Afganistanlı Arif’i ölüme sürükleyen şeyin koronavirüsün psikolojik etkisi olmadığını çok iyi biliyoruz. Hayallerinde büyüyen medeni Avrupa’da gördüğü gerçekliğe, acımasızlığa bir kez daha katlanmak istemedi Arif. Ülkesinden, sevdiklerinden ve her şeyden uzakta son nefesini verdi.

Üniversitelerin ve medyanın gölgesinde bir hayali pazarlamak

Afganistanlı Arif, emperyalizmin perişan ettiği ülkesinden binlerce kilometre uzakta yeni bir yaşama yelken açabilmek ve insani hayallerinde bir parça mutlu olabilmek için İrlanda adasına sığınmıştı. Arif ve onun gibi milyonlarcası, yüzyıllar önce gerçekleşen büyük kıtlığı bilmiyor1, İrlanda adasının kendi ülkelerinin kaderiyle aynı kaderi paylaştığını fark edemiyordu. Sığınma merkezinde yüzlerce insanla ortak tuvaleti, banyoyu ve mutfağı paylaşmak zorunda olan Arif, kaçınılmaz olarak küresel bir salgında arkadaşlarıyla arasına mesafe koyamıyordu. Sınıfsal konumu ve ona sunulan imkanlar buna izin vermiyordu.

Tracey 's Hotel, Carrickmacross, Co Monaghan'da karanlık ve soğuk bir odada kendini izole eden 25 yaşındaki Arif, son 5 ayda Direct Provision (Doğrudan Hüküm Merkezi) merkezlerinde yaşamını yitiren ikinci sığınmacıydı. Olayın ardından tüm İrlanda hep bir ağızdan ses yükseltti: #EndDirectProvision. Kapitalizm bu çağrıyı yanıtsız bırakmadı, ‘Ireland Simpsons Fans’ End Direct Provision yazılı T-Shirt ve yüz maskelerini satışa sundu. İnsanlar ölüyor, politik sloganlar tüketim kültürüne ‘entegre’ ediliyordu. Toplumdan izole edilen bireyler sessizce ölüme yürürken, kapitalizm muhalif maskesini yüzüne geçirerek kasasını doldurmaya devam ediyordu. Sokağa, gündelik yaşama kısacası insana dokunmayan tüm bu tepkiler oluştuğu ortamdaki sanallığına geri dönmeye mahkumdu. Resmî açıklamada Arif ve yakınları için derin üzüntü duyulduğu belirtildi…2

İrlanda’da halihazırdaki verilere göre 183 bin boş ev var. Bu evler, tüm evsizlerin ve mültecilerin barınma imkanına kavuşmasına fazlasıyla yetiyor. Sermayenin zenginliği tüm bu mantık dışı sistemin üzerinde yükseliyor. Bu mantık dışı sistem üniversiteler ve kitle iletişim araçları aracılığıyla bilimsel bir kisveye bürünüyor. Onlar cinayetlerine ve barbarlıklarına bilimsel kılıflar uydururken, savaşa, açlığa ve tüm yoksunluklara rağmen yaşamakta direnen Arif, İrlanda’da gördükleri karşısında daha fazla direnemiyor ve kaldığı o karanlık, soğuk odada yaşamına son veriyor. 

Sosyal bilimlerin uzun süredir bir papağan bilimine dönüştüğünü biliyoruz. Bu sadece Türkiye akademisi için de geçerli değil. Kapitalist üretim biçiminin altında bilim git gide toplumdan ve gerçeklikten uzaklaşıyor. İrlanda Cumhurbaşkanı Michael Daniel Higgins, New York’taki Fordham Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada İrlanda’daki üniversitelerin düşünen, sorgulayan ve olguları derinlemesine yorumlayan bireyler yetiştirmediğini söylüyor. Higgins, aynı üniversitelerin şirketlerin ihtiyaçlarına göre insan yetiştirdiğinin altını çiziyor. Sosyalist gelenekten gelen cumhurbaşkanı bir anda eteğindeki tüm taşları olduğu yere döküveriyor. En üst makamdan gelen bu serzeniş doğal olarak sosyal medyada büyük bir yankı uyandırmıyor.3 

