Ankara’da bir serginin ardından

Ben ağacın resmini çizdim,

Hiç kimse için..

Daha ne yapraklarını yapıştırdım,

Ne de adını koydum

Yemişlerinin..

Onu

Bir anlama yakıştırdım.

***

Adınıza büyüyor belleğimde ağaç,

Başka ağaçlar doğuruyor;

Büyümeyi bölüşüyorlar gölgelerinde..

Dal-dal, yaprak-yaprak öpüşüyorlar..

Çizmez olaydım, bizi soruyorlar..

Dönüp bizlere bakıyorum:

Dövüşüyorlar.” (Ö. Asaf, “Çizim”)

Sevgili Erdoğan Berktay bir konuşmamızda en önemli haberlerin gazetelerin son sayfalarının dikkat çekmeyen köşelerinde yer aldığını söylemişti. Burjuva basınının bu bilinçli tercihini sık sık anımsarım. Ressam Vicdan Kara Bek’in Ocak ayının ilk on beş günü Mustafa Ayaz sergi salonunda açtığı resim sergisini ziyaret ettiğimde Berktay’ın bu yargısını bir kez daha düşündüm. 

Vicdan’ın resimlerinde insan ve doğa iç içe, yan yana. Kuşlar, kediler ve atlar, ailesi ve dostlarıyla el ele vererek karşılıyorlar sizi.  Özellikle ressamın başarılı bir biçimde tuvale yansıttığı atlar çok etkileyici. Onları keyifle seyrederken birkaç yıl önce yitirdiğimiz Ahmet Cemal’in Türkçeye kazandırdığı “Gerçekçiliğin Evrensel Mirası” adlı kitapta okuduğum bir yazı aklıma geldi. Değerli bir yazar ve düşünce insanı olan Anna Seghers, bu kitapta yer alan “Resimleşen Zaman” başlıklı denemesinde Meksika fresklerini ele alır. Yazıda fresklerin tarihi, Meksika halkı ve dünya halkları açısından taşıdığı önem, yazarın engin tarih bilgisi, sosyalist bilinci ve akıcı kalemiyle bizlere aktarılır. 1920’de Diego Rivera, Orozco,  Soqueiros,  Xavier Guerrero, Charlot gibi ünlü ressamlar bir araya gelerek halkın çoğunluğunun okuryazar olmadığı yarı sömürge bir toplumda yapacakları fresklerin içeriğini tartışırlar. Sonunda, bakanlıkların, kentlerdeki konutların, okulların duvarlarına ülkenin tarihi bu maharetli eller vasıtasıyla resmedilir. Fresklerdeki resimlerde büyük köylü lideri Emiliano Zapata da vardır elbette. Zapata atını tutmaktadır bir eliyle. Seghers, bu resmi izleyen bir Meksika köylüsünün olası duygularını dile getirir denemede. Ona göre, izleyici köylü Zapata’nın atının, dışarıda bir ağaca bağlayıp bıraktığı atına benzediğini düşünecek ve gülümseyecektir. Yazar, söz konusu resmin, “zamanı çok arı ve beceriksizce lekelenmiş olmaktan uzak” olarak yansıttığını iddia eder. Buradaki sanat, at imgesi dolayımıyla, köylüyle liderini de kaynaştırmaktadır bir bakıma.

Atlara bakarken, Nazım’ın “Salkım Söğüt”ünü, Avni Arbaş’ın atları için yazdığı şiirleri de düşündüm. Vicdan’ın atları Kızıl Ordunun ya da Kuvay-ı Milliye’nin atları değil ama onlar bir ovadan, bir tarladan, bir yoldan, karlar içindeki bir köyden tüm doğallıklarıyla kopup gelmişler Ankara’ya. Haksızlıklara, baskılara karşı o güzel başlarıyla, diri gövdeleriyle dimdik ve isyandalar. En azından bende uyandırdıkları duygular böyle.

Serginin sürprizi ise hemen girişte yer alan iki kadim dost, dar günlerin dostu iki güzel insanı Halit Çelenk ve Mustafa Ekmekçi. Karşı karşıya duruyorlar. Mustafa ağabey Halit Çelenk’e o sımsıcak, dost gözleriyle bakıyor. Çelenk de “sevgili Ekmekçi”sine bilgi vermek istiyor gibi hafif bir gülümsemeyle elindeki notlara bakıyor. Bir zamanlar olduğu gibi dertleşip halleşiyorlar. Çelenk, devrimci avukatların, aydınların, sendikacıların, işçilerin, akademisyenlerin yargılandıkları davaların savunmanı olarak güncel haberleri aktarıyor Ekmekçi’ye. Mustafa ağabey, ertesi gün, 12 Mart ve 12 Eylül’deki “Eylem’li” ve “Özlem’li” yazılarında olduğu gibi bu haberleri kendine özgü üslubuyla dillendirecek gazetedeki köşesinde. Bir süre sonra ise bu yazılarını toplayarak yeni bir yeni kitap çıkaracak; “faşizme karşı direnenlere” adadığı “Gün Ola Harman Ola”, “12 Eylül Yazıları” gibi. Çelenk de “Hukuksuz Demokrasi”sine yeni sayfalar ekleyerek bir kez daha basıma yollayacak…

Heykeltraş Ossip Zadkine sanatçının yaşamayı seçtiği her ülkede yalnızca resim ve heykel yaparak toplumsal bir işlev yerine getirdiğini söylerken John Berger de “Resim yapmak yaygın bir direniş eylemidir ve umutlanmayı teşvik edebilir” der. Vicdan’ın sergisi bence bu yargıları doğruluyor?

Sevgili Vicdan Kara Bek,

Elinden fırça ve paletin hiç eksilmesin!

Doğanın ve onun parçası olan insanın aydınlık yüzünü, güzelliğini, umudunu bizlere taşıdığın için çok sağol ve hep bizimle ol.