Amerikan Güneyi’nden 'İnsan Manzaraları'

Roman sanatında çığır açan yapıtı Ses ve Öfke’yi kaleme aldığında Faulkner’ın aklında sadece Compson ailesinin çöküşünü anlatmak yoktu. Bir yandan Gotik edebiyata özgü bir olay örgüsünün yapısını kurarken, diğer yandan Amerikan edebiyatının içine düştüğü bunalımın içinden nasıl çıkacağının tohumlarını atıyordu.

Kaya Tokmakçıoğlu

Roman sanatında çığır açan yapıtı Ses ve Öfke’yi kaleme aldığında Faulkner’ın aklında sadece Compson ailesinin çöküşünü anlatmak yoktu. Bir yandan Gotik edebiyata özgü bir olay örgüsünün yapısını kurarken, diğer yandan Amerikan edebiyatının içine düştüğü bunalımın içinden nasıl çıkacağının tohumlarını atıyordu. Bu bağlamda roman, dört kardeşe (Quentin, Jason, Caddy ve Benjy) Gotik bir romandaki olası rolleri dağıtır. Quentin, yalnız ve duygusal yapıdaki bir romantik başkahramanı yansıtırken, tamamıyla kız kardeşinin bekaretine kafayı takmıştır. Jason, tam anlamıyla kötü bir adam portresi çizerken, ailesinden kalan son mirası kendi çıkarları için kullanmayı düşünmektedir. Tehdit edilen bakire Caddy, ağabeyinin aksine, onuru söz konusu olduğunda son derece umursamazdır. Ailenin en büyüğü Benjy ise bir geri zekâlı, bir tür yozlaşmış varistir. Bununla birlikte ruh hali, romanın hem yapısal bütünlüğü hem de biçimsel put kırıcılığı açısından önemli bir işleve sahiptir. Bunlara ek olarak çöküş halindeki bir aristokrasiye uygun ögelerin başında, inançlı köylülerden oluşan Dilsey ailesi ve onun tutarsız bir hastalık hastası anne ile hayata küsmüş bir entelektüel babadan müteşekkil ebeveyni gelir.

Bir Ailenin Çöküşü

Ses ve Öfke’deki olaylar gotik bir konağın atmosferinde başlayıp gittikçe yok olan bir mal varlığının özetini sunar okura. Özellikle Quentin’in Harvard’daki eğitimi ve Caddy’nin evliliği için gereken para elden çıkarılan son gayrimenkul ile sağlanır. Çocukların her biri ya bu bağlayıcı sınırları aşmalı ya da onun içinde kalmalıdır: Caddy bir adamla kaçar, Quentin intihar eder ve Jason Compsonlar’ın aristokratik geleneklerini çiğneyerek tali bir rolü kabul eder. Faulkner’ın romana yazdığı ekte ifade ettikleri gotik bir tema olarak bir evin yitirilişinin, dar anlamda bir ailenin yitişi olduğu düşüncesini kuvvetlendirir. Dilsey alt başlığıyla biten bölüm sadece “katlandılar” cümlesinden oluşur. Bu ikna edici ifade ironik bir biçimde Compsonlar’ın neyi başaramadıklarını özetler. 

Eki yazdığı 1946 yılında Faulkner’ın aklında, bir ailenin çöküşünü, tüm bölgenin çöküşüyle birlikte resmetmek vardır. Dilsey’in tahammül edişindeki erdem, ailesini ve elbette ırkını da işin içine alacak bir biçimde Faulkner’ın tüm “ötekileri”ni (yerli, kadın, siyah) kapsar ve bu durum onun beyaz kahramanlarının gözü dönmüş öfkesine ve Güney’in yeni kalpsiz tüccarlarının çıkarlarına tezat oluşturacak bir biçimde ortaya konur. Faulkner’ın edebiyat dünyasına hediye ettiği “snopesizm”, Compson ve Sartoris ailelerinin asil ve iktidarsız aristokratlarının aksine hem bir sınıfı hem de bir ırkı niteler. Bu türden modern, akılsal ve bilinçli bir kuvvete karşı, Faulkner’ın beyaz erkek kahramanları öfkeyle yanıt verir ve beyhude bir kahramanlık duygusuyla hareket ederler. Öte yandan idealize edilen ötekiler ise kararlı bir biçimde durumlarına tahammül ederek zaferlerini kutlarlar.

