Bir şair mi yoksa ırkçı, maceracı bir monarşi sevdalısı mı?

“Sadece Türkçü bir şair” mi akla gelmeli Atsız deyince, yoksa monarşi sevdası, kafatası ölçme şakaları, Nazi yanlılığı ve Mustafa Kemal ve kurucu ideolojiyle kavgası mı?

Sarp Kazezoğlu

Türkiye toplumu arayışta. 22 yıllık AKP iktidarının sonunda geleceğe dair umutlarını büsbütün yitirmiş gençlik de arayışta.

Son dönemde bu arayışa yanıt vermeye çalışan akımlardan biri, Türkçülük.

Türkiye tarihini baştan yazmaya, kimi figürleri olmadıkları şekilde kahramanlaştırmaya, kimi aydınlarıysa çamura bulamaya çabalıyorlar. Bu çabalar, özellikle gençler arasında ilgi görüyor.

soL, konuya dair beş genç yazarın yazılarını yayımlıyor.

Nihal Atsız, ırkçı-turancı düşüncenin temel fikir insanlarından biri. 1905 doğumlu bir öğretmen olan Atsız, yaşamı boyunca kendisini Türkiye’deki Türkçü-ırkçı hareketin merkezine koymayı amaçlamıştır.

Kurucu ideolojiyle gelgitli ilişkisi

Siyasi hayatının başlarında Cumhuriyet’in kurucu ideolojisine ilgi duyan Atsız, Rıza Nur gibi figürlerin yönlendirmesi ve kendi militarist fikirlerinin toplum içinde heyecan uyandırmaması sebebiyle bu ideolojiye açıktan düşmanlık beslemeye başlamıştır. 

Atsız, misal “Toprak-Mazi” şiirinde “Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi, bu milletten çıkar mıydı bir büyük GAZİ” diyerek kurucu ideolojiye methiyeler düzerken, 1940’lardaki yazılarında “Kemalizm denilen muazzam safsata kısmen Fransa kısmen de İtalya ve Rusya’dan alınmak suretiyle dış âlemin bir değil, birkaç merkezine birden bağlı olan, bu suretle diğerlerinden daha çok karmakarışık bir şekilde dışarıya bağlı bulunan bir ucubedir” demiş, dönemin modernleşme hamle ve reformlarının “otuz yılın yalan-dolan propagandasına” dayandığını, “inkılap yobazları” tarafından gerçekleştirildiğini ilan etmiştir.

Atsız’a göre, “1950’den önce uzun yıllar bu memleketin başında serseriler, hem de yabancı ve hain serseriler hüküm sürmüş, milletin sağlığını, servetini ve ahlâkını o serseriler mahvetmiştir.” 1941’de çıkan “Dalkavuklar Gecesi” kitabında, Mustafa Kemal’i sarhoş, etrafında dolanan dalkavukların her sözüne inanan aptal bir Hitit İmparatoru olarak tasvir eder.

Bir zamanların “kahraman Gazi”sinin nasıl “yabancı, sarhoş ve hain bir serseri” oluverdiğinin üzerinde durmak gerekir.

Kurucu ideolojiyle ilk kavgasını, 1932’de Türk Tarih Tezlerine karşı yaptığı polemiklerle vermiştir. Profesör Togan’ın “Türk Milleti Anadolu’dan Orta Asya’ya bir bütündür ve Orta Asya Türklerinin Anadolu ile birleşmesi gerekir” tezini desteklemiş, resmi tarihin Orta Asya halkları ile Anadolu arasında bağlar olduğunu kabul etmesini ama tek bir millet olduğu düşüncesini ilerletmemesini bir korkaklık ve tarihin reddi olarak görmüştür.

Kendisi açıkça bir mutlak monarşi hayranıdır da. “Moda Yalnız Kılık Kıyafete Ait Değildir” adlı makalesinde “Son devir tarihimizde taklitçiliğin çok çilesini çektik. Bir zamanlar, ‘parlamento kurulursa devletin bir anda bütün dertlerden kurtulacağı’ sanılıyor, bu Mecliste, İmparatorluğu teşkil eden milletler arasında Türkler'in azınlıkta kalacağı asla akla gelmiyor, bunu kavrayarak parlamentoyu açmayan İkinci Abdülhamit istibdat ve keyfilikle suçlandırılıyordu” der. 

“Gurbetteki Mazlumlar”, “Mecburi Gurbette Yaşayanlar” gibi makalelerinde de Osmanlı hanedan mensuplarının tekrardan Türkiye’ye gelmesi gerektiğini, geri gelmelerinin Cumhuriyet için bir şeref kaynağı olacağını savunur. Bir roman denemesi olan “Ruh Adam”da bile, Cumhuriyet döneminde açıkça padişahçı olan ve Cumhuriyet dönemini ve siyasi iktidarını gaspçı gören bir subayın, Yüzbaşı Pusat’ın hikayesini yazar.

Etnisite merkezli ulus anlayışı

Atsız’ın Türkçülüğü, Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan ve bazı araştırmacılığın “1. Dalga Türkçülük” olarak adlandırdığı akımdan keskin bir şekilde ayrılmıştır. Balkanlar'dan Altaylara kadar yekpare bir Türk milleti ve kültürü fikri ve tarihi hanedanların merceğinden algılanarak karakterize edilen ve “çarpıtılan” resmi 16 Türk devleti teorisinin aksine tarihte bir veya iki Türk devletinin varlığı da dahil olmak üzere Türk tarihi üzerine bir dizi orijinal düşünceye sahipti. 1. Dalga Türkçülüğünün ve Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin aksine açıktan ırkçı ve yayılmacı düşüncelere sahipti.

Daha açık konuşacaksak, Gökalp, Akçura ve Ağaoğlu ile milletin var olması ve büyük işler başarması için “milli ülkü”nün gerekliliği fikrini paylaşmıştı, ama Atsız ırkçılığıyla onlardan ayrılmıştı da. Daha önceki yazarların hiçbiri açıkça ırkçı değildi. Atsız, Gökalp'e saygı duymasına rağmen, onu ırkçı olmadığı için eleştirmiştir. Ancak Atsız, dönemindeki tek ırkçı-milliyetçi yazar değildi, aksine daha büyük bir akımın parçasıydı. Atsız'ın dergilerinin yanı sıra Reha Oğuz Türkkan'ın Ergenekon ve Bozkurt dergileri ile Dr. Rıza Nur'un editörlüğünü yaptığı Geçit, Birlik, Çağlayan, Tanrıdağ, Gökbörü ve Çınaraltı gibi dergiler de vardı. 

Atsız, özellikle Türkkan ile ağır polemiklere girmiş, polemikleri Atsız ile Türkkan’ın birbirlerini gayri-Türk, Ermeni ve Yahudi kanına sahip olmakla suçlamalarıyla son bulmuştur. Örneğin Türkkan, Atsız’ı “Türklerin çoğunun dahil olduğu brakisefal ırktan olmamakla” suçladığında Atsız’ın cevabı “Türkkan’ın ataları Ermeni’dir. O Türkkan değil Ermenikan’dır” olmuştur.

Milliyetçi olmayan dincilerle sürekli polemiklere girmesine, onları gayrimilli olmakla suçlamasına rağmen kurucu ideolojiye karşı dincilerle ittifak yapıp, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergisinde yazılar yazmaktan hiç çekinmemiştir.

Militarizm şakşakçılığı, insaniyet, kültür ve bilim karşıtlığı

Atsız’ın düşüncesine göre Türk devletlerini hanedanlara ayırmak yanlıştır ve Orhunlardan Osmanlıya kadar ortaya çıkan devletler tek bir devlet geleneğini temsil eder. 

Atsız’da inkâr edilemez bir Osmanlı hayranlığı vardır. 2. Abdülhamit ve Vahdettin dahil bütün sultanların milliyetçi ve becerikli savaşçılar olduklarını düşünür. İstibdat dönemine hayranlığını, Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarına övgüler dizerek ve İttihatçıların “Yahudi/Mason” oyunlarına düşerek meclisi yeniden kurduklarını, azınlıklara söz vererek imparatorluğu yıkıma sürüklediklerini iddia ederek gösterir. Tanrıdağ dergisine yazdığı bir yazıda Abdülhamit’ten “İkinci Abdülhamit: Şimdiye kadar boyuna söylendiği ve yazıldığı gibi kötü bir hükümdar değil, aksine büyük ve dahi bir imparatordu. Sultan Hamid, kızıl değil ‘Gök Sultan’dır” diyerek bahseder. Mustafa Kemal’in, Ulusal Kurtuluş mücadelesini Osmanlı’ya rağmen değil, Vahdettin'den emirle başlattığı düşüncesine sahiptir. 

Atsız, her ulusun tarihsel düşmanları olduğu, bu nedenle bir ulusun kendi ulusuna karşı ulusal sevgi ve geleneksel düşmanlarına karşı ulusal nefret ile eğitilmesi gerektiği görüşünü desteklemiştir. Dahası, ona göre “yaşam, savaştır”, ölmekten korkanlar yaşamayı hak etmezler. Ve 1974'te Sadri Maksudi'nin kızı Adile Ayda'ya yazdığı bir mektupta, büyük kayıpların verildiği bir savaşın Türk milletinin doğasında var olan erdemleri canlandıracağı ve Türk toplumunda var olan ahlaksızlıklara son vereceği görüşünü dile getirmiştir. 

