Peki, tamam, zaman sıkıştırıyor, üretim süreci sıkıştırıyor, sınıfların dev kapışması sıkıştırıyor. Kolay olanı arasınlar ama aynı dönemde derinlikli olan da, zor olan da yayılsın.

Kişisel gelişim

Sizler de farkındasınızdır: Herkes kişisel gelişim kitabı okuyor. Yani okunuyor mu o kitaplar emin değilim ama bir “kişisel gelişim” meselesi var. Bir süredir. Belki on-on beş yıllık geçmişi var ama giderek artıyor sanki. Kitaplar değilse bile konu o; kişisel yani. Bir arayış içinde insanlar ve belki de merak ediyorlar: “Beni bana anlatacak bir kitap, bir söz, bir cümle, birisi var mı?” diye. Ya da biraz da kaybolmuş biçimde soruyorlar: “Kendimi nerede bulabilirim?” diye.

Sadece bir arayış mı bu, emin değilim; belki de insanlar sadece “daha iyi” olmak istiyor. Niye “kötü” olduklarına bakmadan bir an önce belki meseleyi biraz “anlamak” ve belki biraz da keşfetmek istiyorlar, kayıp kendilerini. Ama bu son ikisinin daha az gündemde olduğunu düşünüyorum. Yani anlama ihtiyacının ve keşif meselesinin. Çoğu kitabın kapağına ya da çoğu programın, yazılan çizilenlerin, podcastlerin vs. ismine bakarak bunu söylüyorum. Belki yanılıyorum ama görünen “yüzey/vitrin” bir derinlik vadetmiyor. En azından zincir mağazalarda!

Anlamak isteyen zaten bu yüzeye, yüzeysel olana yönelmez. Yani meselenin kendisinde başlayıp kendisinde bittiğini düşünmez. Önce büyük öyküye bakar. Önce olmak zorunda değil ama “bana ne olmuş?” derken bile “bize ne olmuş?” sorusunun peşine düşer. Eş sorular olarak görür belki. Bilerek ya da bilmeyerek bunu arar, bunu sorar önce.

Daha doğrusu kendini arama, keşfetme, anlama sürecinin ancak bununla, yani kendisinin de hem parçası hem de ürünü olduğu büyük hikâye ile uğraşarak, oraya bakarak mümkün olduğunu sezer. Sezer ve sonra da yol aldıkça (yol alabilirse, yol almakta ısrar ederse) anlar, anlamlandırır. Kendisini değiştirmenin de ancak kendisine o büyük hikâye içinde ne olduğunu anlaması ile mümkün hâle geldiğini keşfeder.

Çünkü derinlikli olan ancak kapsamlı sorular ve yanıtlarla mümkün olabiliyor. Gerisi ise oyalanma oluyor. Ya da bir “geçiş dönemi” abartısı, histerisi! Tüm “iyi” niyetine rağmen.

Tabii ki derinlikli olana yönelmek de dönemsel bir iş. Kişi hikâyenin “büyüklüğünü” anlar ve sonra da vazgeçebilir... Kendini aramaktan, anlamaktan. Çünkü anlamak da anlayıp değişmek de (değiştirmek de) zaman alır. Bazen de çok zaman alır. Özellikle de sınıf mücadelelerinin tarihi yavaşlattığı kesitlerde.

1980 ile ‘95 arasını düşünün mesela. Herkesin “bir büyük yenilgiden sonra” kendini/bireyi arama, bulma derdine düştüğü o uzun zamanı! Bir çıkmaz sokak gibi görünmüyor mu şimdi? Çoğunluğun, arayışa çıkanların bir umut yeniden ve yeniden daldığı, girdiği ama içinde de sürekli kaybolup gittiği bir çıkmaz sokak. Yutucu, boğucu, öğütücü.

Hâlbuki 1960 ile ‘75 arası hiç de öyle görünmüyor şimdi bize. İnsanlar kendilerini ararken de depresif değilmiş, büyük hikâyenin peşinde koşarken de. Müziği bile bir farklı o dönemin. Bir de 80ler müziğine bakın. İnsan iki on yılı arka arkaya dinleyince “Ne olmuş bunlara!” demekten kendini alamıyor. İki farklı ülke, iki farklı gezegen gibiler. Birbirine yabancı.

Araya sermayenin küresel zaferi girmiş. Ya da işçi sınıfının yenilgisi. Düşüncede, tezgâhta, sokakta, yani hayatta!