Dilsey bölümü ile siyah karakterlerin tahammülüne odaklanan ek bölüm arasındaki uyum, onların “normal” görünmelerine hizmet eder ve böylelikle Compsonlar’ın beyazlığını ortaya dökerek onların işlevsizliklerini gün yüzüne çıkarır. Dilsey’in sevecenliğinin ve yararcılığının aksine, patolojik bir beyazlık duygusu tüm beyaz toplumun içine işlemiştir. Bu bir yandan Benjy de dahil olmak üzere erkek karakterlerin takıntılarını, diğer yandan da Bayan Quentin’in erkekler arasında fark gözetmeyen “hafifmeşrepliğini” üretir. Beyaz kadınlarda rasgele cinsel ilişkide bulunma ön plandadır ve aynı zamanda siyah erkeklerin cinsel saldırganlığı karşısında bir tür tecavüz kompleksi olarak işlev görerek onların bu arzularına kısa devre yaptırır. Caddy, Bayan Quentin ve daha sonra Kutsal Sığınak’ta okurun karşısına çıkacak olan Temple Drake’in kontrol edilemeyen arzuları, sadece ailelerini değil tüm Güney’in toplumsal yapısını istikrarsızlaştıran bir işleve sahiptir. 

Parçalı Yapı ve Zaman

Ses ve Öfke, Faulknervari bir “çorak ülke” kurgusuna ve anlatı yapısı ile kahramanlarının yerleri doldurulamaz özelliklere sahiptir. Dört bölümün her biri, birbirine kenetlenmiş olmakla birlikte, hiçbiri birbirinin içine nüfuz etmeye çalışmaz. Bununla birlikte hiçbir anlatıcı, hatta dördüncü bölümdeki “yazar” bile kişisel öngörülerinin sınırlarını aşamaz. Roman, onu izleyen yapıtların bağlamında düşünülecek olursa tanı koyucu bir özelliğe sahiptir. Faulkner’ın yabancılaşma gerçekliğini acımasız bir biçimde resmetmesi ve parçası olduğu ıstırabı açıklığa kavuşturma isteği romanı ölümsüz kılar.   

Romanın ilk üç bölümü sırasıyla Benjy, Quentin ve Jason, son bölümü ise olay örgüsünde herhangi bir yeri olmayan bir anlatıcı tarafından anlatılır. Okur, ilk üç bölümdeki anlatıcı karakterlerinin ağzından, 20. yy.’ın başında Güney’in çöküşünün öznel tarihiyle birlikte Compsonlar’ı etkileyen olayları takip eder. Üç anlatıcının odaklandığı noktalardaki farklılık okuru, romanda ortak bir temel duygusunun eksikliğine ve gerçekliğin alımlanışındaki köşe taşlarının yokluğuna sevk eder. Son bölümdeki dışarıdan bir bakış atan anlatıcının varlığı, romanı gerçekçi bir metne daha çok yaklaştırır. Bununla birlikte gerçeklik durağan olamayacağı için Faulkner’ın yaptığı müdahale bu bölümü de etkiler gözükür. Olaylara belli bir bakış açısından bakarak, gerçekçi edebiyatın kurallarını izler, fakat nesnel bir biçim içinde öznel bir bakış açısının sıkışmışlığını da bünyesinde barındırarak ilk üç bölümün maskesini düşürür. Kutsal Cumartesi, Katolik yortusu, Paskalya Pazarı ve Kutsal Cuma gibi zamansal referansların oluşturduğu örüntü, romanın ortaya koyduğu Benjy, Quentin, Jason ve İsa arasındaki dolaylı ilişkilerle birlikte ölümden sonra dirilişle sonuçlanan mitsel söylemin bir bölümünü oluşturur. 

Benjy bölümü, tamamıyla nesnel bir biçimde anlatılır. Herhangi bir natüralist edebiyat yapıtındakinden daha fazla detaya sahiptir. Buna karşın Quentin ve Jason bölümleri fazlasıyla özneldir. Olay örgülerindeki bu kurgu, Benjy’nin herhangi bir emri “soyutlama”daki yeteneksizliğine tezat oluşturur. Bunlara ek olarak dördüncü bölümdeki ses, 19. yüzyılın klasik romancısının sesidir ve ilk üç bölümün özelliklerini aşırıya kaçmadan okura fısıldar: Gerçekten neler olduğunu anlattığı ölçüde nesnel (dolayısıyla okurun Quentin ve Jason’a olan inancı zayıflar) ve herhangi bir çarpıtmaya yer vermeyecek şekilde açıklayıcıdır. Dördüncü bölüm, üç kardeşin deneyime bütünüyle bağlı anlatılarını takip ederek, okurun herhangi bir kurguda beklediği açıklığa yanıt vermeye çalışır. Bu kurgu, romanın sonuna kadar okura neyi bilmesi gerektiğini söylemez.

Her ne kadar romanın her bölümü parçalı bir görünüm sergileyip farklı insanları bir araya getirse ve değişik biçimsel türleri denese de sonuçta roman, ne kadar işlevsiz olursa olsun, bir bütün olarak birleşmiş bir aile meydana getirir. Faulkner, her bir bölümdeki farklı biçimsel tekniklerin karşılaştırılması, önceden olmuş olaylara dair sonradan gelen açıklamalar aracılığıyla ve üç erkek kardeşi tematik olarak ilişkilendirerek, uyumlu ve birleşik bir kurgusal yapıt ortaya çıkarır. Sonuç olarak geriye “bir aptalın anlattığı kuru gürültüler ve deli saçmalarıyla dolu bir masal” kalır.

Tahrip Olmuş Ruhsal Dünyalar

Yayımlanmasından yaklaşık 90 yıl sonra, romanın okurları hâlâ etkileyen özelliklerinden biri Compsonlar’ın dünyasının merkezinde olan duygu ve düşüncenin kaotik durumudur. Bu, sakinlerinin fiziksel ve ruhsal dünyalarının tahrip olduğu ve bunun Faulkner tarafından simgesel olarak verildiği, yavaş yavaş bozulan bir dünyadır: Bayan Compson’un kendine acıması ve hastalık hastalığı, Bay Compson’un ölümcül alkolizmi, Benjy’nin geri zekâlılığı, Jason’ın sinizmi, Caddy’nin (ve kız kardeşinin) “hafifmeşrepliği” ve Quentin’in deliliği bu dünyanın yapıtaşlarını oluşturur. Her ne kadar neredeyse romanın tüm karakterleri çürümekte olan bu aristokratik dünya için biçilmiş kaftan olsa da ikinci bölümün anlatıcısı Quentin kendi biçareliği, sapkınlığı ve bencilliği tarafından yok edilen bu dünyayı anlatmada daha ustadır. Ailenin en yaşlı oğlu olarak, ailenin başına geçip Compsonlar’ın çizgisini sürdürmeyi ve Güney deneyiminin merkezinde yer alan geleneksel değerleri korumayı kendisine görev bilmiştir. Bununla birlikte Quentin bölümündeki düzen ve karmaşanın alışılmadık birlikteliği, Quentin’in yanıltıcı ve takıntılı imgelemi ile birlikte yaşam deneyimini anlamlandırmakta karşılaştığı zorluklar romanın kalbinde yatan çürüyen dünyanın farklı resimlerini okura sunar.

Romanını geleneksel yöntemlerle anlatamayan Faulkner, romana yepyeni bir soluk getirebilmek için deneysel denebilecek biçemsel tercihlerde bulunur. Ses ve Öfke’yi kaleme alırken, roman sanatına dair öngörülerine koşut bir biçimde, kendi bütünlüklerini arayan, grotesk parçalardan faydalanır. Bu bağlamda Ses ve Öfke, kendisini bir bütün olarak oluşturamayan parçaların eşsiz bir örneğini sunar. Her ne kadar Faulkner romanının bir bütün olarak başarısız olduğunu düşünse de (hikâyenin özünü hiçbir şekilde veremediğini düşünmektedir), parçaların birleştirilememelerine dair olan özelliği romanı 20. Yüzyıl romanları arasında önemli bir konuma yerleştirir.

Benjy

Faulkner, romana en masum olduğuna inandığı karakter olan “aptal” Benjy Compson ile başlamayı seçer. Benjy, 33 yaşında zihinsel engelli bir gençtir ve Faulkner’ın hakkında yazmak istediği Caddy’nin en küçük kardeşidir. Zihinsel engelli bir kişinin ağzından bir anlatı kurgulamak hiç de sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Faulkner, Benjy’nin hikâyesini etkin ve inandırıcı bir biçimde anlatabilmek için, yaratıcılığını ve geleneksel olmayan düzyazısını seferber eder. Sonuç birbirinden kopuk hikâyeler toplamıdır. Anlık düşünceler yerine, duyulara ait algı tarafından anlatılan bu hikâyeler, hiçbir kronolojiye sadık kalmaz ve bölük pörçük fragmanlar halinde metne saçılır. Faulkner’ın Benjy’nin zihni aracılığıyla zamanı ve akışı bozma çabası, etkin bir biçimde gerçekleştirilir ve okur zihinsel engelli bir kişinin zihnine “gerçekçi” bir bakış açısıyla bakabilir. 

