Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, merkezi planlama, eşit ve adil işbölümü ve bölüşüm. Tamam da bunları gerçekleştirmek için taa Mars’a gitmemize gerek var mı?

Uzaylı Yazı- I: Mars’ta bize iş var mı?

Bu Şubat ayı bir garip geçti, ülkede ve dünyada salgın, sömürü, yoksulluk, gericilik, darma duman ilerlerken, haftalardır “Aa bak kuş!” dercesine, Milli Uzay’dır, Ay’dır, Mars’tır konuşturur oldular bizleri.

Ben de o kuşa takıldım sanırım, bir de, madem boyun eğip aşağı bakmayacağız, bir iki hafta kafamı uzaya çevirmeye karar verdim. Uzaylı yazılar yazacağım bu köşede.

Mars’tan başlayalım, nitekim NASA’nın Mars 2020 misyonu, bizim “uzaya gidersek adımız ne olsun” bilimsel araştırmamızdan bir miktar daha önemli insanlık için kanımca!

Alanın bilim insanlarının izniyle, kendimce bu misyonu bir değerlendireceğim, bilimsel gaf olursa affola.

Mars 2020 misyonunun, 30 Temmuz 2020’de Perseverance, yani Azim adlı aracın Dünyadan ayrılması ile başlamış olduğu kabul ediliyor. Perseverance, 18 Şubat’ta Mars yüzeyine iniş gerçekleştirdi ve işine başladı. Görevi bir Mars yılı sürecekmiş, yani 687 Dünya günü.

Perseverance, orada bir buçuk, iki yıl azimle taş toprak örneği toplayacak, geçmiş mikrobiyal yaşam var mı yok mu bakacak.

NASA’nın Mars 2020 misyonunun, uluslararası düzeyde 20. yüzyılın ortasından itibaren süren “Mars’ta İnsan” misyonunun bir alt adımı olduğunu söylesek sanırım yanlış olmaz.

1950’lerden itibaren, önce Sovyetler sonra Rusya’nın, NASA-ABD’nin, Avrupa’nın ve Çin’in dahil olduğu “Mars’ta İnsan” hedefi, onlarca plan program proje ile sürüyor.

İyi de, ne yapacak insanlık Mars’a yerleşince?

Bu misyonun, yani Mars’ta insan varlığının yerleşimi, habitatıyla falan oluşturulması görevinin, tek başına bilimsel uzay araştırmaları kapsamında olmadığını düşünüyorum.

Geçtiğimiz yüzyıldan beri, bilimsel araştırmalarla başabaş yoğunlukta ve nicelikte, bilim-kurgu eser ortaya çıktı Mars üzerine. Kimi, Dünya’nın sonu geleceği öngörüsü ile insanlığın Mars’a göçtüğü bir geleceği, kimi Marslıların varlığı ve biz Dünyalılara neler neler yapacağını, kimi Mars’ın Dünya egemenleri için ne de güzel bir yatırım fırsatı sunduğunu anlatan kurgular.

Sakın yanlış anlaşılmasın, Elon Musk şarlatanının Mars’ta kendi kolonisini kurma zırvasını bu bilim-kurgu eserlerine katmıyorum. Onun derdi belli.

Benim sözünü ettiğim bilim-kurgular, insanlığın geleceğini öyle ya da böyle bir üretim tarzı sürekliliği ile Mars’ta var edebilmeyi tartışan ürünler.

Kızıl yıldız

Önce, 20. yüzyıl başında 1908’de ilk Bolşevik ütopya olduğu iddia edilen, Aleksandr Bogdanov’un bilim-kurgusu, Kızıl Yıldız romanı ile başlayalım.1

Yazarlığının yanında tutkulu ve çalışkan bir bilim insanı olan Bogdanov, 1905 devriminde militan bir Bolşevik ve Lenin’in dava arkadaşı olarak öne çıkar. Ancak daha sonra, görüş ayrılıkları belirginleşir ve Kaya Tokmakçıoğlu’nun titiz çalışmasında bize aktardığı biçimiyle, soldan sağa savrularak “yoldan çıkar”.2

Biz Kızıl Yıldız’a dönelim. Kitabın anlatanı ve kahramanı Leonid, nam-ı diğer Lenni, St. Petersburg's yaşayan Bolşevik devrimci bir matematikçidir. Partisiyle ilgili ideolojik rahatsızlıkları vardır, üstüne üstlük bu karışıklığa bir de gönül mevzusu eşlik etmektedir. Lenni’nin imdadına, Dünya’da tebdili kıyafet dolaşan Marslı Menni koşar, ve atar onu eteronefine3 kendi kızıl gezegenine götürür.

