Onlar yabancılaştıkça biz kökleniyoruz. Biz sadece insanlığın kurtuluşuna değil; kurtuluş gününün çok yakın olduğuna da inanıyoruz. 1 Mayıs’ı bu güvenle, bu güveni büyütmek için kutluyoruz.

Yabancılaşma 

Marx’ın yabancılaşma kavramı kapitalizmin akla gelebilecek her şeyi alınıp satılır bir mala dönüştürmesini temel alır. İnsan kendi emeğinin ürünüyle, hatta kendisine ait soyut veya somut, sosyal veya bireysel her bir unsurla mesafelenir. Artık söz konusu olan, kişinin barınmasına, doymasına, mutlu olmasına, doğal veya insani diyebileceğimiz herhangi bir işlevin yerine getirilmesine yarayan bir şey değil, sadece değişim değeri olan bir metadır. Uygun bedelle sevgiden de vaz geçebilirsiniz, böbreğinizden de! Harcadığınız emek gücüyle ilaç mı yoksa zehir mi üretildiğinin önemi yoktur. Her şey metadır. Meta fetiştir. Kapitalizmde yabancılaşma meta fetişizmidir.

Aşağıda değineceğim olgu, Türkiye’de büyük sermayede ve onun siyasi temsilcisi olarak AKP’de kendini gösteren yabancılaşma… Bu olgunun da yukarıdaki temelle bağlantısını kurabilirsiniz. Eninde sonunda bu yağmacı takımı gökten düşmedi. Tersine icraatları kapitalizmin içinde anlam kazanıyor. Baksanıza, gözümüzün içine ekranlar aracılığıyla baka baka, pandemiye karşı turizmi kurtarmak gerektiği anlatılıyor! Türkiye’yi büyük sermayenin çıkarı doğrultusunda muazzam bir pervasızlıkla, cahil cesaretiyle yönetenler bu topraklara o denli yabancılaşmış durumdalar ki, bütün davranışları kendilerine burada bir gelecek öngörmediklerine delil oluşturuyor. 

İçinde bulunduğumuz ve adı “tam kapanma” diye konulan acayiplikten başlayalım. Bir hesaplamaya göre Türkiye emekçilerinin yüzde 61’inin “istisna” olarak listeye konduğu, işyerlerinin ve işyerlerine giden ulaşım araçlarının bulaş merkezi olduğu bir durumu “salgınla mücadele” olarak sunmak için, emekçilerin yok sayılıyor olması gerekir. 

Sahada çalışanlar virüse teslim. Uzaktan çalışma ayrıcalığı var tabii, ama karşılığı sömürünün katlanmasıyla, gerçek gelirlerin serbest düşüşe geçmesiyle ödeniyor. Evsizler, işsizler, emeklilerin ve gündelikçilerin önemli bölümü ve göçmen işçilerin büyük çoğunluğu açlık ve çaresizlik uçurumuna atılıverdi. Ya esnaf derseniz, küçük ve orta sermayenin hızla çökertilmesi yoluyla büyük burjuvaziye servet transferi tekelleşme sürecinin karakteristiğidir…

Yeri gelmişken, bir süre öncesine kadar siyasal toplantı kısıtlarının AKP kongrelerine uygulanmaması, tam kapanmanın dışına çekilen cami serbestisi ve son içki yasağı senaryosu, gündemi sınıfsal yarılmadan kaydırma operasyonlarıdır: Emekçi halka ve ülkeye bu denli yabancılaşanlar, lümpen ve yobaz bir güruha düşman sunmak ve onları gaza getirmek zorunda. Lakin bu derin yoksullaşma ortamında söz konusu güruh çoğalamayacak, tersine izole olmaya doğru patinaj çekmeye mahkûm olacaktır.

Yabancılaşma, son zamanların yolsuzluk skandallarında daha da çıplaklaşıyor. Bir devlet memuruna 8-10 maaş bağlama cüreti bir yönetim pratiği sayılamaz. Söz konusu bürokrasi kademesi, yalnızca kamu kaynaklarının emilmesi için bir mekanizma olmuş demektir. “Bakanlık görevinin”, belli ki en önemli ayağı bakanın şirketinin mallarını bakanlığa fahiş fiyattan kakalamak. Bir devlet yöneticisinin kaç uçağa, kaç otomobile ihtiyacı olabilirse onun on kat fazlası edinilmekte ve alırken, kullanırken, bakımını yaparken uçuk kaçık, tümden faydasız bir ekonomi yaratılıp kaynaklar emilmektedir. Yüz tane hibe ve emanet atı bir arada gören yönetici topluluğunun ilk aklına gelen hayvanların kaç para edeceği oluyorsa, “kamu görevi” kavramı tasfiye olmuştur. Bu yazı yazılırken hizmet pasaportuyla insan kaçakçılığı soruşturmasına konu olan belediye sayısı 29'u bulmuştu. Demek ki, belediyelerce organize edilecek olan hizmetlerin tanımı ciddi bir değişim sürecine girmiş…

Kapitalizm herhangi bir döneminde veya versiyonunda yolsuzluktan hiç arınmadı. O kadar ki, Marx, zorla el koyma, hırsızlık, kazıklama gibi uygulamaları “ilkel sermaye birikiminin” içinde sayar. Ama artık emeklilere bayram ikramiyesi söz konusu olduğunda enflasyon TÜİK’in açıkladığının yarısıdır, ama öte yandan ulaşımın yasaklanması, köprü ve karayolları için müteahhitlere verilen dolar sözlerini etkilememektedir. Burada sermayedarları ve siyasetçileri karşımıza bir çekirge sürüsü olarak çıkmaktadır.

21. yüzyıl kapitalizmi birçok yerde ve bunların başında Türkiye’de yolsuzluk kavramını konvansiyonel tanım ve kapsamının ötesine taşıdı. Bu talanı hayata geçirenler ne var ne yok cebe atıp, yiyip gitmeye hazırlanıyormuş görüntüsü veriyorlar. Bunların yaşadığımız topraklarla aralarında bir aidiyet bağı geçmişte var idiyse bile, artık kopmuştur.

Geçmişte sömürücü kapitalist sınıflar ve onların yolsuzluk seven siyasetçileri için böyle bir bağ vardı. İstediği kadar gaddar olsun modern devlet, işçileri acımasızca sömürse de modern sanayi tarihsel ilerleme anlamına geliyordu ve yönetici sınıflar yaşadıkları topraklara kök salıyorlardı. Şimdi daha önce hiç görülmemiş bir eğretilikle karşı karşıyayız. 

İşçi sınıfının yeni bir mücadele gününde sözümüz olsun. Biz bunları zaten yabancılaştıkları topraklarımızdan süpürüp atmasını biliriz. Onlar yabancılaştıkça biz kökleniyoruz. Biz sadece insanlığın kurtuluşuna değil; kurtuluş gününün çok yakın olduğuna da inanıyoruz. 1 Mayıs’ı bu güvenle, bu güveni büyütmek için kutluyoruz.