Büyük bir aldanış ile yaşıyoruz; egemen düşüncenin kolay yanı bu: Gericiliğin sadece alt sınıfları, düşük eğitimli kesimleri bağladığını düşünüyoruz. Ya eğitimli, kentli ve üst-orta sınıflar?

Terapinizi nasıl alırdınız?

Yıldız haritası çıkarmalar, büyü bozmalar, okumalar, muska yapmalar, şakra açmalar, yol bulmalar, nefes terbiye etmeler vs. vs. Liste uzun ve ucu sıkıntı-stres tedavisine, panik atağa ve depresyona kadar gidiyor. Gerekirse daha ötesine de uzanıyor. Bel ağrısı, hazımsızlık, yorgunluk gibi. Hacılardan, hocalardan bahsetmiyorum. Onlar eski Türkiye’nin figürleriydi. Yaşamkoçlarından, pathfinderlardan, nöralformatcılardan falan bahsediyorum. Yeni Türkiye’nin yeni aktörlerinden. 

Her yerdeler ve her işi de yapıyorlar. 

Geçtiğimiz hafta içinde tuhaf bir haber geçti gündemden. Bir tanesi “dolandırıcılık” olarak yansıdı ama ayrıntıları ilginçti. Kendisini “yaşam koçu” olarak tanımlayan bir kişi birisinden 625.000 lira para almıştı. Yaşamkoçu aynı zamanda Instagram falcısıydı. Ve koçumuz (falcımız) danışanından parayı da almıştı! 625.000 liracık olarak! Peyderpey…

Ne karşılığında? Kişinin üstündeki büyüyü bozma ve yıldıznamesine bakma karşılığında! Yani bozmuş ve bakmış… Ama gelin görün ki, meblağ büyük olunca iş mahkemeye aksetmiş. 

Haber böyle ama haberin veriliş biçimi de ilginçti: “İlkokul mezunu yaşamkoçunun aylık geliri 40.000 lira” şeklindeydi. Büyüyü bozmak üzere para alan kişi mahkemede kendisini bu özellikleriyle tanımlamıştı. Dobra dobra. Dürüst bir vergi mükellefi olarak belki de! Ve mahkemede de şikâyet edilen meblağı söz konusu hizmetler karşılığında ilgili kişiden aldığını da ifade etmişti. Arz ve talep, talep ve arz olarak… 

Bu tarz haberler gırla. İnternetteki küçük bir arama bu tür “dolandırıcıkların” kaposamı hakkında bilgi veriyor hemen: din, para, karanlık ilişkiler içiçe. Hatta “dergâh çiftliği kurup” bayağı, orta kıyım bir şirket gibi ciro yapan yaşam koçları da var.

Tüm bu haberler, “zihin sağlığı” alanındaki garipliği de yeniden ve yeniden gündeme getiriyor. Getiriyor çünkü mesele her yanıyla dökülme sinyalleri veriyor. Zihin piyasası büyüdükçe piyasanın aktörleri de çeşitleniyor, çoğalıyor. Her biçimiyle, ilkokuldan üniversiteye…

Örneğin yine geçtiğimiz hafta açıklanan bir “cinsel psikoterapi kongresi” programı ilgili meslek gruplarında tartışma yarattı. Tartışma yarattı çünkü konuşmacılar arasında “psikoterapist” unvanıyla kulak-burun-boğaz uzmanı hekimler de vardı. Yani “ruh sağlığı” alanında eğitim almamış kişiler de vardı. Hâl böyle olunca soru işaretleri belirdi, haklı olarak. 

Günümüzde birçok kişi zihinsel bir ıstırap içinde. Bir pandemi de orada var aslında. Salgın, ekonomik gidişat ve özellikle genç kuşaklar üzerindeki vasıfsızlaşma baskısı bu ıstırabı giderek büyütüyor. Günümüzde herkes bir parça depresif, herkes buhranlarda, herkes kaygılı, herkes kafayı sıyırmak üzere…

Ve tabii ki tüm bu ıstırap boşuna değil. Yani insanlar, bizler, öyle boşlukta ortaya çıkan zihinsel acılarla boğuşmuyoruz. Bu ıstırabı üreten bir psikosferin içindeyiz. Yaşıyoruz…

Yaşıyoruz ve bu ıstırap üretici güçlerin (yani bizlerin, yaşamını emeğiyle her sabah üretmek zorunda olanların) gelişiminin engellemesinin, yıkımının bir parçası. Kapitalizm zihinsel bir ıstırap halini de almış durumda. Bu yıkımı görmek ve yıkıma son vermek üzere ayağa kalkmak zorken bireysel deva aramak ise kolay (ve gerekli). 

