Nihayetinde 6 Ekim 2020 Salı günü 65 yaşındayken hayata veda etti. Vefat haberini oğlu Wolf Van Halen sosyal medyadan şöyle duyuruldu: “Bunu yazdığıma inanamıyorum ama babam Edward Lodewijk Van Halen, uzun süren kanser mücadelesini bugün kaybetti. O isteyebileceğim en iyi babaydı. Onunla sahnede ve sahne dışında geçirdiğim her an bir hediyeydi”.

Van Halen’dan önce, Van Halen’dan sonra...

Biz onu her daim gülümseyen tatlı yüzüyle ve “Jump”ı resmedercesine iki bacağını 90 derecelik pergel gibi açan neşeli zıplamasıyla hatırlayacak olsak da, son yıllarında yakın çevresi tarafından iyice huysuzlaştığı söyleniyordu. Bunda bozulan sağlığı nedeniyle değişen ruh halinin rolü vardı. Hatta geçimsizliği boşanmasına sebebiyet verecek kadar almış yürümüş; doksanlı yılların sonlarında yakalandığı ağız ve dil kanseri yüzünden gördüğü ağır tedavilerine rağmen, o bir zamanlar gitarının kulak kısmına astığı illetten, yani sigaradan vazgeçememişti. 

Doktorlar her gün saatlerce çalışarak ağzında metal pena tutmasından ötürü bu hastalıklara yakalandığını defaatle söylemişlerdi ama o tıpkı sigarasına eşlik eden alkolü gibi, ne gitarından vazgeçebilmişti ne de eliyle ağzı arasında mekik dokuyan penasından. Kolay değil, herhangi biri, alalade bir müzisyen değildi o! Adı Eddie Van Halen idi, sıra dışı bir gitar kahramanıydı. Ne gitarsız yaşayabilirdi ne de sigarasız.   

Nihayetinde 6 Ekim 2020 Salı günü 65 yaşındayken hayata veda etti. Vefat haberini oğlu Wolf Van Halen sosyal medyadan şöyle duyuruldu: “Bunu yazdığıma inanamıyorum ama babam Edward Lodewijk Van Halen, uzun süren kanser mücadelesini bugün kaybetti. O isteyebileceğim en iyi babaydı. Onunla sahnede ve sahne dışında geçirdiğim her an bir hediyeydi”.

***

Şüphesiz daha önce rock gitarında zihin açmış, gönül fethetmiş, devrim yapmış (Jimi Hendrix, Jeff Beck, Brian May, Frank Zappa, Ritchie Blackmore gibi) isimler vardı, ancak Van Halen’ın hikayeye dahil oluşu hepsinden farklıydı, zira diğerlerini rock müziğinin Rönesans dönemi sanatçıları olarak tarif etmek mümkün iken, onun dahli bu türün özünü ve ruhunu kaybetmeye yüz tuttuğu, iyice endüstriye teslim olduğu ve mainstream haline geldiği bir döneme denk gelmişti. Punk curcunasının göbeğinde patlayan 1978 tarihli ilk albümü muazzam bir rock’n roll ruhuna sahipti ve yetmişli yıllardaki rock müziğinin çehresindeki değişikliklerin başlangıcıydı. O nedenle ne vakit bahsi geçse birileri “Van Halen’dan önce, Van Halen’dan sonra” diye izah etmeye başlamıştı bazı konuları. 

Van Halen sadece dinleyicinin gözünde kulağında değil, gitarcıların aklında da bazı ışıklar yakmış, çalgıya farklı bir yorum getirerek işin literatürüne katkıda bulunmuştu. Peki tam olarak neydi bu katkı? 

Pena tutan sağ elini yeri geldiğinde gitarın klavyesine taşımıştı, penayı dudaklarına emanet ederek parmak uçlarını üzerinde gezdirdiği klavyenin kullanım alanını genişlemişti. 

