Başbakan Damadına Uyarımdır

"Padişah kapısına damat duran adamın 3 metre kefen bezi, 'mübarek naaşını' taşıyacak sırt hamalları için üç-beş akçe ve ağıtcı Avşar kadınlarına "ağıt" bahşişi olarak verilmesi için oyalı yazma bulundurmaları pek "faideli" olur" diye öğüt veren Kanuni'nin damadı Lütfü Paşa'dır.

Herhangi bir nedenle öte dünyaya intikal eden damadın malına mülküne padişah tarafından el konulması hak olduğundan ikisi eşya, biri nakit cinsinden olup yukarıda evsafları belirtilen üç parçanın güvenilir bir zata bırakılmasını tavsiye eden de Lütfü Paşa'dır.

Yavuz Sultan Selim'in kızı, Kanuni'nin bacısı Şah Sultanla evli olması nedeniyle hem damat hem de enişte olan sadrazam Lütfü Paşa'nın, zina yapan bir kadının cinsel organını dağlatması üzerine karısının kendisini fena halde azarlaması, dayanamayıp onun da karısını sopalaması "damat krizi"ne neden olmuştur. Kız bir koşu Kanuni'nin huzuruna seyirtmiş orasındaki morlukları, burasındaki çürükleri göstererek, "Benim kocam, senin de vezirin olacak deyyus bana el kaldırmaya cürret etti" deyip dövünmeye başlayınca, Kanuni Sultan Süleyman onu Dimetoka'ya sürgün eylemiş, malı mülkü de Kanuni'nin hanesine kaydedilince dımdızlak kalmıştır. Olsun. Buna da şükür tatlı canını kurtardı ya!

Dimetoka'ya "ipipullah sivri külah" vaziyetinde düşen Lütfü Paşa ünlü "Lütfü Paşa" tarihini burada yazmış , azıcığını aktardığım pek değerli tavsiyelerini de bu kitabın satır aralarına serpiştirerek damat taifesine paha biçilmez deneyimlerini aktarmıştır. Ancak bunun işe yaramadığı hallerin örnekleri de tarihimizde yok değildir. Temsil, Nevşehirli İbrahim Paşa bu taifedendir.

3. Ahmed'in hüküm sürdüğü dönemde sadaret makamını işgal eden iki adet İbrahim vardır. Biri balıkçılıktan vezirliğe oradan da sadrazamlığa yükselen, çok fena koktuğu için de hergün tütsülenen Kel Deli İbrahim ki İstanbul'un içinden oluyor diğeri ise helvacılıktan vezirliğe oradan da sadrazamlığa atlayan Nevşehir'in Muşkara köyünden İbrahim... Damat olan "kadersiz" ikincisi oluyor!

Sen sarayda güzel güzel helvacılık yaparken 3. Ahmed'in dul kızı, Şehit Ali Paşa'dan yadigar Fatima Sultan'ın önce gözüne çarp sonra da kalbine gir... Fukaranın, Fatima Sultan'nın gözüne battığından ve kalbine girdiğinden haberdar olması "hazırlan evleniyorsun" repliği ile başlıyor! Bu kadarı yetiyor ve Muşkara'lı Helvacı İbrahim, gün akşama dönerken Damat İbrahim Paşa oluyor.

Olmasıyla, Yahya Kemal'in adlandırmasıyla "Lale Devri" olarak bilinen şaşalı dönem açılıyor. Son derece zarif ve ince ruhlu olduğunu okuyoruz Nevşehirli'nin. Avrupa'ya gidiyor ve gördüklerini İstanbul'a taşıyor. Boğaziçi'nin iki yakasına köşkler, yalılar yapılıyor "dört mevsime" yayılan "nev-bahar" ya da "lale" eğlenceleri başlıyor..

Büyük israflarla birlikte ortaya çıkan kıtlık derecesindeki ekonomik krizin üstüne, "Sadrazamın, Zülali Hasan Efendi'nin fingirdek hanımıyla aşkı, Kağıthane safalarında, hoşuna giden kadınların yaşmağı arasından göğüslerine 'zer-i mahbub&acutealtınları bırakışları" da halkın ağzına dolanınca ortaya dal-kılıç düşen Halil oluyor... Patrona Halil!

1730 yılının Eylül ayının sonlarında başlayan ayaklanma üç gün sonra bittiğinde Boğaziçi'nin her iki yakası yakılıp yıkılıp viraneye çevrildiği biliniyor.

Tariçi Şemdenizade "açtırdığı parklara beşikler, atlıkarıncalar, salıncaklar kurdurtup, buralarda erkeklerle kadınları karışık salıncağa bindiren, salıncağa binüb inerken hubbaz yiğitlere kadınları kucaklatdıran hoş-seda ile şarkılar söylettiren sadrazam idi" diye yazar ve ayaklanmayı buna yorar.

Bazı tarihçilerde "tepkilerin ve öfkelerin korkunç bir ayaklanmaya dönüşmesini, geceli gündüzlü ziyafetlerin, çırağan eğlencelerine, sefere çıkmak istemeyen padişahla sadrazamın Davutpaşa Sarayı bahçelerine gidip bülbül dinlemesine" bağlar.