Kolay da bin bir çeşidi, yolu var bu aramanın. İşte yukarıda örneklerini verdiğim ve giderek artan haller de bunun içinde. Dizilerin bu konulara eğilmesi, insanların kitaplarda, rollerde kendilerini araması boşuna değil. Değil ama zihin piyasası hem endişelendiriyor hem de öfkelendiriyor.

Aslında bir “toplum sağlığı” sorunu bu. Yani terapisinden yaşamkoçluğuna her boyutuyla… Haliyle de meslek dernekleri dava üstüne dava açıyorlar “a, b, c tedavisini, terapisini” uygulayan, yapan şifacılara, yaşamkoçlarına, sahte diplomalı ya da diplomalı kişilere. 

Yetişmek mümkün mü? Şimdilik evet, ama sorun şu ki tüm iyi niyetli tartışmalar, hukuki arayışlar büyük bir unutuş ile yürütülüyor gibi. Piyasa unutuluyor! 

Bugün psikoterapiyi dayatan, cazip ve dilden dilen dolanır hale getiren bilim, toplumsal aydınlanma falan değil, piyasa! Ve terapiler, istismarlar konuşulurken, en iyi koşulda dahi, bu temel meseleye, yani piyasaya geçerken değinilmektedir.

Ruh sağlığı yasası, meslek yasalarına dair tartışmaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Yani genişleyen zihin piyasası ve bu piyasanın düzenlemesi gerekliliği çerçevesinde. Esas talep edilen bu olmasa da piyasanın sınırlarının düzenlenmesi murat ediliyor.

Psikoterapiyi ise en başta psikiyatri/klinik psikoloji toplamı piyasaya kurban ediyor. Yazılan kitaplar, hesapsızca çıkılan programlar, görünür olmak için kanallara yatırılan paralar, sarfedilen büyük laflar (laforizmalar) derneklerin çırpınışlarını kat ve kat aşan bir karmaşa ve görüntü yaratıyor. Tüm bu karmaşa içinde psikoterapinin ne olduğu falan gündeme bile gelmiyor. Sanılıyor ki “hımm hımm” yapılan bir görüşme ile paralar havada kapılıyor. Piyasa tüm bu görüntüyü üretiyor. Ve piyasanın bu sürükleyici etkisini önemsizleştiren her yaklaşım da etkisiz kalıyor. Yani havanda su dövülüyor. 

Piyasa, zihin piyasası öyle bir sürükleyiciliğe sahip ki tüm kalıpları da kırıyor. Mesela görüş alanımıza çok da girmeyen muhafazakâr kesimde de bireye odaklı, aileyi yücelten, şu baştan çıkarıcı arzular çağında egoya dayanma gücü verecek terapiler havada uçuşuyor: nefs terapisi, mesnevi terapi, gönül terapisi. Bu işlerin arkasında iyi bilenen muhafazakâr psikiyatristler, psikologlar, yani mürekkep yalamış kişiler var. 

Bu öyle bir pazar ki birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’nin “yazarlıktan” en çok kazanan ismi “ilkokul mezunu”, muhafazakâr bir yaşam koçuydu. Kitapları da baskı üstüne baskı yapıyordu: “Önce şükret, gerisini Allah’a havale et!” gibi.

İşte tüm bu panorama aslında tek bir habitatın, ortak bir iklimden beslenen tek bir habitatın birbiriyle ilişkisiz gibi duran parçaları. Bir tarafta psikoterapi var (enstitüleri ve sertifikalarıyla) öbür tarafta nöroformat, hemen yanıbaşında kuantum terapi, hemen bir adım sonrasında mesnevi terapi, bir altında yaşamkoçluğu ve yan sokağında da cin çıkarma! Hangisi şarlatanlık? Ayıran şey ne? Sadece “yapılandırılmış ve uluslararası denetime açık” eğitim mi? Piyasayı atlayarak tartışırsak bunu karşımıza kapı gibi “diyanet sertifikalı büyü bozma uzmanlığı” da çıkar! 

Mesele burada değil. Mesela insanların “sınırını bilmesi” de değil. Piyasanın sınırsızlığı. Bu sınırsızlığa sınır çekmek, işte sorun olan ve tartışılan bu. 

Ve büyük bir aldanış ile yaşıyoruz; egemen düşüncenin kolay yanı bu: Gericiliğin sadece alt sınıfları, düşük eğitimli kesimleri bağladığını düşünüyoruz. Kolayımıza geliyor. Ya eğitimli, kentli ve üst-orta sınıflar? Onlar nasıl yaşıyor?

Bunlarla yaşıyor. Bir ucu terapilere bir diğer ucu ise büyülere, fallara, yıldızlara çıkıyor. Aradaki mesafe çok geniş olsa da o mesafe piyasanın tozu dumanı altında kalıyor.