Teşpihte hata olmaz; biz Anadolu müziğini dinleyenler için biraz aşina olduğumuz bir durumdu bu. Bizim saz ustası ozanlardan biliriz, aslında batı müziğinin bir çeşit şelpesiydi bu. Tapping denen çalma tekniği, usta gitarcının sounduna da olumlu yansımıştı. Evet, ondan önce bu tekniği kullananlar vardı, ama Bach esinli bir teknikle geliştiren, popüler yapan ve Tapping adını veren oydu. 

Melodiyi ve hızı uyum içinde buluşturarak mevcut kalıpları zorlamış; aynı fotoğrafta yüksek teknik ile temiz ses örgüsünü göstermeyi başarmıştı. Karizmatik görünüşlü, tam bir modifiye harikası olan Frankenstrat denen gitarların önünü açmasıyla, bu çalgıya 5150 adı verilen tonu kazandırmasıyla (ki aynı zamanda 5150 adında bir amplisi ve stüdyosu vardı. Bu ismi zihinsel engellilerle ilgili bir kanun maddesinden almıştı) öncü müzisyen haline gelmişti. Açtığı yolda döşediği taşların üzerinden sayısız gitarcı yürümüş; böylece tam bir gitar kahramanı olmuştu. 

***

26 Ocak 1955’te Hollanda’da doğmuş, yedi yaşındayken ailesiyle birlikte ABD’ye Pasadena Kaliforniya’ya göçmüştü. Abisi Alex ile piyano dersleri almış, ardından Eddie davul, Alex gitar çalmaya başlamış, ancak kısa bir süre sonra enstrümanlarını değiştirmişlerdi. Eddie o kadar yetenekliydi ki, 12 yaşında Eric Clapton’ın Cream topluluğundaki sololarını ezbere çalıyordu. Bir yandan da Jimmy Page hayranıydı.

Kardeşler Los Angeles’ta semtlerinde arka bahçe partileri ve kulüplerde çalmaya başladılar.  Yetmişlerin başında şarkıcı David Lee Roth ve basçı Michael Anthony ile Mammoth topluluğunu kurdular. Eddie artık sıra dışı tekniği ile tüm dikkatleri üzerinde toplamış, topluluğun adı da Van Halen olarak değişmişti. Ardından albümler, turneler, ödüller ve her tür başarı gelmişti.

Eddie ayrıca kendine özel gitarlar üretmeye başlamış, bir Fender Stratocaster gövdesini bant şeritleriyle kaplayarak ve boyayarak vahşi bir tasarım ortaya çıkarmıştı. Bir dönem Kramer, ardından Peavey gitarlarla özdeşleşmiş; arada Ernie Ball Company için kendi gitar serisini üretmişti. 

Küçümsenecek bir şey değil, Paul McCartney’nin de en sevdiği gitarcılardan biriydi. Çok aranan bir müzisyen olduğu için bulduğu her fırsatta topluluk dışında da bazı projelere, film müziklerine dahil oluyordu. Örneğin Brian May ile yaptığı Star Fleet Project adlı EP, tam bir gitar başyapıtıydı. 

***

Yaratıcıydı; sofistike rifleri, minimalist melodileri, kepçeyi derine daldıran sololarında bazen prog sınırlarına yelken açıyor, bazen de klostrofobik sınırlarda geziniyordu. Örneğin Kinks parçası “You Really Got Me” yorumuna adeta intro olarak hizmet eden ihtişamlı solo “Eruption”, seksenlerin güzel tonlu hit parçası “Jump”, elektro müzisyenlere ilham veren “Ain’t Talkin Bout Love” bir dönemin rock müziğinin milli marşları olmuştu. 

Aranızda muhakkak “ben bu şarkıları hiç duymadım, bunları meraklıları bilir ancak” diye düşünenler olabilir. Ama emin olun sizler bile Van Halen’ı defalarca dinlediniz, hatta ezberleyecek kadar... 

Nerede mi? Michael Jackson’ın “Beat It” parçasında solo atarken...

Murat Beşer ([email protected])