AKP’nin dertli olduğu hükümler yoksa Türkiye de yok. Türkiye nesnelliği bu hükümlerin ilgasına izin vermez. 'Anayasa' ise tarihsel anlamını yeni kuruluşlarla bulmuştur.

Yıkıcının anayasası olmaz

soL portal ve soL TV’de Anayasa gündemi farklı yazar ve yorumcular tarafından yeterince ele alındı. Bana olsa olsa ek yapmak kaldı. Kaçınılmaz tekrarlar için baştan özür dileyerek…

Öncelikle; AKP’nin bir daha delme ihtiyacı duymayacağı bir anayasa istediği doğru değil. Türkiye’de burjuva iktidarının kendi hukukunu ihlali kadim gelenektir. Sonradan badem gözleri keşfedilen Demirel 1970’lerde Danıştay kararlarını uygulamamasıyla nam salmış bir başbakandı. Önemli dönemeçlerin kapıları her zaman siyasal cinayetlerle aralanan, kontrgerillanın egemenlik mekanizmalarından, askeri darbenin yönetsel araçlardan biri olduğu ülkede örnekleri çoğaltmak lüzumsuz bir çaba olacak. Biz konumuza dönelim. 

AKP, “kendi payına” başta laiklik olmak üzere devletin temel belgelerinde bazı değişiklikleri gündeme getirerek yeniden enerji toplayacağını düşünüyor olmalı. Bundan daha önemlisi “başkalarının payına” düşecek olandır; yeni anayasa inisiyatifinin düzen muhalefetini dağıtma gücü açığa çıktı bile. Her bir düzen partisi önüne konan paketin içinde kaçınamayacağı bir oyuncak bulabiliyor. 

Laikliği gerçek hayattan silmekle kalmayıp belgelerden de çıkartmak veya neredeyse tam karşıtı bir içerikle korumak, AKP açısından yeni bir meydan okuma olurdu. Sosyal devlet kavramının içini de hükümetin veya zenginlerin sadakasıyla doldurmak akla gelebilir. Son birkaç yılda Meclis yönetimi alışkanlığından ve mevzuatından kurtulamayan Türkiye’de Cumhurbaşkanının yetkileri kaosa neden olmaktadır ve AKP buna bir çözüm isterse bir nevi saltanat kurumsallığı yaratmaya çalışabilir…

Ancak böyle bir eylem planının, başka soL yazarlarının ele aldığı gibi gerçeklikle bağı çok su götürüyor. Meclis aritmetiği, olası her tür değişikliği göz önüne alsanız bile anayasa çıkartmaya, hatta anayasa taslağını referanduma götürmeye el vermeyecektir. Bu haliyle, tartışmanın çok büyük bölümü Türkiye toplumunun kökleri geçmişe uzanan bazı sinirlerini söküp almaya hizmet edecektir. Bir imamın laikliğin kaldırılmasını alenen talep etmesi veya laikliğe ilke olarak yer verilmesinden önceki anayasaların gündeme sokulması, bu anlamda alıştırma ve uyuşturma operasyonları sayılabilir.  

Türkiye zaten laik değil ve bu gidişle tartışmanın öyle bir noktası gelecek ki laikliğin anayasa hükmü olarak korunmasını savunmaya herhangi bir düzen partisinin yüreği yetmeyecek... Bu mümkün, ama AKP’nin temel tarihsel sorununu değiştirmez. AKP’nin sorunu neredeyse on yıldır eski rejimi yıkmayı becermesine karşın yerine yeni bir yapı kuramıyor olmasında. Sermaye sınıfının temsilcisi olarak bu şeriatçı hareket yıkıcıdır, ama “kurucu” olamamıştır. Bundan sonra da olacağı yok. 

Laikliği yıktınız, yerine şeriat devleti yazamayacaksınız. Yazsanız da kuramazsınız. Sosyal devleti dağıttınız, yurttaşlar yerine kullar diye mi yazacaksınız? Bu halkı tebaaya dönüştüremezsiniz ki. Hukuk işlemiyor, peki “keyfimin yönetimi” diye bir anayasa hükmü tanımlayabilecek misiniz? Türkiye öyle bir toprak olsaydı belki... Bunların yanına kendini korumaya öncelik veren bir bağımsızlık kavrayışını da ekleyin. Bu da geride kaldı. Ama yerine cihat yazmak mümkün olmayacak, çünkü barış, gücünü, bizim coğrafyamızda halkımızın biricik varoluş tarzı olmasından alır. 

Özetle AKP’nin dertli olduğu hükümler yoksa Türkiye de yok. Türkiye nesnelliği bu hükümlerin ilgasına izin vermez. 
“Anayasa” ise tarihsel anlamını yeni kuruluşlarla bulmuştur. Türkiye’de sermaye düzeni şeriatçıların elinde yolun sonuna gelmişken gerçekten de yeni bir kuruluşa ihtiyacımız var. Bu ihtiyacın karşılanması düzen partileriyle al takke ver külah tartışmaktan değil, emekçileri en kısa zamanda o güne hazırlamaktan geçecek.