En hassas cephede yeni taktiklerle saldırıyorlar. Çalışma saatlerini esnetiyorlar, uzatıp bölüyorlar, kısaltıp yoğunlaştırıp karşılığını vermiyorlar.

TikTak TikTak TikTak…

Kasım geldi, havalar soğudu, günler kısalmaya başladı, üstüne salgın da kontrolden çıkınca memleketin “saatlerle oynama enstitüsü” görevi başına geçti. 

Önce İstanbul’da sonra da Ankara’da Valilikler aracılığıyla organize sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri ve sanayi kuruluşlarında mesai saatlerinin 07.00 ile 16.00 saatleri arasında düzenlendiği duyuruldu. Ancak elbette İstanbul Valiliği, hâşâ yanlış anlaşılma olmasın diye, fazla mesai, vardiya gibi esnek çalıştırma yapmak isterlerse, mesai bitiş saati belirleme yetkisinin patronlarda olduğunu eklemeden geçmedi.

Bu saatlerle oynama merakını meşhur yaz saati uygulaması gündemiyle hatırlayacaksınız. Türkiye’de sanıyorum ilk 2008 yılında tartışmaya açıldı, öyle mi böyle mi, tasarılar, anketler, sonra artık sonuç her ne çıktıysa, 2016’da sürekli yaz saatinin, yani saatlerin bir saat ileri alındığı biçimin kalıcı olması karara bağlandı. 

Bu karar da önce oldurulamadı, nitekim Danıştay mevcut 697 sayılı yasaya göre Bakanlar Kurulunun böyle bir karar yetkisi olmadığını söyledi, 2017’de yasa olması gerektiği gibi düzenlendi ve nihayet Ekim 2018’de Türkiye sürekli yaz saatine kavuştu.

Oh ne aydınlık ne aydınlık…

Saatlerle oynarken üzerinde değişiklik yaptıkları yasadan bahsettim, hani 697 sayılı, onun tam başlığı ne biliyor musunuz? “Günün Yirmidört Saate Taksimine İlişkin Kanun”, kabul yılı 1925, TBMM’nin ikinci dönemi, Halk Fırkası milletvekillerinin meclisi. 

Türkiye Cumhuriyeti daha ilk yıllarında uygar dünya ile etkileşimini ortaklaştırabilecek biçimde ülkede yaşamı düzenleyecek bir karar alıyor. Kanun 697, Madde 1: “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gün, gece yarısından başlar ve saatler sıfırdan yirmi dörde kadar sayılır.”

Bence en az harf devrimi kadar önemli.

"İnsan her şeyden evvel iştir, iş ise zamandır.”

Önemli çünkü, 20. yüzyılın uygarlığı, önceki yüzyıllardan devraldığı sanayileşmeyi bu zaman disiplini (time discipline) ile sürdürüyor. Ve aslında bu zaman disiplini, 18. yüzyıldan başlatıp birkaç yüzyıla yayarak tamamlandığını söyleyebileceğimiz sanayi devrimi ile birlikte, çalışma (work) disiplini ile bir ve aynı şey anlamına geliyor.

Marksist gelenekten gelen Britanyalı tarihçi E.P. Thompson, 1967’de Past and Present Society’de yazdığı "Zaman, Çalışma Disiplini ve Sanayi Kapitalizmi" (Time, Work Discipline and Industrial Capitalism) makalesinde, doğada güneşin, dünyanın, bitki ve canlıların döngüsüne göre düzenlenen gündelik yaşamdan, saate bağlı zaman disiplinine geçişi anlatıyor. Saate bağlı zaman disiplininin sanayileşmenin her tür evresindeki karşılığını tanımlıyor. 

Bu disiplin, üretim noktasında ücretli işin ve üretim süreçlerinin düzenlenmesini, buna bağlı olarak satış, ticaret, alışveriş ve nihayet tüketimin düzenlenmesini sağlıyor. Ölçü sistemlerinin, takvimlemenin, bu yaşam döngülerine uygun kentleşmenin, ulaşımın, dağıtımın, yani her alanın yeni bir disipline kavuştuğunu vurguluyor Thompson.

Bu yeni yaşamda, her aktör için zaman ve onun gösterge aracı olan saat büyük önem kazanıyor.

Tam burada E.P. Thompson’ın yanına, yazının başında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanına göndermede bulunduğum, bizden Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da eklemeliyim.

Roman, Hayri İrdal’ın yaşamı boyunca karşısına çıkan çeşitli saatler ve onlar aracılığıyla öyküye dahil olan karakterlerle ilerler. Örneğin önemli karakterlerden biri, kendisi bir mescide konmak üzere alınıp, evde kalmış, ayaklı saat Mübarek’tir!

Romanda iki birbirine benzemez karakterin sözleri önemli bizim için. Hayri İrdal’ın yanında çırak olduğu saat ustası Nuri Efendi, “saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı ise insandır” diyen, idealist bir yaklaşımla ve dini ögelerle karşımıza çıkan biridir.

Öte yandan, bir çok yönden sağlam bir materyalist olduğunu anladığımız ve kahramanımızın hayatına Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü sokan Halit Ayarcı ise şöyle der: “...İnsan herşeyden evvel iştir, iş ise zamandır…”

Alın size, Marksist emek değer teorisi!

Tanpınar’ın romanına bu yazıda dalıp gitmeyelim, ama henüz okumadıysanız bir zaman yaratıp okuyun derim. 

Romanı okumakla kalmayıp, yazının sonunda linkini bulacağınız, Ahmet Çakır ve İkbal Gürşen’in uyarlamasını ve Engin Uludağ'ın yönetmenliğini yaptığı Radyo Tiyatrosunu da dinlemenizi öneririm.

Tükettiğimiz değil ürettiğimiz saatle oynuyorlar 

Sonuçta, saatlerle oynamanın, “lüzumsuzsa söndür!” tutumluluğunun ya da “aman trafikte birikme olmasın” kaygısının çok ötesinde bir müdahale olduğunu iyice anlamamız gerek. 

Bir ülkede zaman disiplininin aynı zamanda çalışma disiplini, aynı zamanda, üretim süreçleri ve ilişkileri disiplini olduğunu gördük.

Enerji tüketimine dönük olduğu söylenen saat düzenlemelerinin, bireysel ev içi tüketimden çok sanayi, hizmetler, ulaşım gibi sektörlerin üretim süreçlerindeki tüketimle ilişkili olduğunu da görelim. 

Covid önlemleri gereği ulaşım yükünü azaltmak gerekçesiyle değiştirilen mesai saatlerinin, işçinin üretkenliğini (sömürü oranı diye okuyun) düşürmeden esnetmeye dönük ve kumandası patronun elinde değiştirildiğini de görelim.

Üretim süreçlerinde olan bitenin, kökünde ortaya çıkan değerin karşılığının, harcanan emek zamanın bulunduğu bir çalışma rejimini ifade ettiğini eklemek gerek.

Kapital’de sermaye düzeni didik didik incelenirken, hem sömürünün doğrudan kaynağını artırmada, hem de sermayenin kendisini löp löp biriktirmesini sağlamada araç olarak, emeğin üretimde bulunduğu sürelerle oynamanın kullanıldığını okuyoruz.

Ayrıca, ondokuzuncu yüzyıldan beri sınıflar savaşının en önemli cephesinin, günlük çalışma süresi çatışmasında açıldığını, kanlı çarpışmalara kadar giden bir mücadele ile, 8 saat iş günü, 40 saat iş haftası, düzenlemelerini bir hak olarak kazandığımızı biliyoruz. On dokuzuncu yüzyılın son yıllarından beri, 1 Mayıslarda tam da bunu hatırlamak, sahip çıkmak için kenetleniyoruz.

Şimdi ne yapıyorlar, bu en hassas cephede yeni taktiklerle saldırıyorlar. Çalışma saatlerini esnetiyorlar, uzatıp bölüyorlar, kısaltıp yoğunlaştırıp karşılığını vermiyorlar.

Sadece AKP marifeti de değil bu saldırı, tüm kapitalist ülkelerde esnek çalışma gündemde ve ilk sırada çalışma saatleriyle oynadıkları uygulamalar var. Bunun düzenlenmesi için ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) yüzyılın başından beri sayfa sayfa rehber yayınladı.

Fakat artık çok esnedi bu mesele, geri tepmesi yakındır. 

Komşuda emekçi kardeşler, Tüm İşçilerin İlerici Birliği-PAME, ülkelerinde dayatılmaya çalışılan 10 saatlik iş gününe karşı mücadele için, tüm Yunanistan emekçilerini genel greve çağırdı. Görün bakın neler olacak.

Ne demişti Halit Ayarcı, insan iştir iş zamandır, çalışma saatlerini fazla kurcalamayın... 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Ahmet Hamdi TANPINAR ( Radyo Tiyatrosu ) 1. Bölüm

Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Ahmet Hamdi TANPINAR ( Radyo Tiyatrosu ) 2. Bölüm

Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Ahmet Hamdi TANPINAR ( Radyo Tiyatrosu ) 3. Bölüm