Altınbaş emekçisi: ''Farklı bir sendikaya ihtiyacımız var'

Altınbaş Üniversitesi geçtiğimiz hafta pandemi fırsatçılığıyla en az 70 akademisyen ve üniversite emekçisinin işine son verdi. Patronların Ensesindeyiz Vakıf Üniversiteleri Emekçileri Dayanışma Ağı'nın sorularını yanıtlayan bir Altınbaş Üniversitesi emekçisi farklı bir sendikaya duyulan ihtiyacı vurguluyor.

PATRONLARIN ENSESİNDEYİZ

Geçtiğimiz günlerde Altınbaş Üniversitesi akademisyen kıyımı haberleriyle gündeme geldi. Bu gelişmelerden siz nasıl haberdar oldunuz? Sürecin nasıl başlayıp geliştiğini ve üniversite geneline nasıl yansıdığını kendi gözlemlerinize dayanarak aktarabilir misiniz?

İşten çıkarmalar aslında şaşırtmadı. Haftalar boyunca bunun sinyalini veren ifadeler duyduk ama bu kadar çok insanın bir anda çıkarılacağını tahmin etmiyorduk. 2 aylık ihbar süresi gözetilerek 1 Temmuz’da tek bir e-maille, sözleşmelerin yenilenmeyeceği iletildi.  Listede 7-8 yıllık hocalar da var. Bu da bir kurumda sahip olduğunuz kıdemin bile sizi koruyamayacağını gösteriyor. Toplam kaç kişinin çıkarıldığını bilmiyoruz ama 70 iyimser bir tahmin. Vakıf üniversiteleri aslında kendi kendisini döndürerek değil esas olarak vakıf desteğiyle yürüyen kurumlardır. En azından YÖK’ün tanımı bu yöndedir. Ancak vakıflar buraları finansal olarak beslemek yerine kendi kaderine terk ediyor. Çoğu kurumsallaşamamış vakıf üniversitesi burs oranlarını sınırlı tutup burssuz öğrencilerin getireceği harçlardan, özellikle de yabancı öğrencilerden medet umuyor. Yöneticiler kısa vadeli hedefler koyduğu için personel çıkarmaya varan böyle kötü yönetim deneyimleri ile karşılaşıyoruz. İsmi lekelenen kurumların tercih dönemlerinde çuvallayacağını öngöremiyorlar.

'Pandemi fırsatçılığı'

Bu kararda pandemi fırsatçılığının da etkili olduğunu düşünüyoruz. YÖK’ün “vakıf üniversiteleri akademik personeline kamuda ödenenden daha az ücret ödeyemez” yönünde çıkardığı karar ile pandemi döneminde keşfedilen uzaktan eğitimin cazibesinin bu noktada örtüştüğünü görüyoruz. İşten çıkarmaların bence iki nedeni var. İlki, karın tokluğuna çalıştırılan araştırma görevlilerine artık istemeseler de daha fazla ödeme yapmak zorundalar. İkincisi, artık çok daha az öğretim üyesiyle bölüm derslerinin verilebileceği sanrısına kapıldı yönetim çünkü seçmeli dersleri müfredatlarda minimuma indirmeyi ilke edinmiş, vizyonsuz bir YÖK var karşımızda. İşten çıkarmaların da bununla yakından ilişkili olduğunu düşünüyoruz. Müfredatta az sayıda seçmeli ders olması vakıf üniversitelerinin minimumla idare edebilmesinin önünü açıyor. Zorunlu dersleri verebilecek az sayıda öğretim üyesi kalsın, gerisi gitsin gibi bir planlama söz konusu. Yani mesele sadece piyasa şartlarına göre küçülme kararı veren bir vakıf üniversitesi değil; müfredatı sınırlayan, tek tipleştiren bir YÖK rejimi.

Çalıştığınız kurumun eğitim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle vakıf üniversitelerinin genel işleyişi hakkında birkaç şey söyleyerek başlamak isterim. Bu tür kurumlarda, kamu üniversitelerinde çalışan öğretim üyesi profilinden çok farklı bir akademik personelle karşılaşırsınız. Elbette kamu üniversitelerindeki gibi kayırma, torpil gibi kanallarla yer kaplayan öğretim üyeleri buralarda da vardır. Ancak bunun dışında iki tür öğretim üyesi karşınıza çıkar. İlk grup, televizyonlarda boy gösteren, tartışma programlarında analiz yapan uzmanlardır. Bunlar üniversitelerde PR için istihdam edilir. Bu grup genellikle ya az ders verir ya da hiç vermez. Ondan beklenen sadece gündemdeki konuyla ilgili televizyonlara çıkıp konuşması ve ekranın altında bağlı bulunduğu üniversitenin adının geçmesidir. Neyle ilgili konuştuğu önemli değildir. İkinci gruptaki akademisyenler, genellikle mevcut kamu üniversitelerinde iş bulamayacak kadar seküler, iyi eğitimli, donanımlı kesimdir. Evet, mevcut AKP iktidarında bu grubun liyakat çerçevesinde kamuda iş bulması imkansıza yakındır. Onlar da bir şekilde yaşayabilmek için vakıf üniversitelerinde performans baskısıyla, uzun saatler ders vererek çalışırlar. İlk gruptakilerin öğrencilerle teması sınırlı olduğu için, üniversitenin tüm yükü ikinci grubun omuzlarındadır. İkinci grubu da kendi içerisinde ikiye ayırmak mümkündür. Para getiren bölümlerde çalışanlar ve para getirmeyen bölümlerde çalışanlar. Para getiren bölümlerde çalışan akademisyenler görece rahattır, çünkü mobiliteleri fazladır. Baskı dayanılmaz geldiği aşamada başka bir vakıf üniversitesine geçer ve yoluna devam eder. Para getirmeyen bölümlere mensup akademisyenlere bir de öğrenci bulma, şayet bulabildiyse öğrenciyi bölümde tutma baskısı yapılır. Tercih dönemlerinde liseleri gezip rehber öğretmenlere ve lise müdürlerine X üniversitesinin ne kadar tercih edilesi olduğunu anlatmaktan tutun fuarlarda masa beklemeye kadar binbir çeşit sürreel ortamın içerisinde kendinizi bulabilirsiniz. Bu anlamda markette sucuk tanıtımı yapan emekçilere kendimi yakın hissetmişliğim çoktur. Okula proje getiriyorsanız, yayın sayınız fazlaysa fazladan bir can kazandınız demektir, bu personel kıymetlidir, yeri sağlamdır.