Bu anlamda, yani depresif olmama, bir çıkmaz sokakta ısrar etmeme anlamında 2000 ile 2015 arası da farklıydı mesela (müzik de sanki bir toparladı o ara). Farklıydı ama orada da kayıp geçmişi geride bırakmanın huzursuzluğu, kaygısı, tekinsizliği vardı. Gölgelerle, geçmişin gölgesiyle uğraşarak geçti yıllar. Kişisel ve toplumsal anlamda.

Kişisel gelişim diyorduk nerelere geldik! Gelişime geri dönelim; kötürüm kalmaya mâhkum ama başka şeyler de anlatan şu arayışa...

Tabii ki bir sınıfı, tipolojisi de var bu arayışın. Sınıfı derken orta sınıflar mı? Evet, belki. Ama orada kalmayan; kentli emekçi sınıflara, özellikle de kadınlara yayılan bir ideoloji bu. İdeoloji de değil hayatı anlama ve anlamlandırma telaşı, şablonu, tarzı. [Bu arada biliyorsunuz erkeklerin her koşulda kendilerine, dünyaya, tarihe dair söyleyecekleri çok şeyleri, çok bahaneleri vardır. Bu nedenle kişisel gelişimde onlar biraz geride ya da zaten meseleyi çoktan çözmüş durumdalar]. Mabedsiz, iman şartları olmayan ve kapısını çalan herkese açık, her gelene (ama eğri ama doğru; ama genellikle eğri) bir şeyler sunan bir din gibi... Bir yanıyla.

Hafife almıyorum bu din gibi olmayan dini. Ya da önemsiz diye kaldırıp bir kenara da atmıyorum. Biliyorsunuz ki tarihte her din belli bir “gelişimin/değişimin” parçası olmuş. En azından bir süre! Her din, sınıflar mücadelesinde belli bir düşünsel itiş kakışın sonucu olarak şekillenmiş. Hatta bazen dinler ezilen sınıfların sesi, “ruhu olmayan bir dünyaya isyanı, haykırışı, serzenişi” de olmuş ama sınıflar mücadelesinde başı çeken sınıfın hanesine yazılmış sonuçta. Egemenlerin egemenliğini egemen kılmak dışında tarihte pek olmamış dinin.

Bugün kişisel gelişim meselesi de öyle. Gerçek bir arayışın, 21. yüzyıl insanının (emekçisinin) geçen yüzyıllardan devralınan anlam arayışının bir parçası belki ama ortada anlam arayışı mı var yoksa “anlam atlayışı” mı, işte orası bayağı tartışmalı.

Gerçi “anlam arayışı” hep “pop” bir arayış olmuş. Örneğin Engels’in “pop-düşünür” Dühring’le ya da dönemin başka isimleriyle uğraşırken bıktığı bir yandır bu. Kolay düşünceler, kolay ama derinliği olmayan açıklamalar, kalıplar... Bunlar 19. yüzyılda da (ve belki antik Yunan’da da) varmış. Ama derinliksiz olmaları kolayca yayılmalarına ve yer kaplamalarına da engel olamamış. Şimdi de öyle.

Hatta tam tersine, yani yüzeysellikleri sayesinde yayılabiliyor bu “pop” düşünceler: “Düş ama yine kalk?” gibi. Ya da “Kendine format at!” gibi. “Cesur, doyumlu ve yeni bir hayat için anahtar!” gibi. Vaat büyük, arkası kadük! Prodüksiyonu şaşalı ama kendisi vasat bir Hollywood filmi gibi.

İnsanlar kolayın peşinde!

Peki, tamam, zaman sıkıştırıyor, üretim süreci sıkıştırıyor, sınıfların dev kapışması sıkıştırıyor. Kolay olanı arasınlar ama aynı dönemde derinlikli olan da, zor olan da yayılsın. Brechtiyen bir an da olsun tüm bu kolay yanıtlar içinde mesela. “Önce ekmek sonra ahlak gibi!” mesela. Ya da “Bir banka kurmanın yanında bir banka soymak nedir ki?” gibi. Ya da “Yaklaş dostum kitaba, yaklaş: O senin silahın!” gibi. Popüler ama sarsıcı. Kolay ama derinlikli. Kırsın geçirsin egemen olanı, kolay ama derinliksiz olanı. Ve taşısın bizleri yeni sorulara, sorunlara.

Hepimizi geliştirerek ve büyük hikâyemizi de değiştirerek.