Faulkner’in kendi sınıfı hakkında yazma mücadelesi, öneki romanı Sartoris ile birlikte ortaya konan sorunlardan sonra Ses ve Öfke’nin aptal anlatıcısı Benjy’de kısmi bir çözüme kavuşur gibidir. Benjy, yazarına hem bir dışarıdan bakış açısı hem de ona “keyif” almak için romanı yazmaya iten yaratıcı enerjiyi sağlar. Böylece hem bir aptal hem de bir Compson olan Benjy ve hem hiçbir işe yaramayan bir beyaz hem de bir Compson melezi olan Jason, Faulkner’ın daha sonraki romanlarında okurun karşısına çıkacak işe yaramayan beyaz karakterlerin ilk örneklerini meydana getirir. Ses ve Öfke, Faulkner’ın Kutsal Sığınak ve Döşeğimde Ölürken romanlarında cisimleşen, ırksal ayrımı biraz daha geri planda bırakıp sınıfsallığı öne çıkaran Güney’in gotik roman geleneğine geçişin başlangıcını oluşturur.

Quentin ve Dilsey

Quentin’in zihninin zamana dair saplantısı kendisini en dikkate değer biçimde, kullandığı dil ile birlikte romanın ilgili bölümünün yapısında gösterir. Geri kalan takıntılarının tümü, zamanla olan bu zihinsel meşgalesinin yansımalarından ibarettir. Bilinç durumunun şimdiki zamandan geçmişe doğru olan gelgitleri, bu meşgalenin yansımalarını oluşturur. Quentin için zaman ıstırap verici ve yıkıcıdır. Caddy’ye ve kendisine lanet okurken, geçmişi imgeleminde yeniden oluşturmaya çalışır.
Quentin’in aksine Dilsey Gibson’ın romandaki işlevi hâlâ tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Çoğu eleştirmen, romanın dördüncü bölümünün kahramanı Dilsey’in alışılageldik bir anneden bir azizeye kadar çok farklı karakter özelliklerini bünyesinde barındırdığından bahsetmiştir. Fakat Dilsey, nasıl bir anne figüründen daha fazlasıysa, azizlik mertebesinden de bir o kadar uzaktır. Aslında Dilsey, mükemmel olmaktan uzak ve dönüştürücü bir Tanrı inancına sahip sıradan bir kadındır.

Caddy

Ses ve Öfke Caddy’nin oynadığı role fazlasıyla empati kurarak yaklaşır. Caddy, zihinsel engelli Benjy’nin duygusal ilgisinin nesnesi, Quentin’in melankolik vicdanının simgesi ve sert Jason için kaçırılmış fırsatların temsilcisidir. Üç kardeşin de yaşamları bu kadın figürünün etrafında dönmekte ve Caddy’nin cinselliği aracılığıyla bildikleri dünya gitgide istikrarsızlaşmaktadır. Onun romantizm arzusu ve genç erkeklere olan ilgisi, bekâretini kaybetmesi, âşıkları, hamileliği ve Herbert Head ile olan evliliği Benjy ve özellikle Quentin’in dünyasını bütünüyle değiştirir. Head’in, Caddy’nin doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığını anlamasıyla bozulan evlilik, Caddy’nin isminin bile anılmasının Bayan Compson tarafından yasaklanmasına neden olur. Caddy’nin ağabeyi Quentin ile aynı ismi taşıyan çocuğu her şeye karşın aile tarafından kabul edilir ve Compsonlar ile birlikte yaşarken annesinin kötü davranışlarına maruz kalır. Sonunda tüm olanlara dayanamayan Caddy bir yabancıyla kaçar ve Jason’ın atış alanından uzaklaşabilir. Tüm bu olan biten, 1898 ile 1928 yılları arasını kapsarken, Amerika’nın toplumsal yapısının hızla değiştiği bir döneme denk gelir. Dolayısıyla romanda cinselliğin sunuluşu, yüzyıl dönümündeki çoğu yapıtın yapmaya çalıştığı gibi sınıfsal temel tarafından şekillenen yeni bir biçimde ortaya konulur.

