Pandemi içinde gerilere atılıp üzerinde tepinilen eğitim ve öğretim aslında yılların biriktirdiği sorunlarına yenilerini ekleyerek başlıyor. Yüz yüze mi, uzaktan mı biçimsel tartışması bu sorunların maskesi.

Unutturulan/unutulan: Gerici ve piyasacı eğitim

Salgınla birlikte unutturulan/unutulan çok şey var. Evet, öncelik bireysel ve toplumsal sağlıkta, sağlık planlamasında, önlemlerde ve vazgeçilmez olarak da sağlık emekçilerinde ama bu kaotik ortamda üretim, siyaset, yönetim, yaşam sürüyor. Kimi yaşamsal konular ve sorunlarsa pandemi altına saklanıyor.

Pandemiye karşın hiç unutulmayan büyük sermayenin işçi sağlığına karşın üretim zorlaması, teşviki, birikimi ve kârı. Bunlar için emekçilere tüm güçlerle ve fırsatçılıkla yükleniliyor.

Araya giden konulardan biri de eğitim, öğretim. Bir yandan normale dönülemiyor, diğer yandan eğitimde normalin ne olduğu belirsiz; AKP’nin getirdiği ve dayattığı normalin analizi ve tartışması yapılmıyor. Gerici müfredat, zorunlu din dersi, imam hatipleştirme sorunları sürüyor. Yıllardır süren bu sorunlar, sınırlı bir siyaset dışında üzerine gidilip mücadele edilmediğinden meşrulaştırılmış olarak kabul görüyor. Pandemi de meşrulaştırmanın perdesi olarak kullanılıyor.

Dinsellik devlette, hukukta, siyasette, eğitimde, sağlıkta ve toplumsal yaşam tarzı içinde at oynatmaya devam ediyor, hem de örgütlü olarak. Virüsün kendi haline bırakılması ve pandeminin “şükür”e bağlanması da bu tabloda hiç şaşırtıcı değil.

Tıpkı adli yılda olduğu gibi, öğretim yılı da yeniden başlıyor ama müfredat hep geri, zorunlu din dersi dayatılmaya devam ediyor, imam hatip dayatması devam ediyor, eğitimin piyasalaşması devam ediyor.

“Cumhuriyet’ten intikam” planında eğitim ve öğretimin gerici ağırlığından vazgeçilmiyor ve bundan hem yeni Osmanlıcılar hem de piyasa yararlanıyor.

Öyle bir sarkaç ki iki ucunda da aklın, bilimin, aydınlanmanın, laikliğin ve toplumsal gerçekçiliğin üzerine çöken kara betonlar var. Altında çocuklarımız, gençlerimiz ve geleceğimiz eziliyor. Ya yobazlığın karanlığına itiliyorlar ya da paranın saltanatına tutsak oluyorlar.

Ya gericilik ya da piyasa: ikisi de sömürünün aracı…

Bir tarafta Türk/Kürt İslam sentezi, diğer tarafta sermayenin sınırsız tahakkümü…

Bir tarafta akıl, bilim, aydınlanma katlediliyor diğer tarafta kadınlar, çocuklar, emek ve emekçiler…

2017’de Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi olarak başlattığımız “AKP Müfredatına Hayır” konulu imza kampanyası metninde: Ülkeyi dinsel kurallarla yönetmeyi hedefleyen iktidarın (ki bugün yasalarıyla, yargı kararlarıyla, devletin damarlarına yerleşen Diyanet İşleri Başkanlığıyla, devletin kadrolarını paylaşarak yerleşen ve siyasette söz sahibi olan tarikat ve cemaatleriyle, toplumun yaşam tarzına müdahalelerle bu yönetme tüm alanlarda sürüyor) eğitim alanında dizginlenemez bir saldırı sürdürdüğünü, AKP müfredatının da bu saldırının en kapsamlı göstergesi olduğunu, müfredatın laik, bilimsel ve aydınlanmacı eğitim hakkını gasp ettiğini belirttik.

