İronik bir durum var, muhalefet Erdoğan’ı sıkıştırdıkça Erdoğan ABD ve Avrupa ile ilişkilerdeki sorunlardan kurtulmaya mecbur kalıyor ve bunu yapabildiği oranda siyasi ömrünü uzatıyor!

Gidiyor mu gitmiyor mu: Videolar, bir de laiklik

Salı günü birden fazla kez konuştu Cumhurbaşkanı. “Erdoğan kararını verdi. Sertleşiyor, Soylu’ya sahip çıktı” dedi bir kısım yorumcu.

Sedat Peker son videosunda Suriye’ye girdi, sonra gelecek bölümün fragmanını yayınladı: Erdoğan’la sohbet edecekti haftaya. “Sıra Erdoğan’da” dedi bazıları, hatta “Erdoğan gidiyor”du…

Ne yapacaktı Erdoğan? İçişleri Bakanı’na dair “ben bunları bilmiyordum, arkadaşımız istifa edip yargının önünü açsın” mı diyecekti? Bunu yapsaydı işte o zaman “Erdoğan gidiyor” olurdu, çünkü AKP koalisyonunda büyük bir panik başlar, gemiyi terk edenlerin sayısı hızla artardı.

Erdoğan’ı rahatlatacak olan Soylu’nun istifa edecek noktaya gelmesiydi, AKP içi dengelere ve herkesin birbirine gebe kalmasına güvenen İçişleri Bakanı, Erdoğan’a istediğini vermedi.

Peki tüm bunlar Süleyman Soylu’nun bu işi atlattığı anlamına mı geliyor? Hayır hiçbir biçimde böyle bir sonuç çıkmıyor. Soylu bundan bir ay öncesine göre son derece zayıflamış, yaralanmış ve geleceği olmayan bir aktöre dönüşmüştür. Gerçek budur.

Peki Sedat Peker en son darbeyi Erdoğan’a mı vurmaya hazırlanmaktadır? Daha zayıf hedefler henüz yerlerinden edilmemişken, “reis” “Reis”i mi gözüne kestirmiştir?

Erdoğan’ın 2012’den bu yana sürekli kan kaybettiğini söylüyoruz. Uluslararası koşullar, bazı rastlantılar ve içeride ona sürekli yardım eden “muhalif” unsurlar sayesinde siyasi ömrünü bugünlere kadar getiren Erdoğan’ın seri videolarla yıkılacağını düşünmek için bir neden bulunmuyor. Dahası Türkiye’de iktidarı sıkıştırmakta olan geniş muhalif ittifakın şu sıralar böyle bir beklenti ve iddiası yok.

Bu videolarda “suç” iddiası var. 20 yıllık AKP iktidarının bu iddiaların altında kalması, “devri sabık yaratmayacağız” sözü veren muhalefeti de taşıyamayacağı bir yükle karşı karşıya bırakır. 

AKP iktidarıyla gerçek bir hesaplaşma ancak bir devrimci iktidarın altından kalkabileceği bir görevdir.

Devri sabık demek, geriye dönük de meşruiyet kaybı demektir. Hükümetin birçok tasarrufu yok hükmüne dönüşebilir, üstelik Türkiye uluslararası alanda büyük sıkıntılarla karşılaşabilir. 

AKP döneminde kârlarına kâr katan sermaye sınıfımız izin verir mi bu tür bir sona? Hem Babacan ve Davutoğlu’nun muhalefetin bir parçası olduğu nasıl unutuluyor? Yoksa hâlâ “AKP eskiden iyiydi” masallarına inanan mı var?

Erdoğan bu videolarla gitmez. Zaten amaç bu değil. 