Meğer, Kızıl Yıldız Mars, devrimini gerçekleştirmiş sosyalist bir topluma kavuşmuş bir gezegendir. Lenni, uzun süren uzay yolculuğu dahil, tüm ziyareti boyunca Mars’ta bilimsel temelli sosyalist bir gezegende pek çok şey öğrenir, tanık olur, keşfeder.

Romanda, bilim etiğinden, toplumsal cinsiyet rollerine, tek ülkede (gezegende) devrim sorunsalından, kolonileşme karşısında ulusal (gezegensel) duygulara, muhtemeldir ki Bogdanov’un kendi kafa karışıklıkları olan pek çok satır arası konu var. Hepsini deşmeyeceğim burada.

Benim ilgimi çeken yerler, Mars’taki bu sosyalist toplumda tanımlanan üretim ilişkileri kısmı oldu. Kızıl gezegende Lenni’yi bir fabrikaya götürürler görmesi için. Fabrikayı mekansal olarak şöyle tanımlar:

“Ne duman, ne is, ne koku, ne de bir toz zerresi vardı. Parlak olmayan ama her yere nüfuz etmiş bir ışık içindeki makineler, temiz havada uyumlu ve ölçülü bir biçimde çalışıyor, dev demir, alüminyum, nikel ve bakır parçalarını kesiyor, biçiyor, rendeliyor, deliyordu…” syf 65

Sonra da işçileri anlatır:

“Yüzlerce işçi makinelerin arasında kendilerinden emin bir halde gidip geliyorlardı…Yüzlerinde kaygı değil, sadece sakin bir dikkat ifadesi vardı; çevrelerinde olanların meraklı, bilgili gözlemcileri olarak görünüyorlardı…” syf.65

Lenni fabrikayı ve işçileri gördükten sonra çalışmanın nasıl düzenlendiğini sorar. Merkezi istatistikler ve tablolarla işgücü planının yapıldığını, herkesin eksik ve ihtiyaç duyulan yerlere göre nerede çalışacağına kendi seçimi ve isteğiyle karar verdiğini öğrenir. Ürünlerin üretimi ve tüketiminde merkezi planlamanın ve istatistik biliminin devrede olduğunu keşfeder.

Kitabın içerisinde daha fazla kaybolmadan, Lenni’yi kızıl fabrikada bırakıp, ayrılalım. Sonuçta Bogdanov’un Mars’ta yaşam kurgusu hakkındaki görüşüm, o gezegeni bir tür kontrollü deney gözlem mekanı gibi tanımlamış olduğu. Dolayısıyla da üretim ilişkilerinde çalışmanın örgütlenmesi için öngörüsünde, uzaylılıktan çok, sosyalistliği kurguladığını düşünüyorum.

Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, merkezi planlama, eşit ve adil işbölümü ve bölüşüm tamam, tamam da bunları gerçekleştirmek için taa Mars’a gitmemize gerek var mı?

Uzayda nasıl çalışılır?

Bu sorunun yanıtından önce uzayda ya da gezegenlerde, hangi ürün/hizmet ya da kullanım değerinin ortaya çıkarılacağı, ne tür kaynaklara ulaşılabileceğini öngörmek gerekir.

Yine bilim kurgular üzerinden, ama bu sefer popüler örneklerden ilerleyeceğim.

Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla, uzaydaki olası kaynaklar konusunda öne çıkan, “uzay madenciliği” aracılığıyla elde edilebileceği düşünülen hammadde ya da enerji kaynakları. Bu konuyu ele alan, hem de kendince bir tür kaptalizm eleştirisi de yapan, 2009 yapımı bir bilim kurgu film var. Adı, Ay.4

Filmin öyküsünü ortaya çıkaran ve yöneten 1971 doğumlu Duncan Jones, kendi başına renkli bir karakter. Tam ismi, Duncan Zowie Haywood Jones, David Bowie ve “Angie” Bowie’nin oğlu, bilim kurgu ağırlıklı işleri olan bir senarist, yönetmen, yapımcı.

Jones’un Ay filminde, babasının ünlü “Life on Mars” şarkısının esin payı olduğu düşünülüyormuş.5 Mars’ta geçmemekle birlikte, Ay filmi, kapitalist sistemin uzayda insan varlığını nasıl gördüğünü tartışan muhalif bir film.

Filmde, çok da uzak olmayan bir gelecekte, Dünyalı tekelci kapitalist Lunar şirketi Ay yüzeyinde kurduğu Sarang istasyonunda helium-3 yakıtı madenciliği yapmaktadır. İstasyonda, Sam Bell, kendisine hem yöneticilik, hem asistanlık, hem doktorluk, hem terapist, hem de eşlik yapan yapay zekalı robot GERTY le birlikte yaşayan tek işçi/teknisyen/mühendis/insan/canlıdır.