Çocuklar evrim teorisi çıkarılarak bilimsel içeriği sakatlanan müfredatla istismar edildiği, özgür ve bilimsel düşünceden, sorgulamadan uzaklaştırıldığı gibi, dinsel gericilik de her alanda yerleştirilerek boyun eğen yurttaşlar yetiştiriliyor. Bunun seçeneği olarak da paralı eğitim sunuluyor.

Zorunlu din dersiyse (ZDD) bir başka kaos ve karşı devrim aracı. ZDD dayanağı olarak gösterilen 1982 Anayasasının gericiliğe yol açan maddelerinden biri. Bu madde sözünden ve özünden koparılarak, yargı kararlarına karşın göz göre göre ihlal edilebiliyor. İki yönlü ihlal var: hem hukuksuzluk yapılıyor hem de ahlaklı davranılmıyor. 

Bir kere Anayasanın ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu saydığı ders “din kültürü ve ahlak öğretimi”. Bu herhangi bir dinin dinsel kurallarını öğretmeyi kapsamıyor. İkincisi de bir dinin eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı. Yani talep olmadan devlet tek taraflı olarak ZDD dersi veremez, verdiremez. 

Bu açık Anayasa buyruğunu birçok mahkeme karara bağladı. Gelin görün ki yargı kararlarına uymak zorunda olan devlet ZDD kararlarını kararın tarafı olan öğrenciye uyguluyor (ki o da itirazlarla) ama hukuksuzluğu yapmaya da devam ediyor. Kaldı ki bu konuda mahkemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkemesi kararlarını da dayanak gösteriyor.

Müfredata ve ZDD’ye ek olarak tarikat ve cemaatlerin vakıflarıyla yapılan protokoller devreye sokuluyor. Bu uygulama da protokollerin iptaline ilişkin yargı kararlarına karşın devam ediyor. Adı değerler eğitimi, içeriği çocuklarımızın zihinsel gelişimini sekteye uğratacak, derin travmalar yaratacak gericilik…

Çocuklarımıza karşı açılan savaş Cumhuriyetin ilerici kazanımlarını yok ederken geleceği de ipotek altına alıyor. Cehalete ve korkuya dayalı eğitimi, bu eğitimin dayanağı olan siyaseti ve düzeni reddetmek, bilimi ve aydınlanmayı savunan eğitimin ve eğitimcilerin yanında olmak, eş zamanlı olarak da ZDD için dava açan ailelere katılarak yeniden ve yeniden davalar açmak gerekiyor.

Siyasal iktidarın tercih ve yönetimine sığmayan eğitim ve öğretim Anayasaya ve hukuka da sığmaz.

Pandemi içinde gerilere atılıp üzerinde tepinilen eğitim ve öğretim aslında yılların biriktirdiği sorunlarına yenilerini ekleyerek başlıyor. Yüz yüze mi, uzaktan mı biçimsel tartışması bu sorunların maskesi.

Biçimden içeriğine bütünsel olarak çürümüşlüğün yaşandığı eğitim gericiliğin ve piyasanın tutsağı. Artık Cumhuriyet’in ilerlemeci, aydınlanmacı, bilimsel ve laik eğitiminden eser olmadığı gibi, her geçen gün daha çok teslim olan daha çok çürüyen bir eğitimle baş başa bırakıldı öğrenciler, öğretmenler, anne babalar, veliler ve toplum.

Mücadele bütünsel, mücadele düzene karşı ama çocuklarımızı sömürücü ve gerici düzenin sürmesi için cehalet batağına atılmış ve boyun eğen bireyler olarak yetiştirmek isteyen yobazlığa da meydan bırakılmamalı.

Gerici ve piyasacı düzenin akla, bilime, özgürlüğe ve aydınlanmaya karşı giriştiği ahlaksız, yobaz ve vahşi saldırı mutlaka durdurulmalı.