Geçmişin ruhlarını yardıma çağırıyorlar korku içinde. Saraylar, saltanatlar, kapıkulları ve şeyhülislamlardan geçilmiyor ortalık. Devrimci bir bunalım çağının işaretidir.

Yıkılış Osmanlı!

Fethederek ayakta kalmak istiyorlar. Böyle bir niyetleri veya eğilimleri var. Burada kuşku yok. Diyanet işleri başkanını yeniden “fethettikleri” Ayasofya müzesinde minbere kılıçla bu amaçla çıkarttılar. Başlangıçta niyet Şam’da Emevi Camisiydi ama orada pabucun pahalı olduğu ortaya çıkınca yeniden Bizans’ın başkentine döndüler. Bizans bu, fethederek bitiremezsin. Bitiremediler. “İstanbul’un Fethi” adı altında her yıl yeniden fethediyorlardı. Ayasofya’ya girebildiler sonunda. Şimdilik imkânları bu kadar. 

Bu işlerin ne kadar zor olduğunun delili İdlib. Onca ücreti mukabili cihatçı ve devasa bir ordu ile, bir ülkenin temellerini dinamitleyerek elde tutabildikleri bir küçük kasaba sözünü ettiğimiz. Sınırın bitişiğindeki bu küçük kasabayı elde tutmak için koca ülkeyi seferber ettiler üstüne. Ne kadar gerici dernek ve vakıf varsa toplanıp orada inşaat işine soktular. Çabalıyorlar. 
Bütün bunlar egemen bir devletin topraklarında oluyor. Bu yolla tutunmaya çalışıyorlar ama zemin oynak. Her an sürülüp atılma tehlikesi var işgalcilerin. Olmayınca Libya’ya yaydılar çatışma bölgesini. Ege’de, Doğu Akdeniz’de sürekli bayrak sallıyorlar düşmana karşı. Buralarda bulunacak olası gaz ve hacı yağı ticaretinden pay almak istiyorlar. Sürdürmek istiyorlar fethi. Ama her adımda büyük güçlerle kapışmanın eşiğine gelip birkaç adım geri atıyorlar. Yapamasalar da niyetleri var. Pek fetihçidirler.

Kemalizm’in “yurtta sulh cihanda sulh” politikasından çoktan vazgeçtiler. Fakat sonra AB kapılarının kapandığını gördüler, Batıya gidemeyeceklerini anladılar. Yol arıyorlar. Doğuya döndüler. İslamcı iktidarın sınır ötesi maceralara ihtiyacı var. Hem “cihatçılık” var serde. Tek sorun imkanlarda…

Yani bu iğreti Osmanlı kostümlü sergilerin, bu Duşakabinoğulları müsamerelerinin, bu ataması yapılmamış Şeyhülislam gösterilerinin, bu müze fetihlerinin bir sebebi var!

***

Kemalist Cumhuriyetin yıkıntıları üzerinde Hamit’in hayaleti dolaşıyor haliyle…

“Hamid, aşırı vesveseli, her türlü özgürlükten korkan, ancak imparatorluğu yaşatabilmek için büyük reformlar yapılmasına inanmış ve bunları başlatmış bir Osmanlı prensiydi. İmparatorluğun artık Batı'da kalamayacağını görebilecek kadar realistti ve Doğu'ya kaydırmak istiyordu.” Yalçın Küçük’ün Hamid tarifidir. Doğuda ilerlemek için İslamizme ihtiyacı vardı, en İslamcı padişahlardan biri oldu. “Halife” olduğunu da o sebeple hatırladı. Dindardı ama tanrısına pek az güvendiğini biliyoruz. Kurduğu otokrat yönetimi korumak için her türlü yeniliğe açık olmak gerektiğini görüyordu. Öyle yaptı. Avrupa’dan gelen yeniliklere kapılarını açtı. Modern okulların açılmasına ön ayak oldu. Ama buna rağmen küçülmeyi durduramadı. Büyük kayıpları sindirmek zorunda kaldı. Büyümeyi hayal ediyordu, dehşetli bir küçülmeyle yüzleşmek zorunda kaldı.

Büyük kayıplar iki farklı ruh haline yol açmıştı. Bunlardan biri kayıpları kabul etmeme, ortaya çıkardığı sonuçları tanımama halidir. İkincisi, bu kırılmadan en az kayıpla çıkma, elde kalanla yola devam etme programıydı. Enver ve Mustafa Kemal bu rollerin öncü oyuncuları oldular.

“Hem Enver Paşa hem Kemal Paşa, kişiliklerini ve formasyonlarını, Hamid'in saltanatında buldular.” Yalçın Küçük’ten takip ediyoruz. Kökleri “Hamidizm”dedir. Hamidizm'den iki yol çıkar bu durumda. Biri, Kemalizm ve diğeri Enverizm'dir. Kemalizm içe dönük ve kurucudur. Enverizm dışa dönük ve yayılmacıdır. Yakın dönemin iki siyasal hattıdır.

Mustafa Kemal İslamizm’in milliyetçilik karşısında işe yaramadığını Arap çöllerinde yaşayarak görmüştü. Hilafet bir söylenceden ibaretti. Araplar “Mevali”lerin bu tür iddialarına dönüp bakmıyordu. “Arap olmayan bir halife” rüyası pek uçuktur. Enver de Kemal de bu iddialara pek mesafeli durdular. Hem, “millet”in henüz dinden ayrılmadığı bir zaman aralığıydı. Bakışlarındaki netlik ancak bu kadardır.

