Bu memlekette sol; emekçi halkına değer verdiği, kendisini onların içinde ve onların parçası olarak tanımladığında umut olabilmiştir. Dolayısıyla, sol için memleket insanı cesareti, korkaklığı, çelişkisi, naifliği, sevinci ve üzüntüsü ile 'bizimkilerdir.'

Yolculuklar başlamaz yürek çağırmasa

“Yolculuklar başlamaz yürek çağırmasa, akıl yorulabilir, yılabilir ama yüreğin sırtı gelmez yere” diyor Nâzım. Akıl ve yürek, bu topraklardaki devrimci mücadelenin en kadim tartışmasıdır belki de. Teoride netlik ve sertlik bir yanda, emekçi halk sınıflarıyla nefes alıp verme ve birlikte bilinçli bir yürek oluşturma diğer yanda. 

Bu topraklarda akıl ve yürek gerilimi parti mi, hareket mi tartışmalarında gözlenebilir. Aynı kavram çifti, aynı gerilimlerle “solda yaşananları”/”soldan geriye kalanları” değerlendirmek işine de koşulabilir. 

Akıl, ister teori diyelim ister teori-pratik, kapitalizmin analizini yaparken nettir, taviz vermez. Teori burjuvaziyle anlaşmaz, emperyalizmle uzlaşmaz, gericiliğe geçit vermez. Bugün teorinin bu sertliği, “mücadele içinde ittifaklara kapalı olma”, “elleri kirletmekten kaçınma” gibi tanımlarla eleştiriliyor. Nihayetinde, teoride sapmalar baş gösteriyor. Sol içinde kendi aklını ortaya koyamayan, ittifak içinde yan yana durduğu yapıların ayaklarına basmamak için rengini solduran, diyeceğini yutan, “ama…” deyip duran bir siyaset yükseliyor.

Soldan teoriye “ezber bozucu” müdahaleler isteniyor. Teori önce suçlanıp sonra da liberalizmin sosuna yatırılıyor. Proletaryaya proletarya diyemeyen, Marksizmi ancak liberalizmle okuyabilen, anti-emperyalizm kelimesini görmek istemeyen sol teoriden uzaklaşıyor.
 
Teoriden taviz verme, kuramsal ve kavramsal olarak bulanıklaşmadır. Sol bazı anlarda etnik taleplerle ilişki üzerinden, bazı anlarda burjuva-demokratik taleplerin genişletilmesi üzerinden, bazı anlarda AKP-Saray karşıtı bir anlayış üzerinden kuruluyor. Söz konusu çizgilerin, bu ülkede yaşayan çoğunluğun dertlerini, onların bir parçası olarak, emek ekseninde temsil etmek gibi bir niyeti bulunmuyor.

Burjuva siyasal alanı içinde siyasal iktidarın değişikliği için anlık yan yana gelişler olabilir. Sosyalist sol için aslolan ise  bu alanda bir yer kapmaktan öte, teorisini ve aklını yüksek sesle konuşturmaktır. Ve burjuva siyasal alanındaki güç dengelerine emekçi insanların temsilini gerçekleştirerek etki yapabilmektir. Açıktır ki bugün sosyalist siyaset için aklın yorulmadığı ve yılmadığı bir yol gerekiyor.

Konu yüreğe gelince… Kendini solda görenler ya da sol bir dilden konuştuğunu iddia edenler arasında memleket insanına karşı bir soğukluğun öne çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Memleket insanından, onları ırkçı, gerici ve cahil olarak görerek, uzaklaşılmasını seyrediyoruz. Bu topraklarda yalnızca “ötekilerle” dayanışan ve emekçi halk sınıflarına mesafeli duran bir siyaset beliriyor. Bu durum insanın yüreğini burkuyor.
 
Bu memlekette sol; emekçi halkına değer verdiği, kendisini onların içinde ve onların parçası olarak tanımladığında umut olabilmiştir. Dolayısıyla, sol için memleket insanı cesareti, korkaklığı, çelişkisi, naifliği, sevinci ve üzüntüsü ile “bizimkilerdir.” Ancak bir parçası olabildiğiniz insanların arasında söz söylediğinizde duyulur sözünüz. Ancak aynı şeylere yürekten gülüyor ve yürekten ağlıyorsanız onlardan birisinizdir. Ve ancak ve ancak onlardan biriyseniz dediklerinizle, onlarla ters düşseniz bile dinlenirsiniz. Bu koşullar altında ortaklığınızın gücü farklılıklarınızı tanınır, sözlerinizi etkin kılar. 
 
Yürek emekçi halkla birlikte attığında, onların geçim derdini, gelecek derdini dert edinir. Memleket insanının kültürel/ideolojik belirlenimlerini yaratan süreçleri ve bunların nasıl dönüştürülebileceğini dert edinir. Bereketli Topraklar Üzerinde’de Orhan Kemal, “Pehlivan Ali kocaman yumruklarını sıkmış öfkeyle bakıyordu. Hemşerisi Hasan’a değil, onu bu hallere sokan devire, devrana, kahpe feleğe…” diye anlatır.

Ne aklımızdan vazgeçelim ne de yüreğimizden. Son olarak şunu söyleyelim mi o zaman? “Aklın yorulup, yılmadığı ve yüreğin çağırdığı bir sosyalist siyaset!”