Sam’in ailesi ve şirket ile iletişimini de GERTY sağlar. Günlük işlerinin planlaması, denetimi ve raporlanması da bu “sevimli” robot karakter üzerinden yürür. Üç yıllık iş sözleşmesinin sonlarına yaklaştığında Sam birgün bir iş kazası geçirir, ağır yaralanır ve işte ondan sonra olanlar olur.

Filmi izlemek isteyenler olabilir diye daha ileri gitmeyeceğim, öyküyü bozmak istemem.

Bu film ile tartışılan şeylerden sadece küçük bir kısmını aktarayım. Kapitalist üretim ilişkileri açısından gündelik çalışmanın düzenlenmesi; çalışma zamanı vs. boş zaman; işgücünün yeniden üretimi; emek denetim mekanizmaları gibi bugün de gündemimizin göbeğindeki ve aslında sömürü ilişkilerini gözler önüne sermek için ay üssüne gitmemizi gerektirmeyecek başlıkları tartışıyor filmde “Zowie” Jones.

Marslı

Uzayda insanın varlığı ve çalışması ile ilgili daha güncel ve daha popüler olan diğer bir film ise, ödüllü mödüllü Marslı, filmi.

2015 yılında, Andy Weir’in aynı adlı romanından Drew Goddard’ın senaryosu ve Ridley Scott’un yönetmenliğiyle ortaya çıkan The Martian.

Muhalif yanı pek olmayan bu filmde, Mars’a araştırma misyonuyla giden Ares III ekibi Mars fırtınasına yakalanır, görev iptal olur ama ekipten botanikçi astronot Mark, taş toprak altında mahsur kaldığı için öldü sanılır ve kaderine terk edilir.

Gerisi Mark’ın Mars’ta verdiği yaşam savaşının öyküsü. Yazar ve yönetmenin niyetini bilemem ama bence, filmde asıl olarak, bir bilim insanının hayata bağlılığı, kararlılığı, inadı gibi konular dikkate değer.

Tabi bir de Mars’ta patates yetişir mi sorunsalını unutmayalım. Bunun da yanıtını burada vermeyeyim filmi izleyeceklerin merakını kırmayayım.

Dikkat ettiyseniz, görece daha muhalif olanı da, ödülden ödüle koşanı da, iki kurguda da, hatta üçünde de uzayda emekçi insanın çaresizliği vurgusu var. Hepsinde erkek karakterler, yalnız, korumasız (robot GERTY’yi saymıyorum!), neredeyse çaresiz. Her ikisi de bireysel çabalarıyla, bilinçleriyle yaşam savaşı veriyor.

Uzayda olmanın, zamansal, mekansal, uzamsal belirsizliği yetmezmiş gibi, yalnız bırakmışlar karakterleri, izlerken insan, ah bir kişi de olsa bir yoldaşı olsa, arkadaşı olsa diye hayıflanıp duruyor.

Bilim teknoloji bir yere kadar, esas dayanışma, insan etkileşimi, örgütlenme ne kadar önemli diye kapatıyoruz filmleri.

E ama bunun için de uzaya gitmeye ne gerek var!

Bilmiyor muyuz çook uzun süredir, birleşmiş insanlığı hiçbir kuvvet yenemez. Uzayda bile!..

  • 1. Kızıl Yıldız, Aleksandr Bogdanov, çev. Ayşe Hacıhasanoğlu, Yordam Kitap.
  • 2. İlgilenenler için Bkz. “Yoldan Çıkan Bolşevik: Aleksandr Bogdanov” Kaya Tokmakçıoğlu, Kasım 2020, Madde, Diyalektik ve Toplum Cilt 3 | Sayı 4 http://bilimveaydinlanma.org/yoldan-cikan-bolsevik-aleksandr-bogdanov/
  • 3. Eteronef: uzay gemisi. Yunanca eter uzay boşluğu anlamına geliyor.
  • 4. Moon, (2009) Yönetmen: Duncan Jones, Senary: Nathan Parker, Öykü: Duncan Jones.
  • 5. David Bowie’den “Llife on Mars”’ı buradan dinleyip izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=AZKcl4-tcuo . Bu linki bizleri bırakıp giden genç dostum Matthew için paylaştım. Bu parçayla anılmak istemişti, başka bir sürü şeyde olduğu gibi, bu şarkı seçiminde de özel bir mesajı vardı diye düşünüyorum. Bu yazı aracılığıyla sizlerle de çoğalsın Matthew.