“Çünkü biz artık insaniyet ve barış değil milliyetçilik ve savaş istiyoruz! İnsaniyetperverlik, köpekliktir.”

Atsız’ın Türkçülüğünün iki bileşeni vardır: Irkçılık ve Turancılık. Her ırk diğer ırklarla karışmıştır ancak bir süre sonra kan kendini arındırır. Ancak, diğer ırklarla karışmaya devam ederse, iyileşme ihtimali olmaksızın bozulur. Dahası ırkçılık tarihsel bir bilinçtir. Atsız'ın tarih anlatısı, Türk olmayanların Türk devletine ihanetini öne sürmektedir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale zaferinden bahsederken Atsız, savaşı Kürtleri ve diğer karma toplulukları da içeren Türk ulusunun değil Türk ırkının kazandığını savunmuştur. Yahudileri veya Çingeneleri vatandaş olarak saymaz. 

Kemalizm'in Türkleştirme projesini ırka bir ihanet olarak görür. Ona göre Türk ulusunun temeli ırk ve kan olmalıdır, dil ve kültür değil. Etnik olarak Türk olmayanları Türkleştirmektense onları katletmenin meşru olduğunu savunur. “Türk bünyesini mikroptan temizleyecek en güzel tedavi usulü: Katliâm!”

Subayların, askerlerin, toplumsal ve ideolojik yaşamda rol oynayan doktor, mimar, öğretmen gibi diğer mesleklerin Türkiye’de sadece saf Türklere mahsus olması gerektiğini savunur. Ayrıca polemiklere girdiği kişileri gayri Türk olmakla suçlamayı sever. Başka bir ırkçı-milliyetçi olan Türkkan’ı Ermeni olmakla suçladığını biliyoruz. Ayrıca Sabahattin Ali’yi Yunan olmakla ve CHF (eski CHP) yönetim kadrolarını Türk olmamakla suçlar.

Atsız'ın standartlarına göre bir bireyin Türk olarak sınıflandırılması gerçekten çok zordur. İmparatorluğun felaketleri için yarı Türkleri (Türkümsüler) suçlar. Abdullah Cevdet Kürt milliyetçisi olduğu için milliyeti ve dini yok etmeye çalışmış, Rıza Tevfik ise yarı Arnavut yarı Çerkez olduğu için devlete ihanet etmiştir.

Atsız’ın dinciliği: ‘Tekke, tarikatlar değil meyhaneler, barlar kapatılsın’

Evet, Atsız’ın düşüncesine göre din, ırka tabi olmak zorundadır. Ancak bu, Atsız’ın seküler, laik bir milliyetçi olduğu anlamına gelmiyor. Dini bir toplumsal dayanışma gücü olarak gören Atsız, Türk milletinin tek dininin İslam olabileceğini, Turan kurulunca da Şamanist ve Hristiyan olan Türklerin öyle ya da böyle Müslüman olacaklarını savunur. Cumhuriyet’in tekke, zaviye ve tarikatları dağıtan hamlelerini ırkın “ruhunu” zedelediği ve dini milli ülküden koparmaya çalıştığı için eleştirir. Atsız’ın ideal Türkiyesi, milli ülkünün ve ırkın ruhunun korunması için şeri hükümlerle yönetilen, muhafazakâr ve militarist bir toplumdur.

Türk Ülküsü adlı eserinde “Türk gençliği ata yadigârı olan sebilerde rakı satıldığını, sinemalarda şehvet uyandıran filimler gösterildiğini, sağlık koruma yeri olan plajlarda türlü kepâzelikler yapıldığını görmemelidir. Mefâhiri inkâr eden, yalancı ülkülerin propagandasını yapan, âileyi baltalayan yazı, roman, makale okumamalıdır. Yoksa, yalnız telkin vermekle, öğüt vermekle iş bitmez. Millî ahlâkın mezbahası olan bar, meyhâne, balo gibi yerler ve güzellik kraliçesi seçimi gibi rezâletler Türkiye’de yasak edilmelidir” ve “Türk dünyasının dayandığı iki esaslı temelden birisini teşkil eden İslam dininin, milli varlığımızdan ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz” tarzında savlarda bulunması, Atsız’ın fikirlerine işlemiş dinci gericiliğinin, İslamcılığın belirtileridir.

