İletişim takviminin düşündürdükleri

Bu yıl çocuklarımden gelen armağanlar arasında en çok ilgimi çeken İletişim Yayınları tarafından basılan ‘ Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi’ oldu. Çocukluğumdaki saatli maarif takvimlerini anımsattı bana.

Sayfaları çevirdikçe takvimin bir ‘edebiyat’ tarihi derlemesinin ötesine geçtiğini, dünya ve Türkiye’ye dair bir siyasal - toplumsal olaylar seçkisi olduğunu farkettim. Paris Komünü, 1951 TKP tutuklaması, Komer olayı, 1950lerde Ankara Dil Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde ilerici, devrimci öğretim üyelerinin kıyımı, Denizlerin yargılanmaları ve idamları, Metin Göktepe’nin, Uğur Mumcu’nun katledilmesi, Madımak kıyımı, Kanlı Pazar gibi başlıkların varlığı beni mutlu etti çünkü ülke ve dünya tarihinde yaşanmış bu önemli tarihsel, toplumsal ve siyasal olayların, İletişim Takvimi ve benzeri yayınlar yoluyla, toplumsal bellekte yer etmesi ve kuşaktan kuşağa devredilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ne var ki, yine birçoğumuzun ezbere bildiği bazı olayların tarihlerine ilişkin sayfalara baktığımda ciddi eksikliklerin olduğunu gördüm. İnternet ortamında da olsa bunların tümünü bir yazıya sığdırmak olanaksız ama birkaçına değinmek istiyorum.

13 Şubat, Türkiye tarihinde çok önemli iki olayı simgeler. Bunlardan birincisi, bu yıl 55. Kuruluş yılını kutladığımız Türkiye İşçi Partisi (TİP)’ in kurulmasıdır. Aydınların, sendikacıların ve Kürt hareketinin devrimci, ilerici kesimlerini bir araya getirmeyi başaran ve Türkiye sosyalist-komünist solunun tümünün desteğini alan, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm bayrağını yükseltmekte önemli katkıları olan bu legal sosyalist oluşum, milli bakiye seçim sisteminden de yararlanarak TBMM’de – ülke tarihinde ilk kez- 15 milletvekili ile temsil edilmeyi başarmıştır.

İkinci önemli olay, 1967’nin yine aynı günü, Türk İş’ten ayrılan dört sendika (Maden iş, Lastik iş, Basın iş ve Gıda iş) tarafından DİSK’in kurulmasıdır. Konfederasyonun amacı, işçi sınıfının ülke yönetimine ağırlığını koymasının sağlanması, kula kulluğa son verilmesi ve sosyal adaletin gerçekleştirilmesi olarak ifade edilmiştir. Refik Erduran’ın Milliyet’teki köşesinde yer alan “ … Bu DİSK öyle bir silah ki nükleer başlıklı füzeler haltetmiş yanında çünkü gücünü uranyumdan değil insan zekâsından, insan haysiyetinden alıyor…” sözleri, bu yeni devrimci işçi kuruluşu karşısında topluma yayılan heyecanın güzel bir ifadesidir.

Takvimi düzenleyenler, 1945 yılının 13 Şubatında, Sovyet Kızıl Ordusunun Budapeşte’ yi Nazilerden kurtardığını yazmayı unutmuş olabilirler ama bu iki olayın takvimde bulunmaması büyük eksikliktir.

8 Mart (2008)’de TİP’in önde gelen üç isminden birisi olan Sadun Aren’in ölümü, Gezi olayları sırasında ekmek almaya giderken polisin başına sıktığı gaz kapsülü ile vurulan ve neredeyse bir yıla yakın ölüme direnen Berkin Elvan’ı 11 Mart (2014)’de yitirişimiz, 12 Mart 1971 askeri cuntası ve Denizlerin idamını önlemek isteyen Mahir Çayan ve arkadaşlarının 31 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilmeleri, Mart ayında unutulan önemli olaylar arasında.

Mayıs yapraklarında, 52 kişiyi yitirdiğimiz Reyhanlı Katliamı (11 Mayıs 2013)’ nı göremedim. Sait Faik armağanı alan Tahsin Yücel, Ayla Kutlu, Necati Cumalı, Muzaffer Buyrukçu, Tomris Uyar, Bilge Karasu, Adnan Özyalçıner, Fakir Baykurt, Haldun Taner, Orhan Kemal ve daha bir çok değerli yazar arasından sadece Oya Baydar’ın seçilip yazılmasını da kavramakta zorluk çektim.

Haziran ayı da ilginç bellek yitimlerine sahne olmuş. Örneğin, 1 Haziran 2013’de yitirdiğimiz Ethem Sarısülük anımsanmışken, 2 Haziran’da öldürülen Gezi gençlerinden Mehmet Ayvalıtaş, 3 Haziran’da yine Gezi olaylarında yitirdiğimiz  Abdullah Cömert, 19 Haziran’da Lice’de vurulan Medeni Yıldırım unutulmuş. Dünya emekçi kadınlarına 8 Mart’ı armağan etmiş Alman devrimci Clara Zetkin’i 20 Haziran 1933’de kaybetmiştik ama bu bilgi de takvimde yok. Ülkemizi sarsan en büyük işçi hareketlerinden 15-16 Haziran Hareketi de takvim sayfalarında yer verilmeyenlerden.

