Temsil için temsilci seçimlerinin yapılmış olması ve bir meclisin oluşması meşruluk için yeterli sayılmaz. Hukuksal meşruiyet sorunu bir yana, sermayenin emek üzerindeki denetiminin ve tahakkümünün artarak sürüyor olmasının neresi meşru?

Temsil/temsilci ya da …

Temsili durum çeşitli siyasi partilerin adaylarının ya da bağımsız denilen adayların seçilerek geldiği ve içinden yürütme organı çıkaran (2018 Haziranı öncesi gibi) bir meclis, içinden yürütme organı çıkarmayan görev ve yetkileri budanmış, önemsizleştirilmiş (bugünkü gibi) bir meclis veya seçimle gelen ve tüm yürütme yetkileriyle birlikte ağırlıklı düzenleme yetkisini elinde tutan (bugünkü gibi) bir başkan ayrımı yapmıyor. Hepsinde temsili demokrasi söz konusu, halk doğrudan yönetimde değil.

Seçimle gelenler, genel yerel ayrımı olmaksızın üyelikleri düşürülerek ya da görevden alınarak anayasal görevlerini yerine getiremezken seçimler -ki TBMM ve CB seçimleri aynı gün yapılmak zorunda-, seçim sistemleri, ittifaklar, transferler, sınırlamalar, yasaklar, bolca hazır yasa taslaklarıyla yine gündemde. Seçime hangi değerin yüklendiği açık.

Seçme, seçilme ve siyasi faaliyet hakkının sınırlanmadığı, genel oy hakkının kurallar ve kurumlar aracılığıyla ya da göz yummalarla çalınmadığı, seçilenlerin demokratik toplum düzeni ilkeleri içinde güvence altında olduğu ve muhalefetin iktidarı meşrulaştırma payandası olmadığı, hiç olmazsa anayasal hak ve özgürlüklerin ayrım yapılmaksızın korunduğu, meclisin yürütme üzerindeki denetiminin eksiksiz gerçekleştiği, yargı denetiminin de içinde olduğu hukuk devleti ilkelerinin çalıştırıldığı ve bunlar gibi iyi anayasa ve devlet, iyi demokrasi örneklerinin sıralandığı birçok konu tartılıp duruyor; hep tartışılageldiği gibi…

Araya meclis içinden çıkan yürütme ve gücü zayıflatılmış temsili CB veya şimdiki gibi seçimle gelen ama siyasi parti bağı olmayan tarafsız başkan tartışmaları da ekleniyor.

18 yıla yaklaşan AKP iktidarında yalnızca son iki yılda değil, önceki dönemlerde de TBMM’nin ve siyasetin nasıl etkisizleştirildiği ve önemsizleştirildiği soL’un sayfalarında çok işlendi. Bir şey daha çok işlendi: Her ne durumda olursa olsun Meclis sermaye lehine emek aleyhine yasalara imza attı, emekçilerin önceki haklarını da koruyamadı.

Kendisi yasama organı (Anayasayı da değiştirme organı) olan Meclis’in hukuku ve işlevlerinde reform öneri ve girişimleri, düzenin devlete ve hukuka biçtiği rol renginin ton farkları olur ancak.

Kuralsalla kuramsalı ayrı düşünemeyiz. Burada pusulamız ekonomi politik olur.

Az tartışılan ve sınırlı gündeme getirilen hukukun ekonomi politiğini Prof. Dr. Ali Murat Özdemir’in sözleriyle (Sözün Mülkiyeti, Hukukun Ekonomi Politiği; 2008) aktarırsak: “Hukukun ekonomi politiği kavramı, hukuk normlarını verili kabul ederek onları bir olaya tatbik etme yerine, hukukun kendisini açıklanacak şey olarak masaya yatırma ve üretim ilişkilerinin ‘işleyişinde’ ve yeniden üretimde hukuka bir rol biçme çabalarının kelli felli ismine denk düşmekte”.

Kuşkusuz böyle bir analiz için “hukuk ekseninde siyasi alan ve iktisadi alan ilişkileri, toplumsal iktidarın niteliği, ideoloji, sermaye ilişkisi gibi kendileri de iç içe olan devasa çalışma alanlarının oluşturduğu bütünsellik içinde ilerlemek” kaçınılmaz hale geliyor.

Tartışmaların kuralsal merkezinde “biçim belirleyici” olarak Anayasa var. Seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, Meclisin oluşumu, görev ve yetkileri Anayasayla belirleniyor. Meclis de yasama yetkisiyle bir başka biçim belirleyici.

Evet, 2017 Anayasa değişikliği Meclisi epeyce budadı ama Meclis de bu sıkıştırma kanalının içine girip hızlı adapte olmaktan kendisini kurtaramadı. Anayasa değişikliğine karşı koyamayan Meclis ile yeni yapıya hızla adapte olan Meclis’te iki nokta belirleyici ve ortak: Birincisi, sıkça başvurulan bir gerekçe olarak, niceliğe teslimiyet; ikincisi ve esasa ilişkin olanı sermaye sınıfına teslimiyet.

Sözüne ve özüne en basit bakışla, CBK’lere, denetim yoksunluğuna, AKP gücünün altında ezilmeye, etkisizleştirmeye ve önemsizleştirmeye teslim olmayacak gücün Anayasada, yani kuralda var olduğunu görmek olası. Ama düzen içinde bir Meclis için kazın ayağı öyle değil.

Anayasal normları değiştirmek işlevsiz veya işlevli, edilgen veya etkin kılmakta tek ve kesin belirleyici değil. Değişen normlar “dengeleri yeniden değiştirecek olanakları” içinde barındırırken toplumsallaşma için, emek için, emekçi halk için etkili olabilecek mi? Soru bu…

Seçimlerin her türlü engellemeye, sınırlandırmaya, eşitsizliğe, adaletsizliğe ve müdahaleye karşın yapılabiliyor ve umut bağlanabiliyor olması da, oluşan meclisin sermaye sınıfının egemenliğini yansıtması da gerçek.

Temsil için temsilci seçimlerinin yapılmış olması ve bir meclisin oluşması meşruluk için yeterli sayılmaz. Hukuksal meşruiyet sorunu bir yana, sermayenin emek üzerindeki denetiminin ve tahakkümünün artarak sürüyor olmasının neresi meşru?

“Demokratik burjuva cumhuriyeti” modelinin vitrini olmaya devam eden parlamentolar hem kurallar koyarak hem mücadelelerle kazanılan hakları korumayarak hem de bir yandan sermayenin emek üzerindeki denetimini sürdürürken bir yandan da sınıflararası uzlaşmaya aracı olarak sömürüye de ortaklar. 

Parlamento devletten ayrı bir organ değil ve burjuva devlet biçimlerindeki düzen içi değişiklikler sınıfsal özü değiştirmiyor.

Düzen partileri anlaşacak ya da birbirine girecek, burjuva demokrasisi eksiksiz ya da müdahalelerle ve büyük partilerle işleyecek, olası bir seçimde siyasi iktidar çoğunluğu kaybedecek, başkan değişirse ya da tarafsız olursa işler yoluna girecek gibi oyalamalarla geçirecek zamanı yok emekçilerin, sömürülenlerin.

Çözüm nicelikte, kural ve kurumlarla oynamakta ve düzen içi reformlarda değil, örgütlü devrimci mücadele ve eylem için ortak akılda… Sosyalist devrimde…