Nazilerle ortak hareket ve anti-komünizm

Almanya’nın 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırışını ırkçı milliyetçiler ve özellikle Atsız büyük bir hevesle desteklemişlerdir. Almanların, Sovyetler Birliği içinde hızla ilerlediği savaşın ilk döneminde ırkçı milliyetçilerin Nazilerle işbirliği hevesi tek taraflı değildi. Nazi bürokrat ve subayları da Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk topluluklarıyla bütünleşme idealine sahip Turancılarla iletişim içindeydi. Zira Türkiye’deki Turancılar, Sovyetler Birliği’ndeki Turancılar ile işbirliği yapmak istemekteydi. Naziler, Turancı gruplar arasında koordinasyonu sağlayıp Sovyetler Birliği’nin içinde karışıklık, hatta isyan çıkarmak istiyordu

Nazilerin düşüncesine göre Turancıların harekete geçmesiyle birlikte Ruslar cephe gerisinde güçlük çekecek, Kızıl Ordu birlikleri bölünmek zorunda kalacak ve bu sayede Alman ordusunun Rusya içinde ilerleyişi kolaylaşacaktı. Ayrıca Kızıl Ordu’nun cephe gerisinde Türkçü isyanları bastırması, 1941’de Almanya ile iyice yakınlaşan Türkiye hükümetini savaşa Almanların yanında katılmaya itebilirdi.

Nitekim, Sovyetler Birliği’nin Alman kuvvetlerini 1943 yılında ve sonrasında bozguna uğratmaya başlaması, aynı Türkiye hükümetini ırkçı milliyetçileri en azından bir süreliğine susturmaya itti. Hükümetin Turancı fikirlere tekrardan şüpheyle bakmasını hiddetle karşılayan Atsız, yayınladığı Orhun dergisinde İnönü’ye açık mektup yazarak Türk bürokrasisi içinde büyük bir komünist örgütlenmesi olduğunu iddia etmiştir. Ahmet Cevat Emre, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celal gibi isimlerin komünist faaliyetlerde bulunduğunu belirtmiş, sorumlu olarak bunlara engel olmayan dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’i istifaya davet etmiştir.

Bu mektupta “vatan haini” olarak ilan edilen Sabahattin  li, Atsız’a hakaret davası açmıştır. Irkçı milliyetçilerin protestolarına rağmen dava düşürülmeyince, ırkçı milliyetçiler Atsız’ın davasının görüldüğü mahkemelerde taşkınlık çıkarmaya ve eylemler yapmaya başlamışlardır. Bu eylemlerde, tıpkı Nazi-faşist kahverengi gömlekliler eylemlerinde olduğu gibi kitaplar yakılmış ve linç girişimleri olmuştur. Ki zaten Atsız, faşizmi olumlu görmüş ve onu, “milliyeti inkâr eden, milletleri yıkmak için geleneğe ve mukaddesata düşmanlık güden komünizme karşı toplumsal bir panzehir” olarak gördüğünü belirtmiştir. 1944’teki açık mektuplarından sonra da anti-komünist söylemine devam etmiş, komünistlere saldırırken muhafazakâr, milliyetçi, kadın düşmanı ve militarist düşüncelerini dışa vurmuştur.

Özgür Bayraktar’ın “Türkiye’de Anti-komünist Söylem ve Nihal Atsız” makalesinden alıntı yapacak olursak, “Solcu cephe olarak adlandırdığı, Boratav’ın fakülteye gelmesi yönünde oy kullanan 21 kişilik grubun etnik kökenlerine dikkat çekmiş ve üç tanesinin ‘Selanik Dönmesi yani Yahudi’, birinin Arap, birinin Arnavut, birinin Boşnak, birinin Kürt, birinin Rus olduğunu, ayrıca bir kişinin de Rumca soyadı taşıdığını belirtmiştir. Grupta bir Rus öğretim üyesinin bulunmasını; ‘Yetmiş iki buçuk milletin tamamlanması şartmış gibi üniversite öğreticilerinin arasında bir Moskof kadınının bulunması tarihi bir olaydır’ sözleriyle ifade etmiştir. Diğer yandan, Edebiyat Fakültesi’ndeki dokuz kadın öğretim üyesinden sekizinin solcularla işbirliği yapmasının ayrıca üzerinde durulacak bir nokta olduğuna dikkat çekmiştir.”

Nihal Atsız Kimdir?

Bir ırkçı, bir gerici ve bir militarist... 

Atsız, yaşadığı dönemin üretken bir kalemi olsa da savunduğu insanlık dışı düşüncelere sempati ve destek uyandıramamıştır. 

Her ne kadar kendisi pek çok kez inkar etmiş olsa da, bir Nazi sempatizanı ve bir faşist olduğu şüphe götürmemektedir. 

Böyle bir kişiliğin, öldükten ve düşünceleri kendi hareketi tarafından bile çöpe atıldıktan sonra, gençliğe tuhaf, kimliği belirsiz sosyal medya hesapları tarafından ve her geçen gün daha da vahşileşen, birbirine tehditler savurarak parçalanan “milliyetçi hareketin” siyasi trolleri tarafından bir “kurtarıcı” ve bir “hakiki Türk aydını” olarak lanse edilmesi gerçekten de bir merak konusu olmalı.