Laiklik Sempozyumu: 'Düzen her krizden dinsellik dozajını daha da artırarak çıktı'

Laiklik Sempozyumu bugün ikinci günündeydi. Siyasal iktisat, eğitim ve kadın çalışmaları bugünün konularıydı.

irem yıldırım

Bir dizi akademisyen bir araya gelerek can alıcı ve yakıcı olan “laiklik” meselesini ele alıyor, hem de pek çok boyutuna değinmeye çalışarak. Hem siyasi hem akademik açıdan kıymetli olan girişimin ilk etkinliği, Laiklik Sempozyumu ikinci gününde de devam etti. 

Sempozyumun ikinci gününde de önemli konular ele alındı: Siyasal iktisat, eğitim ve kadın çalışmaları.

Kolaylaştırıcılığını Prof. Dr. Aziz Çelik’in yaptığı siyasal iktisat oturumunda ilk konuşmacı Dr. Ertuğrul Meşe’ydi. Meşe’nin konu başlığı “İslamcılık: Küresel Ağlar ve Aktörler”di ve konuşmasının özünde tarikatların küresel ilişkilerine değindi. Tarikatların yerli ve milli olduğu tezinin yanlışlığını savunan Meşe, "özellikle 1950’den sonra islamcılığın kökenlerinde millilik yoktur" diyerek ABD ve Nazi Almanyası dönemindeki ilişki öbeklerine değindi. Fethullah Gülen'in dostu, Rabıta ajanı Yaşar Tunagür, Rabıta'nın ve Türkiye'deki Faisal Finans'ın kurucusu Salih Özcan isimleri üzerinde uzun uzun durdu. Salih Özcan ve Turgut Özal’ın asker arkadaşı olduğunu söyleyen Meşe o dönem tabur komutanlarının Kenan Evren olduğunu notu da ekledi.

'Düzen her krizden dinsellik dozajını daha da artırarak çıktı'

İkinci konuşmacı soL yazarı, Doç. Dr. Fatih Yaşlı oldu. Yaşlı, “Türkiye yönetici sınıfı laiklikten ne zaman ve nasıl geçti?” sorusunu tartıştı. Konu başlığını biraz daha değiştirdiğini söyleyerek başladı sözlerine. Cumhuriyet’in 100. yılındayken 22 yılında cumhuriyeti hedef alan islamcıların iktidarda olduğuna dikkat çeken Yaşlı, bu duruma yanıt olarak komünizmle mücadeleye dikkat çekti. Türkiye yönetici sınıfı laiklikten ya da cumhuriyetten neden vazgeçti sorusuna yanıt veren Yaşlı şunları söyledi:

“Liberal bir paradigma olan merkez-çevre değil şunu görmemiz gerekiyor, devletle Türk sağı arasında kurulan komünizmle mücadele mutabakatı neden kuruldu? Burada önemli üç tarih var, hepsi de düzenin yaşadığı hegemonya krizleriyle ilişkili.”

Yaşlı şu 3 tarihi verdi: 1946, 1980 ve 2001.

Doç. Dr. Fatih Yaşlı, Prof. Dr. Aziz Çelik, Dr. Ertuğrul Meşe, Dr. Sait Çakır. (Soldan sağa)

1946’da savaş koşullarının getirdiği yoksulluğa dikkat çeken Yaşlı, “Tek parti iktidarı jandarma ve vergi tahsildarıyla özdeşleştirilmesi bu döneme denk düşüyor” dedi. IMF, Dünya Bankası ve NATO üyelikleri adımları atıldığını hatırlattı.

İkinci miladın 12 Eylül yani başka bir hegemonya krizinin yükselen solla geldiğini anlatan Yaşlı, burada çözümün darbeyle geldiğini aktardı. Buradaki hegemonya projesinin Aydınlar Ocağı olduğunu anlattı.

Son olarak 2001’den bahseden Yaşlı, burada iki karşı hegemonik güç var biri Kürt hareketi diğeri siyasal islam olduğunu söyledi ve ekledi:

“Siyasal İslam kendisine açılan kapılardan içeri girerek devlete meydan okuyor. Düzen bu sefer doğrudan değil, ‘post-modern’ darbeyle çözmeye çalışıyor. Türkiye sermaye sınıfının 2000’lerin başında ihtiyaç duyduğu hareket AKP, askeriyenin duyduğu hareket de AKP, ABD’nin emperyalizmin Türkiye’ye baktığında gördüğü fikir Erdoğan-Gül ikilisi ve AKP. Dinselleşmenin üçüncü aşaması yine düzenin 10-12 yıllık bir hegemonik bunalımına tekabül ediyor. Ve AKP 20 yıllık süreçte sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratmış, dinselliğin dozajını da arttırmıştır.”