Temmuz ayında, Suruç Katliamına (20 Temmuz 2015)  ve 10 Temmuz 1995’de yitirdiğimiz TİP’in ilk genel başkanı M. Ali Aybar’ın ölümüne yer verilmemiş.

Kasım ayında da önemli boşluklar var. 7 Kasım’da, HIV testi pozitif çıkan bir sporcunun basketbolu bırakması ve Orhan Pamuk’un aldığı ‘Le Prix Médicis Etranger’ ödülü haberlerini okuyoruz ama emekçi sınıfların, Paris Komünü denemesini izleyen ilk iktidar kazanımını, 7 Kasım 1917 Ekim Devrimini takvim sayfalarında göremiyoruz. 7 Kasımda içimi acıtan  bir diğer nisyan ise, Onur Yayınları sahibi İlhan Erdost’un 12 Eylül askeri darbesi yıllarında (1982’de) Mamak askeri cezaevinde bir askeri araç içinde dövülerek öldürülmesi…

Aralık ayında, 12 Eylül askeri cuntasının idam ettiği, 17 yaşındaki genç devrimci Erdal Eren’i 13 Aralık 1980’de yitirdiğimiz haberini de göremedim.

Bu değiniler hızla yapılmış bir ön araştırmanın ürünü. Daha titiz ve ince bir okuma ile başka nisyan olayları da saptayabiliriz ancak okurun sabrını zorlayarak yazıyı uzatmak istemiyorum. Yine de son bir noktaya daha değinmeden geçemeyeceğim.

Son yıllarda, Alman faşizminin düşünsel temellerinin oluşturulmasında etkin olmuş, üniversitelerde ve başka kurumlarda bu yapıya destek vermiş düşünürlerin ön plâna çıkarıldıklarını görmekteyiz. F. Nietzsche bunlardan birisi. Takvimde de, esprili bir biçimde, Alman düşünür bize sürekli olarak anımsatılmakta.

F. Nietzsche’nin eserleri ve düşünsel kavramlarının tartışılması bir köşe yazısının sınırlarını çok aşar. Ne var ki, Alman ve İtalyan faşizminin liderlerinin ve rejimin ideologlarının onun üstinsan (übermensch)  gibi bazı kavramlarından, savaşa ve ırka dair düşüncelerinden ilham aldıkları bilinen bir gerçektir. Weimar’da Nietzsche arşivlerinin direktörü Alfred Baeumler, ‘Hitler hareketinin değerlendirilmesi ve yorumlanmasını, ‘faşizmin vaftiz babası’ olarak nitelediği Nietzsche’nin kan, kültürlerin çöküşü gibi konulardaki düşünceleri üzerine yaptığı çalışmalara borçlu olduğunu ve Nazilerin hayal ettikleri Alman devletinin,  Nietzsche’nin ruhundan ve Büyük Savaştan yaratılacağını söyler.  Sosyalizmden Nietzsche  sayesinde kurtulduğunu iddia eden  İtalyan faşist lider Mussolini’nin ve nazi lider Hitler’in de Nietzsche  ile yakından ilgilendiklerini görürüz.  Alman düşünürün eserlerini yayımlatan ve onun öğretisi üzerine dersler veren  Mussolini’ye göre faşizm Nietzsche‘ nin düşüncelerinin hayata geçirilmesidir.  Hitler de siyasal eylemini Nietzsche’nin amaçlarının gerçekleşmesi olarak görür.  1933’den önce de sık sık Weimar’a giden Hitler’in,  1938’de  Nietzsche  anısına bir mabedin yapılması için yüklü miktarda para verdiği görülür. Ve 1943 Ağustosunda arkadaşı Mussolini’ye özel bir Nietzsche toplu eserler baskısı yollamayı da ihmal etmez.

1933 Almanyası’nda, Marx, Engels, Lenin’in eserleri başta olmak üzere tüm Marksist külliyatın, A. Einstein, W. Benjamin, B. Brecht, F. Kafka, E. Hemingway, H.G. Wells, S. Zweig, A. Gide, V. Hugo, T. Mann, J. London, S. Freud, H. Heine, G. Lukacs, R. Rolland, U. Sinclair, M. Gorki, A. Huxley gibi 94 yazar, düşünür ve ozanın eserleri meydanlarda yakılırken, Nietzsche’nin, dilimize ‘Böyle buyurdu Zerdüşt’  adıyla çevrilen kitabının 165 bin kopyasının İkinci Dünya Savaşı yıllarında Alman askerlerine dağıtılması, Nietzsche’nin düşüncesindeki bazı yaklaşımların faşizme bilinçli ya da bilinçsiz bir katkısının olduğunu düşündürmektedir .

Özetle, Alman ve İtalyan faşist liderlerinin  Nietzsche  sevgisi ve hayranlığının yanı sıra, Alman düşünürün eserlerindeki bazı kavramların 3. Reich’da ırkçılığı, şiddeti, faşizmi ve emperyalizmi ve beyaz ırk üstünlüğü düşüncesini desteklemekte kullanıldığı rahatlıkla söylenebilir.  

Gelecek yıl, daha özenli ve daha kapsamlı bir takvimde, Marx’a, Engels’e, Lenin’e, Albert Einstein’a, J.P. Sartre’a, B. Russell’a daha sık rastlayabileceğimiz bir takvimde  buluşmak dileğiyle.