Tarih içe dönük bir kurucunun rolünü oynamasına hazırdı. Dışa dönük ve yayılmacı karakter için sahne kapanmak üzereydi. Enver yenildi ve Kemal kazandı. İmkanlar, imparatorluğun yıkılmasının ardından daha küçük bir ülkeye işaret ediyordu. Başka türlüsü imkansızdır. İmkanları tanımaya Kemalizm, reddetmeye Enverizm diyoruz.

***

Hayalciydi. İttihat ve Terakki’nin daha gerçekçi diğer önderleri gibi Avrupa’ya sığınıp Ermeni militanlara hedef olmak yerine kendini Kafkaslara, Orta Asya düzlüklerine atmıştı. Oradan hareketle “islam milletini” ayaklandırmak, imparatorluğu düştüğü çukurdan çıkarmak istiyordu. 4 Ağustos 1922’de henüz 41 yaşındayken mitralyöz tarakası altında can verdi. “İslam Orduları Başkomutanı ve Halife'nin damadı”nın inanılmaz serüveni o gün Tacikistan’da son buldu.

Bilmediği dağlarda kurtuluş arayan bir maceracının ötesinde, o Hareket Ordusu’nun muzaffer komutanı ve “Hürriyet Kahramanı”ydı. Hürriyet ilan edildikten sonra Berlin’e askeri ateşe olarak gönderildi. 31 Mart Gerici Ayaklanması patlak verince Berlin’den koştu geldi, Hareket Ordusu’na yetişti. Kurmaylık görevini Mustafa Kemal’den alarak İstanbul’a ordusuyla birlikte girdi. Gerici ayaklanmayı darmadağın etti. Hamid’in dönüşü için imkân bırakmadı. Hamidist bir Hamitsavardır!

Ölüsü 4 Ağustos 1996’da, ölümünden 74 yıl sonra Mustafa Kemal’in kurduğu yeni ülkeye getirilerek Abide-i Hürriyet’teki anıt mezarına gömüldü. Gömülen, gözü pek bir Osmanlı Paşasının yayılma hülyasıydı.

Kemalizm yıkıldı, Enverizm unutuldu. Mustafa Kemal’in Cumhuriyetinin yıkıntıları üzerinde Hamit’in hayaleti dolaşıyor. Ataması yapılamamış Şeyhülislam, Osmanlının başkentinde, Mustafa Kemal’in müze yaptığı eski kiliseyi fethedip ibadete açtı. Kılıç kuşanıp çıktı minbere, fetih istiyor.

Ama gidebilecekleri yer yok. Suriye’de “azaplarla” alınacak yol olmadığı anlaşılınca Libya’da karaya çıktılar. Orada da nefesleri tükenmek üzere. Tuhaf bir biçimde Hamid’in sürgüne, Osmanlının tarihin çöplüğüne gönderildiği döneme benziyor oluşmasına yardım ettikleri ortam.

Osmanlı yıkılmasına yakın bir Balkan devletiydi. Hamit’in ve Enver’in marifetiyle Balkanlardan sökülüp atıldı. Enver içine sindirememişti, son bir hamleyle Edirne’yi geri almayı başardı. Ama bu hamlesi imparatorluğun Küçük Asya’ya sıkışıp kalmasına engel olamadı.

İzlerinden gidenler AB kapılarının kapandığını gördüler, Batıya gidemeyeceklerini anladılar. Küçük Asya’ya ikinci sıkışmamızdır. Doğuya döndüler mecburen. Doğu her durumda sonun başlangıcıdır.

***

“İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar. Tüm ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker. Ve tam da şeyleri ve kendilerini dönüştürmekle, henüz ortada bulunmayan bir şeyi yaratmakla uğraşır göründüklerinde, tam da böylesi devrimci bunalım çağlarında, korku içinde geçmişin ruhlarını yardıma çağırır, dünya tarihinin yeni sahnesini eski oldukları için saygı duyulan giysilerle ve devralınana bir dille oynamak üzere, onların adlarını, savaş sloganlarını ve kostümlerini ödünç alırlar.” Fransa’nın derin krizine muhteşem bir giriştir. Fransız Devrimcileri kendi dönemlerinin görevlerini, yani modern burjuva toplumunu zincirlerinden kurtarma ve onu kurma işini Roma kostümleri içinde yaptılar. Ardından gelenler bu geleneği devam ettirdiler. Bilince çıkarılamamış her devrim kostümlü bir prova gibi görünür. Biz ise kostümlere aldırmıyoruz, sadece devrimci cumhuriyet için büyük bir yürüyüş görüyoruz.

Geldik bugüne. Burjuva toplumu ömrünü tamamladı, yıkılıyor. Kurtarıcıları Osmanlı kostümleriyle yıkılışı durdurmak için sahnede. Tüm ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöküyor. Geçmişin ruhlarını yardıma çağırıyorlar korku içinde. Saraylar, saltanatlar, kapıkulları ve şeyhülislamlardan geçilmiyor ortalık. Devrimci bir bunalım çağının işaretidir.

Ama Marks’ın dediği gibi, 21. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirini geçmişten değil, yalnızca gelecekten çıkarabilir. Ölülere kendi ölülerini gömdürmek zorundayız. Gömdüreceğiz. Buradayız…