götürmüyor.

Ancak günümüzde ABD emperyalizmine karşı olmak kategorik olarak anti-emperyalist olmak anlamına gelmiyor. Çünkü günümüzde belli bir sermaye birikimine ulaşmış burjuvaziye ait iktidarlar kendi için bir pazar oluşturmaya ve yayılmacı olmaya eğilimliler.

Aşağıdaki harita Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC)’ın haritasını bize gösteriyor. 2020’de birliğe üyeliğini askıya alan Brezilya haricinde bütün Güney Amerika ve Karayip devletlerinin üye olduğu CELAC 2011 yılında kuruldu ve ABD ve Kanada’yı dışarıda bırakarak bir bütünleşme süreci tarif ediyor. Bu hareketin aslında lideri olan Brezilya bu yıl Lula’nın seçilmesi durumunda birliğe geri dönecek ve tekrar liderliği üstlenecek gözüküyor.

2011’de resmi olarak kurulan CELAC Latin Amerika’nın ABD’ye bağımlılığını azaltmayı ve Latin Amerika ve Karayip devletleri arasında ekonomik/siyasi birliği sağlamayı amaçlıyor. Sarıyla gösterilen Brezilya’nın güçlü sermayesi ile aslında lideri olduğu bu sürece Lula’nın seçilmesi ile geri döneceği hesaplanıyor.

Aslında karşımızda merkezinde Almanya ve Fransız tekellerinin durduğu Avrupa Birliği’ne benzer bir oluşumu amaçlayan bir süreç var. Kendi içinde hiyerarşik, ortak bir pazara dayanan ama aynı zamanda kendi için emperyalist olma eğiliminde olan bir siyasi birlikten bahsediyoruz.

Emperyalist eğilimi nerden anlıyoruz?

Bunun için işin merkezinde duran Brezilya sermayesinin Lula döneminde 2010’larda Afrika’daki hareketlerine bakmak gerekiyor. Başlıca bir yazı konusu olacak bu konuya kısaca değinmek gerekirse, Brezilya’nın doğal kaynakları olan Afrika ülkelerine “bir kalkınma retoriği” ile giriş yapması çok tipik bir emperyalist etkinliğe benziyor.

Aşağıdaki fotoğraf Latin Amerika dışişleri bakanlarını bir CELAC toplantısında verdiği toplantı pozunu gösteriyor.

Meksika Devlet Başkanı Manuel Lopez Obrador, Latin Amerika ve Karayip devletleri dışişleri bakanlarıyla CELAC toplantısında. Arkadaki duvarda ressam Diego Rivera'nın yaptığı Meksika tarihinin anlatıldığı 'Epopeya del pueblo Mexicano' adlı fresk görülüyor. 

Eğer bir uluslararası entegrasyon tekellerin çıkarlarını önde tutuyorsa bunun sol ile alakası olabilir mi? Ayrıca daha onlarca yıl halkının örgütlülüğü ve yurtseverliği ile ABD emperyalizmine teslim olmayacak olan Küba’nın bu yeni harekete karşı şerbetli olmadığını aklımızda tutmamız gerekiyor.

3-İklim krizine karşı ekolojik sürdürülebilirlik, kadın hakları, etnik haklar sola işaret etmiyor mu?

İktidara gelen siyasi hareketlerin çoğunun programında buna benzer başlıklar var. Ancak bunlar eğer tekellerin varlığına karşı çıkmıyorsa sola işaret etmiyorlar. Örnek olsun Alman emperyalizmi de ekolojik üretimi kendi yayılmacılığı için kullanıyor.

Sonuçta, eğer bir siyasi hareket insanın insanı sömürmesine razıysa ve odağında sermayenin durduğu bir bölgesel bütünleşme projesini programının ortasına çakmışsa sol değildir, ya da biz sol değiliz!

Bölgede sermayeye teslim olmamış, siyasi iklimin bütün zorluklarına rağmen mücadelesini yükselten Meksika Komünist Partisi, Venezuela Komünist Partisi gibi özneleri dikkate almak gerekiyor.

Bugün artık sermayenin dahli olan hiçbir program sol olarak kabul edilmemelidir.