Peker’in baştaki amacı budur değildir tartışmasına girmeden hemen söylemek gerekiyor: Bu süreç MHP’yi zayıflatacak, AKP’nin iç dengelerini değiştirecek, dahası Erdoğan’ı daha fazla köşeye sıkıştıracak bir içerikte başladı ve devam ediyor. En önemlisi bütün bunlar Türkiye’nin ABD eksenine daha da yakınlaşmakta olduğu ve bu doğrultuda sanıldığının ötesinde adım atıldığı bir uğursuz dönemde gerçekleşiyor.

Bu bir tesadüf değildir.

Türkiye birçok cephede Rusya’ya karşı konumlanmış durumda. Ukrayna-Polonya-Romanya-Türkiye arasındaki işbirliği “silah satışı”ndan çok daha ötesidir. Suriye’de Kürt sorununu derinden etkileyecek yeni gelişmeler yaşanacağı da ortada.

İronik bir durum var, muhalefet Erdoğan’ı sıkıştırdıkça Erdoğan ABD ve Avrupa ile ilişkilerdeki sorunlardan kurtulmaya mecbur kalıyor ve bunu yapabildiği oranda siyasi ömrünü uzatıyor! Aynı yaklaşım patronlar için de geçerli. Güçlenen muhalefet yalnızca bir alternatif değil aynı zamanda iktidarı kontrol ve terbiye aracı olarak kullanılıyor.

Videoları bu tablonun içine yerleştirmek gerekiyor.

Bütün bu işlerdeki zorluk, bir yol kazasının yaşanma olasılığından kaynaklanıyor. Sistemin iç tutkalı o kadar zayıfladı ki, öngörülmedik sarsıntılar, kopuşlar gerçekleşebilir. Daha önemlisi, Türkiye’de toplumda anketlere ve medyanın her iki kanadına da yansımayan yaygınlıkta bir “arayış” söz konusu. Yoksulluk insanların mevcut ideolojik-siyasal tercihleriyle bağlarını iyice zayıflattı, hiçbir şeye inanmayan geniş bir kesim var; Peker’in videolarının en önemli sonuçlarından birisi, inanmak konusunda fazla istekli olan muhafazakar kesimi sarsması, kuşku ve soru işaretlerini kafalara sokmasıdır.

Hızlı ama sabırlı bir biçimde bu arayışa yanıt vermek zorunda emekçi halk adına, bağımsızlık adına, özgürlük adına, eşitlik adına hareket edenler…

Laiklik adına da…

Geçtiğimiz günlerde Halk tv’de katıldığım bir programda yaptığım değerlendirmeler sosyal medyada gündem oldu. Daha doğrusu tarikatlara işaret ederek “bunlar da rant kavgasının içinde” diyerek, laikliğin bu açıdan da temel meselelerimizden olduğunu söylemem kimilerinin tepkisini çekti.
 
Laiklik konusundaki düşüncelerimiz ortada. Gerektiğinde tekrar tekrar, güncel bağlantılarıyla konuyu işliyoruz.

Özgürlükçü laiklik-katı laiklik diye bir ayrım yoktur. Laikliğin insanların inançlarıyla-ibadetleriyle bir alakası da bulunmuyor. “Türkiye’de ‘aşırı’, ‘katı’ laiklik uygulandı, buna tepki olarak halk AKP’yi iktidara getirdi” tezinin her tarafı dökülüyor. AKP iktidarından çok önce laiklik ayaklar altına alınmaya başladı, laiklik ilkesinin yürürlükte olduğu bir ülkede AKP bırakın iktidara gelmeyi, kurulmazdı zaten. Biliyorum, “AKP’nin var olma hakkı”na saygı göstermediğimiz söylenecek, “işte bu kafa bizi bu hale getirdi” denecektir.

Yarın Türkiye’de emekçi halk gerçek bir kurtuluşa yöneldiğinde, eşitlikçi, aydınlanmacı, anti emperyalist bir ülke için kollar sıvandığında, AKP’lilere dönüp “sizin ayarsız dinciliğiniz yüzünden halk bunların peşinden gitti” demeniz dileğiyle…