Modernist yapıtlarda yabancılaşmamış, parçalanmamış bir kadın kimliği kendisini sıkça tekrar eden bir motiftir. Caddy, kamusal erkek dünyasıyla ilintili olan gelişmeye yabancıdır. Gelişmeye başladığı anda, cinselliğini keşfeder ve arzusunu tatmin etmeye hazır tehlikeli bir kadın haline gelir. Buradaki arzu sadece tensel değil, aynı zamanda tüketimle de ilgilidir. Caddy böylelikle yüzyıl başında yeni yeni şekillenmeye başlayan modern tüketim toplumundaki kadına bakışın bir savunucusu olur. Aynı zamanda Quentin’in temsil ettiği incelikli, estetize edilmiş erkek figürüne de bir tehdit oluşturur. Bu bağlamda Quentin, modern yaşamın sıradanlığının acımasız gerçekliğine karşı fildişi kulesinde yaşayan züppeyi temsil eder ve Caddy ile birlikte romandaki kadın karakterler de bayağılığın, sıradan insanların sıradan zevklerinin simgesi haline gelir.

Meta Fetişizmine Doğru Bir Nokta

Yukarıda belirtildiği gibi Caddy, Amerika’da 20’li yılların reklamcılık ve tüketim toplumu dünyasında tüketilmesi gereken bir meta işlevi görür. Tıpkı kapitalist toplumlardaki meta gibi mübadele edilir. Erkek kardeşleri onu, arzularının ve hayal kırıklıklarının bir simgesi, kaybolan geçmişlerinin özlemi olarak paylaşırlar. Nasıl bir metanın değeri piyasanın bileşenleri arasındaki ilişkiye bağlıysa, Caddy’nin anlamı da kardeşlerinin davranışına bağlıdır.

Marx için pre-kapitalist ve kapitalist toplumlar arasındaki fark, ilkinde meta fetişizminin henüz gelişmemiş ve insanlar arasındaki ilişkilerin hâlâ baskı, tahakküm ve kölelik ile gerçekleşiyor olmasıdır. Ses ve Öfke’nin okuru, içinde pre-kapitalist toplumun özelliklerini de barındıran kapitalist bir sistemle karşı karşıyadır. Caddy simgesel olarak ailenin erkek kardeşleriyle olan ilişkisi üzerinden tanımlanır ve bu, değişimin kapitalist yasalarına bire bir uyan bir mekanizmayı andırır. Buna karşın, aynı zamanda Jason ile olan ilişkisi pre-kapitalist toplumlardaki insanlar arasındaki ilişkilere benzer. Jason’ın arzularına boyun eğmek zorunda kalan Caddy’nin bu toplumlardaki herhangi bir köleden farkı yoktur. Bu yüzden Caddy, metnin içinde tıpkı bir noktaya benzer: İnsanlar arasındaki pre-kapitalist ilişkilerin, şeyler arasındaki kapitalist ilişkilere evrildiği bu nokta, romanın sonunda Jason’ın temsil ettiği meta mübadelesinin oluşturduğu sistemi yerle bir etmekle tehdit eder.

Ses ve Öfke, edebî tür kavramına, insani ve doğaya ait tüm imgelemlere her tür fırsatta saldıran bir başyapıttır. Bu çabasındaki içtenlikten ötürü, Ulysses ve Mrs. Dalloway gibi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kapitalizmin bunalımını irdeleyen yapıtlarla boy ölçüşebilmektedir. Faulkner romancılığının kaynağı olan bu yapıtta ortaya konan tüm sorunlarla daha sonra kaleme aldığı romanlarda da baş etmeye çalışmıştır. Örneğin Döşeğimde Ölürken’in kahramanı Addie’nin, yalıtılmış ve bağımsız aile üyelerine karşı sergilediği ironide olduğu gibi bu sorunlara temas ederken, Ağustos Işığı’nda da benzer bir biçimde karmaşık karakterlerin ve olay örgülerinin gerçek bir çözümüne varmayı denemiştir. Faulkner daima insanlığın ve dünyanın parçalı görünümünün gerçek bir düzenini aramaktadır. Fakat bu öyle bir düzendir ki parçalanmış görünümün içinden çıkmalıdır. İnsanlığın sahip olduğu gizilgüçten kendi yolunu bulmalı, böylelikle gerçekliğe dair olan hassasiyeti de göz önünde bulundurmalıdır.