Türkiye’ye Afganistan ve Suriye kökenli göçmen akımlarının kaynağında emperyalizm yatıyor. AKP iktidarı da bugünkü göçmen sorununun doğrudan sorumlusudur. 

Göçmenler ve Sol: Batı’da, Türkiye’de…

Önce Suriyeliler, şimdi de Afganlar… Milyonlarca “yabancı” ülkemizde barınmaktadır. Bu sayı, son on yılda hızla tırmandı.

Göçmen nüfus artışlarının 20’nci yüzyıl ve sonrasına odaklanalım. Batı’da ve Türkiye’de bu süreç farklı nedenlere bağlıdır; eş-zamanlı da değildir. 

Avrupa ve ABD’de 1980 sonrasında neoliberalizm Güney coğrafyasında sarsıntılar yarattı; Batı’ya göç dalgalarını hızlandırdı. 1992’de AB, kendi içinde emek dolaşımını serbestleştirdi; bu adım, yeni katılan Doğu Avrupalıları da zaman içinde kapsadı. 

Türkiye’de tetikleyici etken savaşlardır.  Emperyalizmin İslam coğrafyasına saldırıları 2011 sonrasında Suriye’den Türkiye’ye hızlı bir göç dalgası başlattı. Bugünlerde Afganistan kaynaklı benzer bir süreç yaşanıyor. Milyonlarca göçmen, artık Türkiye işgücü piyasasının fiilen parçasıdır.  

Göç alan ülkelerin siyasal haritalarında önemli değişimler gerçekleşti. Batı ile Türkiye arasında farklılıklar var. Son kırk yıla göz atalım; birkaç değinme ile yetinelim. 

Batı’da göç ve siyasal akımlar

Kapitalizmin Altın Çağı (1945-1980), Batı işçi sınıflarını “hizaya getirme önceliği” ile son bulmuştu. Göç, bu disipline katkı yaptı. Büyük sermaye ve merkez-sağ partiler, ulusal sınırları gevşek tutmayı yeğledi. 

Sol siyaset (sosyalist, sosyal-demokrat partiler), işçi sınıfı enternasyonalizminin (“dünya işçileri birleşiniz” çağrısının) tarihsel mirasını sahiplendi. Altın Çağ’ın sosyal kazanımlarının göçmenler tarafından paylaşılmasını savundu. Aynı dönem, Batı sanayi sermayesinin emek-yoğun bölümlerinin Güney coğrafyasına taşınmasına da tanık oldu.  Bu etkenler, bölüşüm ilişkilerinin “ulusal” ve geleneksel işçi sınıflarının aleyhine dönüşmesine katkı yaptı. 

21’nci yüzyıl başlarında emperyalizmin Orta Doğu saldırıları, Türkiye ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya yeni bir göç dalgası tetikledi. Latin Amerika’da ise, askerî ve “sivil” darbeler sol rejimleri yıkmakta; ABD sınırlarına yoksul emekçileri yığmakta idi. 

Batı işçi sınıflarının, siyaset yelpazesinde bir anlamda “sahipsiz” kaldığı bir dönemden söz ediyoruz.  Sol siyasette kimlikleri vurgulayan “kültür savaşları”, sınıf mücadelesinin önüne geçti. Batılı emekçilerin kısmen göçmen akımlarından kaynaklanan sınıfsal mağduriyetleri, neo-faşist akımlar tarafından ırkçı, şoven söylemlerle sahiplenildi.

Ayrıntılar ülkelere göre farklılık gösteriyor. Almanya, Fransa’da neo-faşist akımlar merkez-sağ’ın rakibi oldu. Trump’ın ABD’de, Johnson’un Britanya’da iktidarla tanışması büyük burjuvazinin desteği sayesinde mümkün oldu. Sol siyaset ise Portekiz ve İspanya dışında marjinalleşti. 

Türkiye’de göçmenler ve Sol…

Türkiye, Güney coğrafyasının üç büyük ülkesindeki (Hindistan ve Brezilya ile birlikte)  neo-faşist iktidarlardan biridir ve en kıdemlisidir. Son on yıla özgü göç olgusunun siyaset haritasına yansıması ise bu ikiliden ve Batı’daki örneklerden farklıdır. 

AKP’nin yarattığı ve kullandığı “göçmenler olgusu”nu Türkiye solu nasıl değerlendirmeli? Sosyalist çevrelerde “sınıf kardeşliği” yaklaşımı yaygın. Ama, sosyalistlerimizin, göçmen kalabalıkların “kendisi için işçi sınıfı bilinci” oluşturma mücadelesi var mı? Bu kalabalıklarda yobazlığın ideolojik tahakkümüne karşı mücadele ediyorlar mı? 

Sol’dan gerçekçi ve bence sağlıklı bir değerlendirmeyi Merdan Yanardağ yaptı: (“Mülteciler ve sol”, BirGün Pazar, 25.Temmuz). Bazı ek yorumlarla aktarıyorum. 

Yanardağ, önce, Türkiye’deki son göç akımının kaynağını tespit ediyor: “ABD ve Batı, Afganistan’ı bir enkaza çevirdikten, adeta taş devrine iade ettikten sonra o acılı topraklardan çekiliyor. Yerel halkı vahşi bir ortama, kanlı bir boğazlaşmanın içine iterek…

Tekrarlıyorum: Türkiye’ye Afganistan ve Suriye kökenli göçmen akımlarının kaynağında emperyalizm yatıyor. Türkiye, 2011 sonrasında bu saldırının özellikle Suriye’de aktif işbirlikçisi oldu. AKP iktidarı da bugünkü göçmen sorununun doğrudan sorumlusudur. 