İsyancılar kurban olarak istedikleri 37 kişilik bir listeyi saraya varıp Damat İbrahim'e verirler padişaha iletmesi için. Damat İbrahim padişahın bulunduğu salona doğru yönelirken bir yandan da listeye gözatar. Atmasıyla da "Euzubillhi mineşşeytanirraciymin" çekip kendisini padişahın ayaklarının dibine boylu boyunca uzanması bir olur.

Ne yapsın padişah Ahmed, listedekileri isyancılara teslim eder. Damadının isyancıların eline düşmesi halinde canının çok acıtılıcağını, bunu da hassas yüreğinin kaldıramayacağını düşünen Ahmed kıyamaz, boğdurur. Cesedini teslim eder.

İsyancılar tarafından parçalanan cesedin bulunabilen parçalarının padişahın emriyle toplanarak damadın ikbal dönemlerinde yaptırdığı ve şimdi halen durmakta olan Şehzade Paşa Camii'nin avlusuna gömüldüğü Şemdenizade'nin yazdıkları arasındadır... Tarihçi Şemdenizade Padişahın bu davranışını onun yüksek ahlakına bağlar.

Bir de "makbul" iken "maktul" olan damat var. Bunun da adı İbrahim... Namı diğer Frenk İbrahim Paşa... Kanuni'nin pek değer verip kız kardeşiyle everdiği İbrahim, Kanuni'nin "gözünün nuru" Hürrem Sultan'ın hışmına uğrayanlardandır... İlkin yakayı iyicene kaptırdığı Hürrem Sultan'ın, "seni saltanatından edecek bu sakalı yoluk" gibilerden kışkırtıcı sözlerine gönül eğmez Kanuni. " Sadrazamlıktan atmayacağıma dair sözüm var" der, kestirip atar. Ancak Hürrem'in içine düşürdüğü kurt önce yavaştan, sonra alıp başını gitmecesine kırt, kırt etmeyi sürdürünce Hürrem'in şu sözüne de bir zaman sonra aklı yatar: "Sadrazamlıktan atmayacağına dair söz verdin, padişahların sözünde durması şanındandır ve dahi bilirim ki sen yaratılanı yaradandan ötürü seversin, peki kafasını kesip öldürmeyeceğine dair söz de verdin mi?

Soru pek yerindedir!

O gece "makbul" olarak yatan damat İbrahim sabah kalkamaz. "Maktul" olmuştur.

***

Geldik bu güne.

Orta yerde padişahlığını ilan etti edecek biri var. "Kullarımın bahşiş ve terakkileri makbulümdür. Verülsün" diyerekten cülus bahşişi dağıtmaya başlıyalı da bir hayli oldu. Kendisine biat edenlerin sayısı da elverir... Geriye "yusufi destar"ı kafaya geçirip, "samur kürk" ü kuşanmak kaldı...

Diyelim kuşandı... Kafada yusufi destar, sırtında samur kürk! Hemen yamacında da bir çalım Hürrem Sultan!

***

Damat kaç!

Hatırlıyorum... Düğününü "Lale Devri" düğünlerine benzetmişti gazeteler. 7000 davetli, bir adet kral, bir adet devlet başkanı, iki adet başbakan etti mi dört bir Abdullah Gül etti beş, bir de gezici-nöbetçi şahit Bülent Arınç'ı sayarsak eder altı. Altı şahit huzurunda evlenmiştin. Şimdi düşünüyorum da"imam nikahı" kıydırıp kıydırmadığınızı hatırlıyamıyorum, tıpkı damat mertebesine yükselmenizin "ceo" luğa atanmanızdan önce olup olmadığını hatırlıyamadığım gibi. "İmam nikahını Amerika'da Fetullah kıydı" lafları bir vakit dolaşmışsa da ben bu lafa hiç mi hiç itibar etmedim.

Gördüğün gibi ben senin hakkında yazılan çizilen herşeyi çekemezlerin hasedine bağlayanlardanım. Yok enerji ihaleleri, yok devlet bankaları kredileriyle gazete-tv almalar, olmadı Boğaz'da dönüm dönüm arazi kapatmalar şu, bu... Ne demişler: "At binenin kılıç kuşananın"demişler. Başka ne demişler "Bal tutan parmağını yalar" demişler. Başka ne demişler ...Demişlerdir de şimdi aklıma gelmiyor... Atasözcü atalarım benim!

Neyse bunlar geçmişte kaldı. Yeni bir döneme giriyoruz. 21 günlük vatan hizmetini de tamamladın ya sırtın yere gelmez. Düşmanının ömrü o kadar olsun. Bundan böyle çürüğe ayrılıp askerlikten düşen kayınbiraderine sokuşturulan laflar sana "teğet" geçecektir haliyle.

Ama sen yine de kaç!

Bu anlattıklarım neki!

Osmanlı senin gibi çok damat yemiştir... "Yağmurda aba,Mekke hurması gibi şekerli kayınbaba" yanılsamasından sıyrıl.

Bak, kafasında "yusufi destar, sırtında samur kürk" hemen yamacında "al ferace,duduburnu hotoz" Hürrem Sultan...

Yekinip şarlarlarsa: "Gel beru karpuz kafalu! Bre kafir abdest al!"

Kaç!