Kimse 'kral çıplak' diyemez

Hemen hemen tüm vakıf üniversitelerinde ikinci bir ortak özellikten söz edilebilir. Bunların yönetim kadrolarında ya bir rektör yardımcısı ya bir danışman YÖK ile denetim süreçlerinin “bir şekilde” kotarılabilmesi için, YÖK’ten ceza alınmaması için istihdam edilir. Bu aracı kişi, “YÖK böyle istiyor” diyerek denetim öncesinde kulağa mantıksız da gelse, ipe sapa gelmez de olsa aklında ne varsa uygular ve uygulatır. Kimse “kral çıplak” diyemez. Bazen 6 ay önce verilen talimatın tam tersi bir talimat verilir; ama kimse “bu nasıl bir saçmalık” diyemez. Kendinizi iktisat bölümü hocası zannederken bir gecede gastronomi bölümünün kadrosunda bulabilirsiniz; bu tür geçici oynaklıklar denetim dönemlerinin olmazsa olmazıdır. Nerede eksik kadro varsa, fazla hocalar göstermelik bir yerlere atanır. Denetim bitince, yeniden bir yerlere kaydırılırsınız. Bazen bu olan bitenden haberiniz bile olmaz. Bir arkadaşınız “seni geçen gün eczacılıkta gördüm” diye takılıyorsa, gerçeklik payı olabilir.

Altınbaş Üniversitesi, eski adıyla Kemerburgaz Üniversitesi iken bir araştırma üniversitesi gibi yapılandırılmıştı. Geçtiğimiz 3-4 yıl içerisinde her şey tepetaklak oldu. Performans sistemi getirildi. Maaş zamları performans kriterlerine bağlandı. Aralık ayından itibaren ise gerçek bir gerileme yaşandı. Turnikeler aktive edildi, hocaların ders saatleri arttırıldı, seçmeli dersler azaltıldı, para getirmeyen bölümler için kapatma kararları verildi.

Pandemi sürecinde ne gibi olumsuz uygulamalarla karşılaştınız?  

Pandemi döneminde önceki dönemde de süren sorunlar iyice ayyuka çıktı. İlk önce “evde oturduğumuzu” düşündükleri için izin kullandırmayı düşündüler; fakat sonra dersler sürerken “kısmi çalışma ödeneği”ne başvurulduğunu öğrendik. Oysa bırakın kısmiyi, pandemi öncesinden çok daha fazla çalıştırıldık bu süre zarfında. Devletin bu tür bir manipülasyona nasıl göz yumduğunu anlamak mümkün değil. Diğer yandan dersler çevrimiçi yapılmaya başlandığı için çok daha fazla denetime açık hale geldi. Çok zorlandık. Bir yandan pandeminin getirdiği belirsizlik ve kaygı, diğer yandan her toplantıda hatırlatılan “personel planlaması” söylemi çalışanları çok gerdi. Bize sürekli memnuniyet anketleri yapıyorlar. Sırf pandemi döneminde iki anket yapıldı. Dünya görüşü ne olursa olsun hiçbir öğretim üyesinin ya da idari personelin gidişattan memnun olduğunu sanmıyorum. Etrafımda tanıdığım herkes, atılan atılmayan, şu an iş arıyor, herkes CV güncelliyor. Gel gör ki çoğu kurumsallaşamamış vakıf üniversitesinde benzer bir manzara var.

Yönetimin bilim emekçilerine karşı tavrı konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Yönetimin bilim emekçilerine karşı herhangi bir sorumluluk taşıdığını düşünmüyorum. Bilim emekçilerine karşı sorumluluk taşımadıkları gibi öğrencilere ne vaat edeceklerini de merakla bekliyorum. Tercihte bulunacak çocuğuma, çalıştığım kurum da olsa topu topu üç hocası kalmış bir bölüme kaydolmasını önermem. Artık tercih yapacak öğrenciler çok bilinçli. Parasının karşılığını alıp almayacağını sonuna kadar sorguluyor. Tercih dönemi geldiğinde öğrencilerin bölümlerinde kaç hoca olduğunu, bu hocaların yukarıda saydığım kategorilerden hangisine girdiğini iyice irdelemesini öneririm. Sendikasız vakıf üniversitesi hocalarının ne yazık ki “müşteri memnuniyeti” dışında elinde bir silah yok.

Biz eğitimciden ziyade beyaz yakalıyız. İçinde yaşadığımız güvencesizlik hali de, birer yıllık sözleşmelerle çalışmaya zorlanmamız da, performans baskısı da, turnikeye kart bastığımız saatlere göre ücretlendirilmemiz de bizi kamu üniversitelerindeki meslektaşlarımızdan ayırıyor. O yüzden açıkçası bizim farklı bir sendikaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu artık bir ihtiyaç değil bir zorunluluk.