Yaşasın, ekmek bitti!

John Heartfield, 1891 yılında Berlin’de doğup, 1968’de Doğu Berlin’de ölmüş komünist bir sanatçı.

En çok 1930’lu yıllarda yaptığı Nazi aleyhtarı fotomontaj çalışmalarıyla tanınıyor. Bunlar için keskin, çok güçlü politik hiciv çalışmaları diyebiliriz. Yaratıcılığın ve mücadeleciliğin damgasını vurduğu bir yaşam sürmüş. Gerçek adı Helmut Herzfeld olduğu halde Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Alman halkına musallat olmuş kaba ve şoven İngiliz aleyhtarı histeriye dönük bir protesto olarak John Heartfield adını kullanmaya başlamış. 1918 yılında Alman Komünist Partisi’nin üyesi olmuş. Brecht ve Piscator gibi iki büyük tiyatro insanıyla buluşmuş ilerleyen yıllarda. Tiyatro setleri yapmış. Rotogravür olarak bilinen bir fotomontaj tekniğini (Fotoşopla karışmasın!) kullanarak propaganda afişleri, kitap kapakları hazırlamış.

Heartfield’in yaşam öyküsünü burada kesip, konumuz olan yapıtına dönelim.

GOERING’DEN ‘AYŞE TEYZE’ İÇİN TEREYAĞI FELSEFESİ

1935 yılında Rotogravür tekniğiyle hazırlamış bu afişi: Hurra! Tereyağ bitti.

Goering’in yaptığı bir konuşmadan alıntı var fotoğrafın altında. 1935 yılında Goering Hamburg’da böyle demiş: Bir imparatorluğu güçlü kılan hep demir olmuştur. Tereyağ ve salamsa en fazla şişmanlatır!

Goering 1936’da da tereyağı konusuna girmiş, yine Hamburg’da: Uluslararası arenaya baktığınızda bazı halkların ciddi bir işitme güçlüğü yaşadıklarını görürsünüz. Onların dinlemesi için silahların patladığını duymaları gerekir. Yağımız yok arkadaşlar ama size soruyorum: Tereyağınız olsun mu istersiniz, silahlarınız mı? Salam mı sunalım size, demir cevheri mi?

Heartfield’in kendisinden de ünlü afişi Goering’in (1935’teki) sözleri üzerine yazılmış.

Henüz Almanya kanlı bir savaşa bütünüyle batmamış, Rusya soğuğuna bıraktığı evlatlarının yerine çocukları silahlandırıp cepheye sürmeye başlamamışken...

Bilmem anlatabildim mi?

‘SAVAŞ NE KÖTÜ ŞEY DEĞİL Mİ?’

Anlatabilmiş olsam da anlatmam gereken şeyler bitmedi.

Savaştan, silahlanmadan söz edildiğinde bazı insanlar hemen aynı laflara sarılır.

“İnsanlarımız açken, silahlara niye para veriyoruz? Bir avuç savaş ağası kazansın diye niye biz ekmeğimizden oluyoruz? Savaşlarla, silahlanmayla bu kadar harcamasaydık varlığımızı, şimdi refah içinde yaşıyor olurduk. Bu mantıksızlığa bir son verelim!”

Şüphesiz komünist Heartfield bir Nazi propagandistinin ahmaklık yüklü ajitasyonunu alaya alırken, işin bu kadar basit olmadığını biliyordu.

Emeği, toprağı, alınterini ve ülke zenginliklerini silahlara gömen basit bir mantıksızlık, anlaşılmaz bir aptallık değildi.

Almanyayı, 1930’larda kötü yola düşüren şey, aptallıktan ve milliyetçi hezeyanlardan kurtulamaması değildi. Kapitalizmden kurtulamadı ve emperyalist rekabetin oyunun kuralı olduğu bir dünyada Goering haklıydı: Salam ve tereyağını değil silahları tercih etti. Böylece hem başkalarının tereyağına el koyacak, hem de kendi tereyağını kaptırmayacaktı.

Kendi derken...

Kapitalistlerin sahip olduğu zenginliklerden söz ediyoruz elbette. Alman işçilerine kemikleri düşen zenginliklerden.

EKMEK HENÜZ BİTMEDİ, SADECE GRAMAJI DÜŞTÜ!

Dehşetli bir yoksullaşma, her gün biraz daha kendini hissettiren bir hayat pahalılığıyla yüzleşen Türkiye, elbette mütevazı ölçülerde, savaşa ve işgale yeltenmiş durumda..

Ağır bir borç yükü, sanayide dışa bağımlılık, aşırı çalışmaya eşlik eden büyük bir işsizlikle birlikte dikkat çekici bir biçimde savunma (savaş!) sanayiinde ilerliyor. Silahlanmakla, savaşa parasını gömmekle yetinmiyor, savaştan para kazanmaya çalışıyor Türkiye- sermaye sınıfı.

Bu tabloda birileri “içimiz kan ağlayarak, milli birlik için savaşa oy vereceğiz” diyor. Başka birileri de “savaş istemiyoruz, analar ağlamasın, halklar kardeş olsun. Suriye Kürtlerini savaş ağalarına ezdirmeyelim” diyor.

İnanılır gibi değil ama her ikisini birden söyleyen de var! Daha doğrusu bir süre birini, bir süre ötekini söyleyen...

Nazizm, kapitalist Almanya için tek çıkış yoluydu. Çıkış demeyelim... Devam edilebilecek tek yoldu, kapitalist Almanya için. Versay anlaşmasının kanlı sıcak demirini parçalamak, fabrikalarını işletmek, büyümek hep büyümek isteyen sermayesini büyütmek için. Bu yoldan aydınlığa değil, ölçüsüz bir karanlığa, onur kırıklığına ve alçaklığa açıldı.

Faşizm devrimini yapamayan işçi sınıfına kesilen bir cezaydı!

Ölçekler farklı, mekanizmada, neden sonuç ilişkilerinde de önemli farklar var.

Her şey bir yana Türkiye kapitalizmi Erdoğan’ın önüne koyduğu islamcı militarizmi hazmedip, onunla beslenebilecek gibi durmuyor.

Öte yandan, sermaye sınıfımız Goering’in kendisine sorduğu soruya hiç gözünü kırpmadan aynı yanıtı verecektir: İşçi evlerine girecek ekmek mi lazım bize, türbin motorlarımızı döndürecek petrol mü? “Elbette ikincisi!”

İşçi sınıfının vereceği yanıt ne olur peki?

Tereyağı mı?

Hayır. Bize işçi iktidarı lazım. Tereyağı ve ekmek için. Her şey için.