Yanardağ, iktidarın umursamazlığını ve fırsatçılığını vurguluyor: “Suriyeli mültecilerden sonra şimdi de akın akın Afganistanlılar… Bir entegrasyon ve iskân programı değil, ‘saldım çayıra’ durumu var. İktidar, yüz kızartıcı bir şekilde ‘sınırları açarım’ tehdidiyle Batı’dan para sızdırmaya çalışıyor. Ortada tam bir ahlaksızlık var.

İktidara atfedilen “ahlaksızlığın” sorumluluğuna, “orada tut; parası bizden…” önerisiyle AB Komisyonu’nun (öncelikle Merkel’in) katıldığını da vurgulayalım. 

Yanardağ, yazısını, “Hümanist AKP İslamcıları” ara-başlığı altında sürdürüyor: “AKP ve siyasal İslamcıların birdenbire mülteci haklarının savunucusu kesilmeleri hiç inandırıcı değildir. Aleviler gibi diğer inanç grupları karşısındaki tutumu, gerici olmaktan da öte ırkçı olanlar, şimdi Vehabi-Selefi inanç tabanlı mülteciler konusunda çok insancıllar, öyle mi?

Erdoğan, AKP’nin göçmen politikası eleştirilerini, İslam tarihine referansla Türkiye’ye “ensar” (Medine’ye hicret eden ilk Müslümanları ağırlayanlar) yakıştırması yaparak savunmuştu. Merdandağ’ın inandırıcı bulmadığı “İslamcı hümanizm” iddiasının bu tuhaf dayanağına da işaret etmiş olalım… 

'Sol göçmenlik olgusunu eleştiremez mi?'

Yanardağ, yazısının bir bölümünde yukarıdaki soruyu gündeme getiriyor. 

Önce, AKP’nin “İslamci hümanizmi”nin arka planındaki olası karanlık tasarıları sorguluyor: “Ülkenin demografik yapısı değiştirilmeye, gericiliğin sosyal tabanı genişletilmeye ve olası bir iç çatışmada vurucu-cihatçı güçler için bir havuz oluşturulmaya” mı çalışılıyor? Göçmenlerin vatandaşlığa kitlesel katılımı ile iktidarın seçmen tabanını besleyecek daha “yumuşak” yöntemlerden de kuşkulananlar var. 

Ancak, AKP iktidarının sınıfsal niteliği, sınır kapılarının göçmenlere açılmasında öncelikli ekonomik hedefi esasen belirlemişti: İşgücü maliyetlerini, ücretleri sistematik olarak baskı altında tutmak… 

İdeolojik tepkiler olağandır. Yanardağ bunlara da değiniyor: “Mültecileri Türkiye’de toplumun büyük bir kesimi, kendi aşına ve işine ortak olmaya çalışan yabancılar olarak değerlendirmekte, tepki göstermektedir. Bir kesimi de mültecileri kendi yaşam tarzları, kültürleri, laiklik ve toplumsal düzen bakımından bir tehdit olarak görmektedir.” 

Türkiye’nin işgücü piyasaları kayıtsız, yabancı milyonlarca insanın katılımı ilk tepkiyi besliyor. Kayseri’de, Gaziantep’te, Çukurova’daki Türkiyeli işçiler de “ucuza çalışan” göçmenleri, günlük geçim kavgasında rakip (karşıt) konumda algılayacaktır.  

Yanardağ, yaşam tarzı vurgulamalı ideolojik tepkiyi de ifade ediyor. Bu, “orta sınıflar” ile sınırlı değildir. Gözlem yelpazesini genişletirseniz, Türkiye’nin her sınıfından, bölgesinden insanların benzer tedirginliklerine de dönüştürülebilir. 

İkisi bir arada, ırkçılığa uzanan faşizan eğilimleri besleyebilir. İktidar, faşist bir ittifak içerdiği için, bu konuda sol muhalefet avantajlıdır. Türkiye emekçilerini emperyalizmden kaynaklanan bu saldırıya karşı korumak, Saray iktidarının siyasal İslamcı “rejim değiştirme” tasarımını da köstekleyebilir. 

Yanardağ, bence, sol kimliğiyle ve haklı olarak uyarıyor: “Mülteciler konusunu her eleştireni ‘ırkçılıkla’ suçlamak kolaycılıktır. İnsancıl olmalıyız, ama siyasal aptallar da değiliz.

Kılıçdaroğlu ve göçmenler

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu 26 Temmuz’da AB ve Merkel’in Suriyeli ve Afgan göçmenleri barındırma karşılığında Türkiye’ye önerdiği rüşveti, sayılar vererek açıkladı ve bir video ile eleştirdi. 

Video konuşması şu sözlerle son buluyor: "Sevgili halkım, bu süreçte batının karşısına yine bu şaibeli tüccarları oturtursanız, bu problem artık sonsuza kadar çözülmez. Karşılarına Kuvâ-yi Milliye'cileri, anti emperyalistleri oturtmanız lazım. Onun için de bu iktidarı göndermeniz lazım."

Bu dil ve üslup, Kılıçdaroğlu’nun “sol” cepheye katılım niyeti olarak yorumlanabilir. 

Zenginleştirerek sürdürürse, kendisine “hoş geldin” demek üzere…