Melih Gökçek MEHMET BOZKURT

Karı koca "kutsal topraklara" gitmeyi çok seviyorlar. Kendisi karısından daha çok seviyor ve dayak yemeyi göze alarak bazen çaktırmadan gidiyor. Bunları Aksiyon dergisinden öğreniyoruz. Tam olarak şunları söylüyor: " Her yıl karımla giderim ama bazen de çaktırmadan yalnız kaçarım, geçenlerde bir kaçtım beni dövecekti neredeyse..."

Çaktırmadan"kutsal topraklara" gitmek şöyle bir şey olmalı tırnaklarını kesiyor gusül abdesti almıyor onu orada da alabilir, ihramını ve bodrum işi şıpıdıklarını gizlice koyuyor çantasına, yürekçiği ayak parmaklarının ucunda sıvışıyor.

Aksiyon muhabiri vaktinin geldiğini düşünerek Aksiyon muhabirine yakışır vakur ama utangaç bir edayla, (rica ederim bu edanın nasıl bir şey olduğunu sormayın, Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-i Talat ve Fitnat adlı romanının Talat'ına bir zahmet bakın.) "Mal varlığınıza dair şayialar..." diye başlayan soru cümlesini kurunca, İbrahim Melih Beyin bir gün önce döndüğü kutsal toprakların ruhunda yarattığı sarsıntıyla " Lebbeyk, Allahüme lebbeyke..." diye zıplayıp zıplamadığını bilemem. Ancak böylesi durumlarda dünyevi soruların anlamsızlığını kefenin cebi yok ki vezninde tutturduğunu ve Ankara halkını çok yakından ilgilendiren Şebinkarahisar'da yapılacak otobüs duraklarının rengi ve biçimine dair şehvetli bir konuşma yaptığını tahayyül edebiliyorum.
Aksiyon dergisinin " en çok nefret ettiğiniz kişi" sorusuna vermiş olduğu yanıtın ha bire "mal varlığın da mal varlığın" diyerek kendini helak eden Emin Çölaşan değil de koltuğuna göz koyan Turgut Altınok olmasının tabii karşılayanlar olacaktır. Ancak, Kabe-i Muazzama'yı tavaf edip Safa ve Merve arasında koşar gibi gidip geldikten sonra başlayan şeytan taşlama seansında on dört taşın on dördünü de Turgut'un kafasını yarmacasına atmasını biraz tuhaf karşıladığımı itiraf etmeliyim. Buna bir dersek, üç beşini de Emin Bey'e fırlatmalıydı diye Melih Bey'e gönül koyanların gerekçelerini makul bulduğumu ve eylemin sadece Turgut' a yönelik olmasını dinen vacip görmeyip umrenin eksikli yapıldığını iddia edenleri de aynı maluliyetle karşıladığımı ikinci itiraf olarak okumanız gerekecek...

***

Nice namlı yazı erbabı. Celali siyasetçi, devedişi gibi müzakereci " hele bir de ben sınayım" dediyse de olmadı. İbrahim Melih Gökçek'in ağzından laf alamadılar..." Mal varlığınız" diye ağzını açana, " şerefimi temin ederim, her sabah mutlaka musluktan su içerim. Evden çıkmadan, evde olduğum her gün bunu yaparım" demesi yanıt olarak kurmuş olduğu bu yüksek zeka ürünü rasyonel cümleye " bu iki üç ay içinde vatandaşlarımız diğer şehirlere giderek anne ve babalarını ziyaret etseler iyi olur. Ankara boşalır böylece su tasarrufu sağlanır" ı da ekleyerek az önce ağzını açanın ağzının uzunca bir süre açık kalmasına vesile olmuştur.

***

Yalan mundar derler. Tuzluçayır Mahallesi halkının hem Melih'i hem de oğlunu eşek sudan gelinceye kadar dövmesi, eşeğin de sudan geç dönmesi hoşuma gitmedi değil. Sen git, bu 3 Ekim'de oluyor, Tuzluçayır'a yanına oğlunu da al (oğlu asaletiyle birlikte doğanlardandır) "Sevgili Tuluçayırlılar şeker bayramınızı kutlamak için başkanımız aramızda" diye meydan davulu çaldır. Gazetelerin yazdığına göre, " Ankara'yı yedin bitirdin hangi yüzle karşımıza çıkıyorsun sıfatsız, sen önce malının mülkünün hesabını ver başka bayram göremeyesice" diye bağıran yaşlıca kadının sesi işi çığırından çıkarmış. İlk domates Melih Bey'e isabet etmiş. Bizim Kayaş'ın domatesi de maazallah... Ardından yumurta ve diğer zerzevat... Görgü tanıklarının demesi oğul Osman'ın resmi aracın bagajından yatağan benzeri döner bıçağını kapıp, korumaların önüne düşerek Zaloğlu Rüstem edası takınmasaymış sebze ile iktifa edecekmiş Tuzluçayırlılar. Lakin böyle olunca, öyle olmuş... Eşeğin sudan gelmesi de gecikince...

***

Katırcı Firuz Ağa'da böyleydi. Nur içinde yatasıca belediye reisi idi. Osmanlıda ihtisab ağası deniliyor. Sonradan şehremin denir oldu. Bunun da yaşı benzemesin Melih Bey gibi " akçe canlısı" bir zat olduğuna " Cevdet Bey Tarihi" nde değinilir. 1600 lü yılların ilk çeyreğinde veziriazam Tabanıyassı Mehmet Paşa'nın dirayetiyle Katırcı Firuz Ağa ihtisab ağası olarak Üsküdar Yakası'na tayin olunur. " Bilhassa esnafın terazi ve kantarını kontrol ederken çokça akçe istifler". O yıl kış mevsiminin pek "zalım" geçtiğini, " Üsküdar ve Beşiktaş arası kara gibi olup adamlar gezüp Üsküdar'dan İstabul'a yürüdüğünü" , "fırıncıların narh istemeyi adet edindiğini" belediye reisinin odun alım satımında büyük yolsuzluklar yaptığını Cevdet Bey Tarihi'nden öğreniyoruz. Belediyeye bağlı at sakalarının (at ile su dağıtanlar) " avret ve oğlanları" çeşmelere yanaştırmadıkları," burma muslukları" söküp " boruları tıkadıkları", başka mahallerden taşıdıkları "ne idiğü belirsiz haşeretli suyu akçe mukabili" satıp bunu belediye reisi ile üleştikleri de aynı kitapta kayıt altına alındığını görüyoruz...Katırcı'nın ramazanda sahur vaktini haber veren davulcunun yanına bir kemancı bir de curacı kattığı bilgisini de Cevded Bey'den aldım. Bunu aktarmamak adil bir davranış olmayacaktı. Katırcı'ya haksızlık olacaktı. Aktarmış oldum...

***

Şeker bayramı tebrikleri için Üsküdar Çarşısı'na gelen Katırcı'nın sonunu Bostanzade Yahya Efendi anlatır ve notlarım arasında var. Tümünü aktarmayı içim kaldırmıyor. Sadece şu cümle yeterli olur sanırım : " Şuursuz başına bir çomak uruldu,sanki su testisi idi..."
Önümüz bayram... Ortalıkta fazla dolanmasın reis efendiler!