Daha az Chávez daha çok Lula

Gözde Kök'ün "Daha az Chavez daha çok Lula" başlıklı köşe yazısı 20 Kasım 2012 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Arjantin bugünlerde şiddeti giderek artan bir çatışmaya sahne oluyor. Çatışma hükümet ile ülkenin medya devi Clarín grubu arasında. Bu grup ülkedeki tüm gazete ve dergilerin, televizyon ve radyo kanallarının, internet servis sağlayıcıların yüzde ellisini kontrol ediyor. Son dönemde Cristina Fernández hükümetinin hedef tahtasında, çünkü üç yıl önce çıkarılan medya yasasına bugüne kadar direnmeyi başardı. Yasa medyadaki tekelleşmeye son vermeyi, medya pastasını devlet, özel sektör ve kâr amaçlı olmayan devlet dışı sektör arasında üç eşit parçaya bölmeyi hedefliyordu. Clarín’in de yasa gereği, sahip olduğu 250 küsur lisansı satış yoluyla 24’e indirmesi gerekiyordu. İndirmedi. Yasanın anayasaya aykırılığını gerekçe göstererek yargıya başvurdu. Yargı süreci devam ederken hükümet ile şirket arasında sert bir propaganda savaşı başladı. Clarín neredeyse her gün başka bir hükümet yetkilisiyle ilgili yeni bir yolsuzluk iddiasını sayfalarına ve ekranlara taşıyordu. Hükümetse uzun yıllardır ülkede büyük bir nüfuza sahip olan Clarín grubunun tarihinin en irinli dosyalarını açıyordu. Grubun 70’li yıllarda devrimcilere karşı ‘kirli savaş’ yürüten cunta yönetimiyle sürdürdüğü yakın işbirliği ve bu işbirliğinden elde ettiği kazanç ve ayrıcalıklar gibi…

Clarín’in davası yükselişte olan hükümet karşıtı sağ muhalefetin de en önemli gündem maddelerinden biri. 8 Kasım’da Buenos Aires’te düzenlenen büyük “tencere-tava” gösterisi 8N olarak anıldı, yani 8 Kasım… Bütünüyle 7D’ye nazire niteliğinde, yani 7 Aralık’a. 7 Aralık, sözünü ettiğimiz çatışmada dananın kuyruğunun kopacağı tarih. Çünkü hükümet Clarín’e bu tarihe kadar bir satış planı sunmasını, yoksa fazla lisanslarının tamamını iptal edeceğini söylemişti… Dolayısıyla 8 Kasım’daki büyük gösteri bir yanıyla da hükümetin bu meydan okumasına karşı bir cevap niteliğinde. Çeşitli sağ grupların desteklediği, Clarín’in sponsorluğunu yaptığı ve büyük oranda ülkenin orta-üst sınıfının hükümete karşı rahatsızlığını yansıtan bu eylemde çeşitli ekonomik ve toplumsal şikâyetlerin yanı sıra ifade özgürlüğü demagojisinin de sürdürülmesi şaşırtıcı olmadı.

Tamamen ticari çıkarları ve politik hesapları doğrultusunda, herhangi bir seçilmişin yanına bile yaklaşamayacağı bir kuvvetle, güvenirliğine ilişkin hiçbir sorgulamaya maruz kalmadan gündem belirleme ve kamuoyunu yönlendirme yeteneğine sahip bir tekelin bu yeteneğini yitirecek olması fikir özgürlüğüne bir darbe olarak gösteriliyor. Darbeyi indirecek kişi de tabii ki “otoriter ve totaliter” Cristina Fernández de Kirchner. Cristina’ya tavsiyeleri, daha az Chávez’e, daha çok Lula’ya benzemesi…

Bütün bu yaşananlar elbette Chávez’in burjuva medya ile mücadelesini hatırlatıyor. Venezuela’da Chávez karşıtı medya işi 2002’de bir darbe organizasyonunun parçası olmaya kadar vardırmıştı, hatırlayacaksınız. Arjantin’dekine benzer bir medya yasası 2000’den beri Venezuela’da yürürlükte. Arjantin’in ardından yine çok benzer yasalar 2010’da Ekvador’da, 2011’de Bolivya’da kabul edildi.

Bu ülkeler arasında elbette büyük farklar var. Özellikle de Arjantin söz konusu olduğunda… 2001’de dibe vurmuş Arjantin ekonomisini daha bağımsızlıkçı bir politika ile ayağa kaldırsalar da ne şimdiki başkan Cristina Fernández ne de eşi Néstor Kirchner hiçbir zaman Chávezvari bir sermaye karşıtı politikaya sahip olmadılar. Medyaya ilişkin politikalardaki bu paralelliğin nedeni ise şu olabilir: Gücünü bir sol örgütlülükten değil, lider karizmasıyla kitleleri harekete geçirme yeteneğinden alan Kirchnerler için medyanın rolü hayati önemde.. Bu nedenle de alabildiğine sınırlı bir sol perspektifle hareket edilse dahi, ülkenin egemen sınıfıyla kaçınılmaz olarak yaşanan çatışma en sert haliyle kendini medya alanında gösteriyor.