Elime aldığım yerli ve yabancı tüm makalelerde çıldırmışçasına bir atıf yağmuruna tutuluyorum. Çok doğal, burjuvazinin insanlığa söyleyecek sözü kalmadı. Onun üniversitelerinin ve yarattığı bilim insanın bir papağana dönüşmesi bu yüzden normal. Yine bu nedenle üniversiteler artık bir orta çağ kalesine benziyor. Toplumla birebir ilişkisi olan bölümlerin toplumla olan bağları kesiliyor ve üniversitenin korunaklı duvarlarının arasında gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kavram üretme telaşı başlıyor. Gerçeği artık üniversitenin duvarlarının arkasında bulamayacağımız daha net bir biçimde görülüyor. Akademinin huzurlu gölgesinde, hayalindeki işi icra edenlerin bu satırları okurken histerik bir krize tutulacağını biliyorum. Üniversitelerin durumlarını bu şekilde ele alan ve kendi sınırlarının içerisinde nasıl giderek bir ucubeye dönüştüğünü anlatan pek çok ‘batı kaynaklı’ araştırma ve makale var. Burada ‘batılı’ ifadesini kasıtlı kullanıyorum. Batılı aydını ve araştırmacıları fetişleştiren insanlarımızın başka bir gerçekliği görmediklerini ve kabul etmediklerini iyi biliyoruz. Dikkatli bir okur bu yazıda şunu fark edecektir; her şeyi ama her şeyi en ince ayrıntısına kadar açıklamaya ve açıkladıklarımı sade bir dille aktarmaya gayret gösteriyorum. Artık yazının zenginliğini arttırmak için müphem ifadeler ya da ironi kullanımının tehlikeli olduğu dönemlerden geçiyoruz. Okur, bizden her şeyi açıklamamızı, kaynakları net bir biçimde vermemizi, kısacası hazırcılığa başka yollardan katkı sunmamızı istiyor.4

Sosyal medyada Avrupa’da yaşam üzerine üretilen Türkçe içerikleri tarıyorum. Özellikle İrlanda hakkında bir sürü ipe sapa gelmez şeyler anlatılıyor ve paylaşılıyor. Bol eğlenceli, bol içkili, tüm bu içeriklerin hepsi istisnasız izleyici avcılığı yapan vasat işler. İrlanda’nın acılarla dolu tarihine, kültürel değerlerine ve güncel mücadelelerine dair hiçbir şey yok. Kısacası bilgi yok. Üretilen tüm bu içeriklerde korkunç bir hayal simsarlığı yapıldığına şahit oluyoruz. İçerik üreten bu gençlere kızmak ve onlara öfkelenmek en kolay ve kestirme olan yol. Peki, bu gençlerin eğitim aldıkları üniversite sıralarında sizce hangi hayal pazarlanıyor? İleri ve refah Avrupa kıtasına ulaşmanın hayali. Ayrıca akademinin bu pozisyonu sadece günümüze özgü bir durum değildir. “Marx, ‘vulgar ekonomi’nin sosyal ve ekonomik yaşamın sadece yapay, fenomenal veya aşikâr göstergelerini analiz ettiğini, daha derindeki altta yatan tabakaya, öz’e veya realiteye nüfuz etmekte başarısız kaldığını ileri sürer” (Keat ve Urry, 2016:162)5 Kapitalist üretim ilişkilerinin kolları olarak şekillenen yapılardan toplumsal gerçekliği bilimsel verilerle ortaya koymasını bekleyemeyiz. Üniversitelerin çoraklaşması, kapitalizmin yeni hikayeler yerine sürekli eskileri dolaşıma sokması, bireylerin gerçeklik duvarına çarpması ve o duvarda tuzla buz olmasına neden oluyor. Yeni umutlar için çıkılan yollarda, bireyin yaşamı tam da bu cennetin içinde son bulabiliyor. İnsanlar doğal olarak dünyayı anlamak ve bu doğrultuda yorumlamak istiyorlar. Yazılan makaleler, tezler ve kitaplar esaslı yorumlardan uzak bir ‘o şunu demiş, bu bunu söylemiş’ ucubeliğine dönüşmüş durumda. 

