Makinesini kıracak, şantiye yemekhanesini dağıtacak kadar birikmiş öfke elbet sonunda doğru hedefi bulur. Hedefini bulmuş öfke, akacağı yolu da, öncü örgütünü de bulur.
Daha önce yaptı, yine yapar.

Yapmıştı, yine yapar

Bundan bir iki gün önce sosyal medyada bir video dolaştı. Bir yemekhanede inşaat işçileri masa sandalye devirip ortalığı dağıtıyordu. Öğrendik ki, İstanbul Ümraniye'de Kalyon İnşaat tarafından yapımı süren Finans Merkezi inşaatında çalışan işçiler, öğle yemeğinden böcek çıkması üzerine isyan etmiş.

Haberlerin detayına indikçe bunun anlık bir parlama olmadığını, sadece o hamam böceğini tabağında bulanların değil, diğer işçilerin de koşup geldiklerini, ortalığı dağıtırken “bundan sonra adalet böyle olacak” diye bağırdıklarını okuduk. Sonra bir de hatırladık ki, geçtiğimiz yılın baharında, 22 Mayıs 2020'de yine aynı inşaat şantiyesinde işçilerin kaldığı konteynerde yangın çıkmış, 1 işçi hayatını kaybetmiş, 5 işçi yaralanmıştı. Yani mesele sadece böcekli yemek değildi, hiç değildi.

Hemen ertesi gün bu kez bir başka video dolaşmaya başladı. Bir gün önce öfkelerini yemekhaneyi kırıp dökerek göstermiş işçiler, bu kez gerçek dertlerini, niyetlerini seslendiriyorlardı: ”Yaşasın işçilik, yaşasın emeğin gücü, kahrolsun kapitalizm!”

Ludd yaptı

Ned Ludd, ya da General Ludd. Gerçek bir kişi olup olmadığı net olarak bilinememekle birlikte sanayi devrimi dönemi İngiltere’sinin simge karakterlerindendir. 18. yüzyılın sonlarında sanayileşmenin ve aslında kapitalist ilişkilerin ortaya çıkışını yaşayan öncü sektörlerden olan tekstil ürünleri imalatında çalışan ve zanaatkarlıktan işçiliğe geçişin krizini yaşayanları simgeler.

Efsaneler muhtelif ama hepsinin özü bir. Ned Ludd isimli bir dokumacı birgün yeni türeyen imalat tezgahlarının, yani erken dönem makineleşmenin, ortaya çıkardığı çalışma koşullarından illalalah eder ve atölyeye dalıp iki dokuma tezgahını parçalar.

Üretim ilişkilerinde yaşanan büyük dönüşümün yaşamın her alanını alt üst ettiği İngilitere’de olayın haberi kısa sürede yayılır ve artık nerede bir makine/tezgah sabotajı yaşansa, Ned Ludd did it!, yani, Ned Ludd yaptı! sözüyle ironik bir şehir efsanesi haline gelir.

19. yüzyıl başlarına gelindiğinde makina kırıcılığı artık bir örgütlü harekettir ve Luddite’ler olarak anılmaya başlanır. Luddite isminin “Ludd dit it” deyişinden türediği söylenir.

Makine kırıcılığı hareketini önemsemek ve şöyle iyi bir çözümlemek gerek. 18. ve 19. Yüzyıl İngilteresinde, iplik eğirme ve dokuma atölyelerine ardı ardına giren tezgahlar, o tezgahların insan gücü, hayvan gücü, rüzgar gücü, su gücü ve nihayet buhar gücü ile çalıştırılmasına yarayan buluşlar başdöndürücü hızdadır.

Bu yeniliklerle, ürünlerin miktarı ve kalitesi artmıştır, çok daha verimli ve hızlı yöntemlerle üretilebilir hale gelmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında, bu ürünleri tüketecek veya kullanacak insanların hayrına bir gelişme yaşanmaktadır.

Hal böyleyken, neydi bizim Ludd’u yaptığını yapmak için dürten?

Yaptı da niye yaptı?

İyi biliyoruz ki sanayi devrimi denen süreç üretim araçlarının bilim ve teknoloji aracılığyla gelişmesinden ibaret değildi. Yani sadece sanayinin devrimi değildi. Bir bütün olarak bir üretim tarzından bir diğerine geçişin nesnel temelindeki değişimler bütünü idi.

Örneğin, Ned Ludd’un parçaladığı anlatılan o dokuma tezgahları sadece yünlü dokuma elde etmek için kullanılan araçları temsil etmiyordu. Ludd’un parçalara ayırmak istediği aslında, daha çok dokumayı daha hızlı ve masrafsız üretip piyasaya sürebilmek için tezgah tasarlamış yatırımcı William Lee ve onun gibi “girişimci”lerin yeni düzeniydi. Alınıp satılan ürün olarak metaları üretenlerin değil, onu üretsinler diye sahibi olduğu hammaddenin, makinenin, suyun, kömürün, yanında emek gücünü kiralayıp, karşılığını da eksik olarak ödeyen sermayedarların düzeniydi.

Ludd ve onu örnek alıp yeni doğmakta olan bu adil olmayan düzene isyan edip suçu makinelerde saldıranların, yani işçi sınıfını biraraya getiren ilk örnek örgütlenmelerin, eşitsizliklerin kökeninde neyin yattığını anlayıp hedeflerini değiştirmeleri için neredeyse yarım yüzyıl geçmesi gerekti.

19. yüzyılın ortasından sonra ise artık bu düzene isyanın sömürünün kökenine yönelmesi gerekliliği, sömürüye araç olanın değil, sebep olanın parçalanması gerektiğini kavradı insanlık. İşçi sınıfı hem kendi zincirlerinin farkına vardı, hem de nasıl birleşip, çoğalıp mücadele edeceğini çözdü. Bununla da kalmadı, kendi düzenini nasıl kuracağını öğrendi, yetmiş yıl yaşattı.

Velhasıl, diyeceğim o ki, masa sandalye devirmekle olmuyor bu işler diyeniniz varsa, doğrudur böyle olmaz, ama şunu da kabul edelim biraz da böyle başlar. Makinesini kıracak, şantiye yemekhanesini dağıtacak kadar birikmiş öfke elbet sonunda doğru hedefi bulur. Hedefini bulmuş öfke, akacağı yolu da, öncü örgütünü de bulur.

Daha önce yaptı, yine yapar.

Nasıl mı? Buyrun yapıcıların kendisinden dinleyin: