Pandemik hastalık hem ortaya çıkışı ve yayılışıyla hem tanı ve önlemleriyle hem de mücadele ve iyileştirme yöntemleriyle tartışmasız şekilde bir şeyi kanıtladı: kapitalist düzen yö-ne-te-mi-yor. 

Yönetememenin yönetimi

OHAL’e devam edildiği gibi pandemiye de devam. 

Yönetememenin baskıcı yöntemi olan OHAL nasıl kaldırıldığı halde devam ediyorsa, vazgeçilmiyorsa, pandemi de öyle olacak gibi gözüküyor. 

“Pandemi bulaşıcı hastalık için gerçek ihtiyaç, OHAL benzetmesi uygun değil” denirse yanlış olmaz ama “pandemi yönetememede fırsat olarak kullanılıyor, insan ve toplum sağlığı hafife alınıyor” denirse de yanlış olmaz.

“Pandemi hangi düzende kimlerin lehine/çıkarına fırsat olarak kullanılıyor” sorusunun yanıtı açık: pandeminin tarihine toplumların tarihi gibi sınıf mücadelelerinin tarihi olarak bakmak gerekiyor.

2020’nin başından bu yana insanlığın coğrafya, milliyet, din ayrımı olmaksızın yaşamını sürdürmek zorunda kaldığı, hastalandığı ve de yaşamını yitirdiği pandemik hastalık hem ortaya çıkışı ve yayılışıyla hem tanı ve önlemleriyle hem de mücadele ve iyileştirme yöntemleriyle tartışmasız şekilde bir şeyi kanıtladı: kapitalist düzen yö-ne-te-mi-yor.

Sağlık sisteminin, toplumcu sağlık teori ve pratiklerinin herhangi bir başlığında veya alt başlığında kapitalizmin en iyi ülke örneklerini tarayıp buluştursak da sonuç değişmiyor. Sonuçta nerede ne olursa olsun kapitalist düzende bütün kapılar özel mülkiyetin, paranın saltanatına açılıyor. Yasamasıyla, yargısıyla, anayasasıyla ve hukukuyla devlet de bu sömürü saltanatının baskı aracı olarak çalışıyor.

Dinsellik de bu piyasacı, talancı, gerici düzene hizmet ediyor. Hem de öyle bir hizmet ki yalanları, kandırmacaları, zulümleri, yıkımları, cinayetleri ve katliamlarıyla insanlığa karşı ne yapılıyorsa onu perdeliyor. Yanına milliyetçilik de katıldı mı sömürü düzeninin keyfine diyecek yok.

Pandemi döneminde Meclisten çıkan yasalara, Cumhurbaşkanlığı kararname ve kararlarına, İçişleri ve Sağlık bakanlıkları genelgelerine, illerin Hıfzıssıhha Kurulu kararlarına, valilik kararlarına, önlem adı altında halkın kafasını karıştıran açıklamalara, yasaklara, yasağa tabi olmayanlara, evde kal çağrısına rağmen sağlıksız ve önlemsiz ortamlarda çalışmaya zorlananlara, ekonomi adı altında büyük sermayeye verilen teşviklere, halka ekonomi adı altında sunulan yeni borçlanma yollarına, ücretsiz izin adı altında kapı önüne bırakılmalara, işçiyi fabrikalarda tutsak etmelere, artan işsizliğe, siyasi iktidarın bağış kampanyalarına ve gereksiz harcamalarına, hukuksuz işlere, cezalara ve cezasızlıklara, iş cinayetlerine, kadın cinayetlerine, normalleşme adı altında halkı sokağa boşaltmalara, eğitime, turizmi canlandırmaya, bayram boş vermişliğine, düğünlere, asker göndermelerine, hastanelere, sağlık emekçilerine, testlere, hastalara, ağır hastalara, yaşamı sona eren canlara… Nereye bakılırsa bakılsın yönetememe açık seçik ortada.

Ancak yönetememe derken unutulmaması gereken bir konu var. Sermayenin ulusal ve uluslararası her alanda egemenliği, sınırsız tahakkümü sürüyor. Yönetememe derken sermayenin ihtiyaçlarını karşılamama söz konusu değil.

Halkın ihtiyaçları, sorunları, sıkıntıları, hakları, hak gaspları, eğitimi, geçimi, sağlığı yönetilemiyor. Emekçiler her yerdeler, canlarını feda ederek üretiyorlar ama ihtiyaçlarının karşılanmasında, haklarının yerine getirilmesinde, insanca yaşamada kapsam dışılar.

Devlet ve hukuk “topluma dışardan dayatılmış güç” değiller. Din de öyle, siyaset de… Üretim ilişkilerinden ve toplumsal ilişkilerden ortaya çıktıkları halde onlara insanın ve toplumun üstünde yer alıyormuş gibi güç tanımlanması insan aklını olduğu gibi ortak aklı da sermaye sınıfının egemenliği altına sokmaya, orada tutmaya yarıyor.

Sömürenler, insanın insanı sömürmesine gözlerini kapatanlar, fırsatçı ve çıkarcılar, insanın yaşam feryadına kulaklarını tıkayanlar, sessizliğin sesini huzur sananlar, siyasal iktidar ve yandaşları ve de düzen muhalefeti yönetememenin yönetimine, sömürücü düzenin sürmesine ve istikrarına öyle ya da böyle ortaklar. Meşru olamayan ne varsa düzen gemisinin içindekilerle meşrulaşıyor.

Mücadele coğrafyalar, sınırlar, devletler, çeteler, milliyetler, etnik bölünmeler, dinler, mezhepler, aynı siyasetin siyasal partileri ya da siyasetçileri gibi alanlara çekilince baskı ve sömürünün gerçek nedeni unutturuluyor, kapitalizm unutturuluyor, sınıfsallık unutturuluyor. Ya da sıklıkla karşılaşıldığı gibi “şimdi zamanı değil, hele bir iktidarı indirelim” söylemine tutsak olunuyor.

Oysa bunalım, yozlaşma ve çürüme ekonomik, ahlaksal, siyasal, kültürel ve ideolojik, her alanda; sömürü her alanda.

Kısır döngü içinde oyalıyorlar. Oyalanmanın emekçi halka faydası yok ama sömürücü düzene var.

Siyasal iktidarla veya düzenin kimi siyasal partileriyle, siyasetçileriyle uğraşmak her seferinde kendisine uygun siyasal iktidar bulan, devleti ve hukuku kullanma becerisini gösteren sermayenin iktidarını, sömürüyü unutturuyor.

Bu sömürü süregidişini burjuva demokrasisini allayıp pullamak, devleti tamir etmek, hukuksuzluğu burjuva hukukunun hizasına çekmek değil, sömürücü düzeni tüm araçlarıyla analiz edip gerçek düşmanı görmek, işçi sınıfını ve emekçi halkı unutmamak, mücadeleleri sınıfsal hattına oturtmak, dünyayı değiştirme kararlılığında olmak ve örgütlenip devrime kilitlenmek durdurup ortadan kaldırabilir ancak.

Eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş bir düzende insanca yaşamak için yönetemeyenlerin yönetimine değil, halkın yönetimine, sosyalist devrime ve düzene ihtiyaç var.