Düzenin yaşadığı hegemonya krizleri olarak adlandırdığı bu 3 tarihe parantez açan Yaşlı en baştaki soruya, düzenin her krizden dinsellik dozajını daha da artırarak çıktığı yanıtını verdi. Yaşlı, “Komünizmle mücadele aynı zamanda cumhuriyetle de mücadele olarak yansıdı” dedi. Düzenin yeni bir hegemonya bunalımına doğru ilerlediğini söyleyen Yaşlı sözlerini şu soruyla sonlandırdı:

“Buradan yeni bir hegemonya projesinin düzen kendisine nasıl kuracak? Türkiye sermaye sınıfı nasıl kuracak? Öte yandan da halk, emekçiler, sosyalistler kendi karşı hegemonya projelerini yaratıp bunun üzerinden bir siyasi mücadele örebilecekler mi?”

'AKP’nin doğum lekesi TÜSİAD’dır'

Oturumun son konuşmacısı Dr. Sait Çakır, “Ekonomik Krizde Büyük Burjuvazi ile İslamcı İktidar: Nas ve Faizin Ötesinde” başlığını ele aldı. Çakır, tüm sunumunun özünde şunu söyledi: “AKP’nin "nas politikası", patronların ve sermayenin lehine, işçi sınıfının aleyhine sonuçlar doğurdu”.

2007 “teğet geçti” krizi ve 2018 Brunson krizlerine de değinerek "nas politikalarının" arka planına geçen Çakır, “Erdoğan’ın merkezi iktidarı kaybetmemek için yürürlüğe koyduğu kredi-faiz çekişli büyüme politikası” olduğunu söyledi. Tercih edilme sebebinin liyakatsız kadrolar değil, “2023 seçimlerine matuf büyüme tercihi” olduğunu da dile getirdi. AKP’nin genel olarak sermayenin, özellikle de büyük sermayenin yani TÜSİAD’ın partisi olduğunu söyledi hatta şöyle bir benzetme kullandı: “AKP’nin doğum lekesi TÜSİAD’dır”. Hatta, "nas politikalarından" özel olarak en çok TÜSİAD’ın yarar sağladığını da ekledi.

Verdiği bilgiler arasında 2016-2022 yılları arasında emeğin payının 10 puan azaldığı da vardı. TÜSİAD’a bağlı en büyük 4 holdingin grubunun "Nas" döneminde hem cirolarının hem de kâr paylarının arttığını grafiklerle gösterdi:

'Bu politikalardan en çok TÜSİAD yararlanmıştır'

Çakır, 128 milyar dolarla ilgili de ilgi çarpıcı bir ipucu verdi. Çakır, döviz cinsinden borçlanan özel sektörün, devletin arka kapıdan yani sübvansiyonlu sattığı dolarları aldığını yani özel sektörün dolar borcunun kamulaştırıldığını söyledi:

“Çok çok ağladıkları o politikalarla kendi bilançolarını düzeltip, kamunun yani emekçi halkın bütçeleriyle kurulan bu kamu sektörünün bilançosunu bozmuşlardır.”

Dr. Sait Çakır son olarak şunları söyledi:

“Nas politikaları düşük faizle yüksek enflasyon yaratarak, ne sermayenin iç savaşı ne de bir takım liyakatsız kadroların vermiş olduğu irrasyonel kararlar, bu politika aslında sermayenin emekçi halka karşı ilan etmiş olduğu bir sınıf savaşıdır. Gördüğümüz üzere bu politikalardan küçük ölçekli ihracat yapan kobiler, odalar, MÜSİAD gibi AKP’nin organik tabanı olarak adlandırılan sermaye sınıfından ziyade fiyat belirleme tekeline, pazar gücüne sahip, en büyük oligarşi TÜSİAD yararlanmıştır.”

'Laiklik karşıtı bir laiklik söylemi yükselttiler'

Dördüncü oturumun konusu eğitimdi. Kolaylaştırıcılığını Doç. Dr. Bora Erdağı’nın yaptığı oturumun ilk konuşmacısı Prof. Dr. Ahmet Yıldız’dı. “Türkiye’de Laik ve Karma Eğitim Tartışmaları” başlığını ele alan Yıldız, konuşmasına laikliğin en çok saldırı altında olduğu dönemde olduğu tespitiyle başladı. Laik üzerinde hegemonyanın çok ağır olduğunu ve bu ablukanın dağılması gerektiğini dile getirdi.

Prof. Dr. Yıldız'ın sunum sırasında gösterdiği karikatür.

Özellikle taşrada, hatta kentlerin merkeze uzak noktalarında fiilen karma eğitimin bittiğine değindi. Liberallerin ve özellikle islamcıların karma eğitime karşı tartışma yürüttüğünü dile getiren Yıldız, “Eğitim dediğimiz şey çocukların farklılıklarını deneyimleyecekleri mi tersi mi olacak? Toplumsal bütünleşmeyi mi sağlayacak yoksa bu liberal politikalarla ayrışmayı mı sağlayacak? Artık sınıfsallığın keskinleştiği sınıflar var okullarda. Karma eğitim laiklik meselesinin kalbindedir” dedi.

