Hepimizin hakkı olan aşılar zaten bizim bileşik, kolektif emeğimizle üretilmiştir ama özel mülktür şu an itibariyle. Bu mülkün bize dönmesini istiyoruz. Bütün tedarik zincirleri ile birlikte.

Tüm tedarik zincirleri, üretilen tüm aşılar ve bilim emeğin olacak

2020’yi insanlık felaket bir yıl olarak hatırlayacak. Sanki zaman tünelinden geçip veba çağına dönmüş gibi olduk!

Ancak mutlak bir “kötü geçen yıl” olmaz, her süreç karşıtı ile birlikte akar.

Düzenin genel olarak hiç bu kadar sorgulandığı ve dibe vurduğu bir yıl olmamıştı.

COVID-19 bütün dünyaya görülmedik bir hızla yayıldı. Çünkü dünya üretimi ulusal sınırları aşmış büyük ölçüde bütünleşmişti. Pandemi sonrası tedarik zinciri tartışmalarına bakın bir kez, hemen her fabrika başka bir ulusta bulunan fabrikaya ara ürün üretiyor.

COVID-19 salgınının bu şekilde yayılması bu koşullarda önlenebilir miydi?

Evet, en başında alınan önlemlerle bir pandemiye dönüşmesi engellenebilirdi ama engellenemedi. Çünkü bütün dünyayı birbirine bağlayan hemen bütün üretim birimleri özel mülk durumunda ve kâr elde etme denilen hastalığa tutulmuş bir asalak azınlığın elinde bulunuyor.

Bu sınıfın hastalıklı yapısı salgını erken dönemde izole etmeyi başaramadı. Çünkü milyarları bulan emek gücü sömürülmeye ve pazara sürdükleri toplumsal yararı olmayan malları tüketmeye devam etsinler istediler.

Eğer bütün dünyada tedarik zinciri emekçi sınıfların elinde olsaydı, salgını çıktığı ve yayıldığı yerlerde sarmalayıp kurutmak çok kolay olacaktı.

Şimdi ise modern vebadan kurtulmanın tek yolu yaygın aşılama olarak gözüküyor. 

Ama aynı sorun tekrar karşımıza çıkıyor. Küba’daki hariç hemen bütün aşı üretimleri özel sektörün elinde.

Pandemi çıkmadan 3-4 yıl önce aşı üreten şirketlere koronavirüs salgını olasılığına karşı aşı çalışması yapmak için çağrıda bulunulduğu biliniyor. Ama yapmadılar. Çünkü kârı garantili olmayan bir işe girmek istemediler.

Bu yüzden pandemiye bağlı 2 milyona yakın insanın ölümünden sonra ancak aşı üretilebildi. Dünyadaki tüm insanların parasız ve eşit bir şekilde aşılanabileceği ise çok şüpheli bu durumda.

Çünkü aşı şirketleri aşıyı satmaya çalışıyorlar. Şirket yöneticileri henüz tamamlanmayan çalışmaların sonuçlarını borsada hisse senetlerinin fiyatını yükseltmek için açıklıyor. 

Oysa üretilen aşılar tüm topluma ait.

Neden aşıların bize ait olduğunu anlamak için kısa bir süre önce Madde Diyalektik ve Toplum’da ve sonra SoL Haber Portalı’nda da yayınlanan şu makaleye bakabilirsiniz.

Çok kısaca şu söyleniyor. 1980 sonrası Türkiye’de ve bütün dünyada bilim emekçileri uluslararası yayın yapmaya yönlendirildiler. Örneğin Türkiye’den mikrobiyoloji ve biyoteknoloji konusunda son 40 yılda bilime katkı yapan binlerce uluslararası makale yayınlanmıştır. Ama Türkiye 1990 sonrası kendi aşısını üretemez hale geldi, aşı tekellerinin pazarına dönüştü.

Oysa şirketlerin araştırma-geliştirme birimlerindeki bilim emekçileri bütün dünyadan gelen bu emek ürünlerini toplayıp onları aşı üretimi için kullandılar. Bütün dünyadan sayısız bilim emekçisine tek kuruş ödenmedi.

Marx’ın tarif ettiği birleşik emeğin ne kadar karmaşıklaştığını bu örnekte görüyoruz. Bir bilim emekçisinin yaptığı çalışmada ana okuldan üniversiteye onu eğitenlerin, fakülteye götürüp getiren metro sürücülerinin, üniversitede aşçıların, bu bir zincir, saymakla bitmez, iç çe geçmiş emeği bulunuyor.

Ayrıca araştırma projelerine devletin verdiği destek de emekçilerden geliyor, çünkü dedik ya bu asalak sınıf pratik olarak vergi vermez. Verdiğini de teşvik olarak geri alır.

Sonuçta hepimizin hakkı olan aşılar zaten bizim bileşik, kolektif emeğimizle üretilmiştir ama özel mülktür şu an itibariyle.
Bu mülkün bize dönmesini istiyoruz. Bütün tedarik zincirleri ile birlikte. Dünya ölçeğindeki bu muhteşem birleşik emek bütün üretim süreçlerinin gerçek sahibi olmalıdır.

Nasıl küçük küçük feodal beylikleri, prenslikleri burjuvazi ulus ölçeğinde bütünleştirdiyse, işçi sınıfı da dünya ölçeğinde ulusları bütünleştirecek.

Böylesi bir sıçramaya sandığımızdan çok daha yakınız.

Dünyayı çeşitli şekillerde felakete sürükleyen bu asalaklığa son verme zamanı geldi geçti.

2020’nin son yazısında yeni yılın böyle bir atılıma bizi yaklaştırması dileğiyle bütün okurları sevgiyle selamlıyorum.