Batılı aydının üstünlüğünün sürekli olarak kabul edildiği bu toksik iklimi dağıtmak zorundayız. Sokakta, fabrikada, caddelerde her gün biteviye şahitlik ettiğimiz gerçekliği yorumlamak ve anlatmak zorundayız. “Sosyal bilimler için yorumlayıcı anlama, sosyal bilimcilerin başarmayı hedefledikleri anlamalardan sadece bir tanesidir. Doğa bilimlerinde ise yorumlayıcı anlama, açıklamacı anlamaya ulaşmak için bir ön adımdır. Tüm insan bilgisinin sosyal doğası, hem sosyal bilimlerde hem doğa bilimlerinde yorumlayıcı anlama analizinin yapılmasını gerektirir” (Keat ve Urry, 2016:278). Tüm bu anlam çabasının oldukça önemli bir yere tekabül ettiğini biliyoruz. Afganistanlı Arif’i ölüme sürükleyen şeyin koronavirüsün psikolojik etkisi olmadığını çok iyi biliyoruz. Hayallerinde büyüyen medeni Avrupa’da gördüğü gerçekliğe, acımasızlığa bir kez daha katlanmak istemedi Arif. Ülkesinden, sevdiklerinden ve her şeyden uzakta son nefesini verdi. Tüm bu gerçekler apaçık ortadayken yine de ölümünde suçlu olan kendisiydi. Haftalık 38 Euro ile geçinmesi, yüzlerce insanla iç içe yaşamaya zorlanması sistemin suçu olamaz. Suçlu olan tek kişi kendisiydi. Geri kalmıştı, ellerini az yıkamıştı ve psikolojik sorunları vardı… Youtube sayfasında arama bölümüne ‘İrlanda’da yaşam’ yazıyor ve arama butonuna basıyorum. Bol kahkahalı Türkçe videoların arasında işlenen bu soğukkanlı cinayete tanıklık ediyorum. Üniversitelerinin başarıyla yetiştirdiği tüm o gençlerin yarattığı hayale sadece göz atarak katlanabiliyorum. Sokaklarda kalan binlerce evsizin ve Arif’in yaşadıkları ise onları asla ilgilendirmiyor.

  • 1. Büyük Kıtlık ya da bir diğer ismiyle İrlanda Patates Kıtlığı, İrlanda'da da 1845 yılında başlayıp 1852 yılında son bulan kitlesel açlık, hastalık ve göç dönemi.[1][2] İrlandacada Gorta Mór (Büyük Açlık) ve Drochshaol (kötü yaşam) adlarıyla anılmaktadır (Wikipedia). Yaklaşık 1 milyon kişinin ölümüne neden olan bu büyük trajedi adanın demografisini bir daha düzelmemek üzere sakatlamıştır. Yine bu korkunç rakamın ikinci dünya savaşı öncesindeki insanlığa karşı işlenen suçları sorgulamamız adına önemli bir veri olduğunu düşünüyorum. Tarihteki ilk soykırım suçunun Naziler tarafından işlendiği büyük bir yalan ve aldatmaca. İngiliz emperyalizmi bir çıban olarak gördüğü İrlanda’yı büyük bir soykırımla dize getirmiştir. İrlandalılar, İngilizce konuşmaya, kültürlerini ve benliklerini unutmaya zorlanmıştır. Sürgünde dizanteri nedeniyle ölen Michael Dwyer (Ö:1825) gibi öncüler bu acı tarihe tanıklık eden ve onun gibi bedelini canıyla ödeyen insanlar tarih kitaplarının tozlu sayfalarında emperyalizmin suçlarına tanıklık etmeye devam ediyorlar (Y.N).
  • 2. https://www.hotpress.com/culture/asylum-seeker-dies-following-self-isol…
  • 3. https://www.rte.ie/amp/1079255/
  • 4. Buradaki ifademi Sol okurları olarak değerlendirmemek gerekiyor. Türkiye’de kitle kültürünün etkisiyle niteliksiz bir okur kitlesi gelişti. Bu ifademde buradaki niteliksizleşmeye işaret etmeye çalışıyorum.
  • 5. Keat, Russel ve Urry,John (2016). Bilim Olarak Sosyal Teori. Çev: Nilgün Çelebi. Ankara: İmge Kitapevi.