Karma eğitim karşıtlığının liberaller ve islamcılar tarafından yürütüldüğünü saptayan Yıldız, “İslamcılar aslında kız-erkek beraber okusun istemiyordu. Ama bu fikir geniş kamuoyunda kabul gören bir fikir olmadığı için bu referans çerçevesini genişletecek bir bilme biçimine ihtiyaçları vardı ve orada liberaller müthiş bir katkı verdi islamcılara. Laiklik karşıtı bir laiklik söylemi yükselttiler. Özgürlükçü laiklik gibi benzetmeler koyarak laikliğin baskıcı olduğu izlenimini güçlendirdiler. Her saldırıyla da karma eğitime saldırının alanı büyüdü” dedi.

Milli Eğitim Bakanı’nın karma eğitim karşıtı açıklamasına da değinen Yıldız, “Revize edilmiş bir takiyecilik örneği” benzetmesi yaptı.

Dr. Nazlı Somel, Dr. Nurcan Korkmaz, Doç. Dr. Bora Erdağı, Prof. Dr. Ahmet Yıldız. (Soldan sağa)

'Fikri hegemonyanın yeniden kazanılması lazım'

İkinci konuşmacı Dr. Nurcan Korkmaz, “AKP’nin Eğitimde İslamizasyon Politikalarında Neoliberal Katkılar” başlığını ele aldı. Korkmaz konuyu 3 farklı örnekle yaklaştı.

Birinci örnek 4+4+4 yasası, ikincisi önlük zorunluluğunun kaldırılması ve öğrencilerin başörtüsü takmasına kadar açılan yol ve üçüncü olarak da sivil toplumculuk kılıfıyla okullara tarikat ve cemaatlerin girmesini ele aldı.

İlk örnekten başladı. Erdoğan’ın sözleri “dindar ve kindar nesil”in söyleminin ilk adımı olarak 2012’de yasalaşan 4+4+4 yasasını ele aldı. AKP öncesinde de olan eğitimin piyasalaşmasıyla dinselleşmenin birleştiğini ve böylece bir saldırı başlatıldığına dikkat çeken Korkmaz, konunun  ideolojik değil pedagojik tartışmalara hapsedilmesinin bugün gelinen noktaya sebep olduğunu dile getirdi. SETA’nın, SASAM’ın, sağ-dinci partilerin, kürt muhalefet bloğunun, sol liberallerin yasayı özgürlükçü ve demokratik olduğu söylemiyle savunduğunu da söyledi. 

İslamizasyon sürecinin 2012’de alınan formanın kaldırılmasıyla devam ettiğini dile getiren Korkmaz, 2014 yılında da okullarla ilgili kılık kıyafet kanununda yapılan “başı açık” ibaresinin kaldırılmasıyla başörtüsünün okul öncesi eğitime kadar yolunun açıldığını söyledi. Korkmaz, “Hem sol feministler hem de sol liberaller ‘özgürlük’ desteği verdi” dedi. Bu desteğin sonucu olarak da tarikatlarda 6 yaşında çocukların “evlendirilmesi” noktasına gelişi hatırlattı.

Korkmaz, okul kültürünün sivil toplumculuk söylemiyle cemaat ve tarikatların okullara girmesiyle bozulduğunu anlattı. Sözlerinin sonuna doğru, fikri hegemonyanın yeniden kazanılmasının önemine vurgu yaptı.

Üçüncü konuşmacı Dr. Nazlı Somel, “Müfredatı sadeleştirmek: Gericileşen Burjuvazi Müfredatlardan Neleri Çıkardı?” başlığında konuştu. Yurtdışındaki örnekleri inceleyen Somel, sermayeyi elinde bulunduranların eğitim sistemini şekillendirmesine dikkat çekti.

Yarın son gün

Günün son oturumu, yani 5. oturum kadın çalışmaları üzerineydi. Kolaylaştırıcılığını Prof. Dr. Cangül Örnek’in yaptığı oturumda Dr. Funda Hülagü, “Medeni Kanun Çatışmalarında Laiklik, Sınıflar ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, Dr. Nejla Doğan “İslamcılık ve Liberalizm Kıskacında Laik Eğitim ve Kadınlar” başlığını ele aldı. Son olarak Doç. Dr. Yeşim Yasin ise “Bir Eşitlik Reçetesi: Adil, Tarafsız ve Kapsayıcı Sağlık Hizmetlerinde Laikliğin Rolü” başlığında konuştu.

Doç. Dr. Yeşim Yasin, Prof. Dr. Cangül Örnek, Dr. Nejla Doğan. (Soldan sağa)

Yarın sempozyumun son günü. İlk oturum saat 11:00’de başlayacak. 

Programın tamamı: