Demek ki tarihin tekerrür etmemesi için bu döngüyü kıracak, bugünkü iktidarla kavga ederken 'AKP-sonrası'na dair liberal tahayyüle de teslim olmayı reddedecek bir siyasete ihtiyacımız var.

'Tarih tekerrür' mü?

Özellikle gençlerin çokça izlediği video içerikler üreten 140 Journos adlı site, Türkiye ekonomisinde yaşanan krize odaklandığı ve yaklaşık yarım saat süren en son yapımının adını “tarih tekerrür” olarak koymuş.

Video Damat Berat’ın dövizle ilgili “derin” tespitleriyle dalga geçen animasyon görüntüleriyle başlıyor ve hemen ardından ilk söz Rasim Ozan Kütahyalı’ya veriliyor. Kütahyalı, Türkiye ekonomisinin son yetmiş yıldır aynı döngüde, yani esas olarak “faiz-döviz kuru döngüsünde” yaşadığını söylüyor ve ardından 90’lı yılların görüntüleriyle, Çiller, Erbakan, Demirel karşımıza çıkıyor. 

Bu görüntülerin üzerine konuşan iktisatçılara ve eski bürokratlara göre, o yıllarda da iktidarlar tıpkı bugün olduğu gibi piyasalarla kavga ediyor ve kriz de zaten bu kavgadan, yani iktidarların piyasaların rasyonalitesine uymak yerine onlara birtakım dayatmalarda bulunmasından kaynaklanıyor. 

Video 90’ların krizinden 2000’lerin başına uzanıyor ve burada esnaf eylemlerini, Ecevit’in kafasına fırlatılan yazar kasayı vs. görüyoruz. Bu görüntülerin ardından, şu an CHP sözcüsü olan, o zamanlar ise Hazine Müsteşarlığı görevini yürüten Faik Öztrak’ı dinlemeye başlıyoruz. Öztrak’a göre, krizle birlikte piyasalar nezdinde bütün güvenilirliğini yitiren hükümet yeni bir güvenilirlik çapasına ihtiyaç duyuyor ve o çapa da “dışarıdan gelen ama ülkesini de çok seven” Kemal Derviş oluyor. 

Devamında, Öztrak ve dönemin üst düzey birkaç bürokratı, Derviş’le birlikte yaptıkları şeylerin kendilerine IMF tarafından dayatıldığı algısının yanlış olduğunu,  Derviş’in programının Türk bürokratların seferberliğiyle hazırlandığını ve Türkiye’nin siyasal hayatına “15 günde 15 yasa” olarak geçen yasal değişiklerin bir “devrim” niteliği taşıdığını iddia ediyorlar. 

Tüm bunlardan sonra AKP’li yıllara geçiyoruz ve liberal iktisatçı Emre Alkin’den “Ak Parti aslında çok doğru reçetelerle geldi” sözünü duyuyoruz. Kütahyalı ise AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda izlediği doğru politikaların neticesinde Türkiye’ye yabancı sermayenin akmaya başladığını söylüyor. Ardından Türkiye’yi yakından izleyen isimlerden Timothy Ash, AKP’nin ilk yıllarında “kendini piyasalara kanıtlamak isteyen”  bir hareket olduğunu ve piyasaların da AKP’ye büyük bir sempati duymaya başladığını,  o dönemde hem Türkiye ekonomisinin büyüdüğünü hem de yatırımcıların iyi paralar kazandıklarını belirtiyor. 

Videoda mikrofon uzatılan eski ekonomi bürokratları ve iktisatçılar,  2002-2007 arasını hem piyasalar hem de Türkiye ekonomisi açısından adeta bir cennet olarak tasvir ediyorlar ve bu dönemde izlenen doğru politikalar neticesinde Türkiye’nin 2008 krizini en az hasarla atlattığını, hatta birkaç yıl daha yüksek büyüme rakamlarına ulaştığını söylüyorlar. Bu “doğru politikalar” ve Türkiye ekonomisinin bu “güçlü” yılları anlatılırken ise videoyu hazırlayanlar bize sürekli Ali Babacan’ın görüntülerini izletiyorlar. 

İlginç bir şekilde, iktisatçı ve bürokratlar o döneme güzellemeler yaparken, Rasim Ozan Kütahyalı ise kendisinden beklenmeyecek bir şekilde o dönemin aslında bir “lale devri” olduğunu, kişi başına düşen milli gelirdeki artışın üretkenlik artışından kaynaklanmadığını ve sürdürülemeyeceğinin herkes tarafından bilindiğini söylüyor. 

Bu noktada, yine bolca Babacan görüntüleri eşliğinde dönemin ekonomi bürokratlarının ağzından “elde edilen kazanımları kalıcılaştırmak için” bir “mali kural” yasası çıkartmak istediklerini, ancak hazırlanan yasa tasarısının son anda Meclis’ten geri çekildiğini dinliyoruz. 

Videoya göre,  2013’ten itibaren iktidarın “paranoya” süreci başlıyor ve Gezi isyanı,  17-25 Aralık Operasyonları, Arap Baharı Suriye derken vs. derken siyasette bir “çatırdama” yaşanıyor. Devletin neredeyse bütün kadrolarının Fethullahçıların kontrolüne geçmiş olması, Kütahyalı’nın sözleriyle “Tayyip Bey’in vehmini” artırıyor. Ve buradan da “öğreniyoruz ki” 2013’e kadar siyasette pek aktif olmayan “aile”, Fethullahçılar’ın doğrudan kendilerini hedef alması nedeniyle “ister istemez” siyasallaşıyor. 30 Mart seçimleri sonrası ailenin balkonda Erdoğan’la birlikte görüntü vermesini Kütahyalı böyle açıklıyor.  

2014’te Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte istişare ortadan kalkıyor,  kurumsallık devre dışı bırakılıyor ve atamalarda liyakatin yerini sadakat alıyor. Kütahyalı’ya göre bu süreçte “Türkiye iki açık kalp ameliyatı“ geçiriyor. Önce “80 yıllık Kemalist rejim”,  sonra da “Gülenist rejim” devriliyor ve devlet “paramparça” oluyor. 

Ardından “tek adam rejiminin ekonomi-politiğine” geçiliyor ve beşli müteahhit çetesinden, yandaş iş adamlarından ve defalarca değiştirilen kamu ihale yasasından söz ediliyor. Buradan yola çıkarak ise “tarihin nasıl tekerrür” ettiği anlatılıyor. Yaşanan krizin öncekilerden farklı olduğu söylense de, konuşmacılar esas vurguyu dönüp dolaşıp aynı yere gelindiğine, yine başa dönüldüğüne yapıyorlar. Yani iktidar piyasayla kavga etmeye başlıyor ve tarih de tekerrür ediyor, ülke krize giriyor. 

Bu noktada Kütahyalı, Çetin Altan’ın “Türkiye bir don lastiği gibidir. Uzar zannedersin, bir bırakırsın eski haline döner” dediğini aktarıp “meğer haklıymış” diyor ve video sona eriyor. 

Peki bu videodan niye uzun uzun bahsettim, bu video bir yazı konusu olacak kadar önemli mi? 

Evet önemli. Önemi ise videoya damgasını vuran paradigmanın bugün muhalefetin paradigmasını oluşturmasından, videodaki anlatının muhalefetin ana anlatısı olmasından kaynaklanıyor. 

Eğer video bize “tarih tekerrürden ibarettir” derken Türkiye’de kapitalizmin düzenli olarak krizlere girdiğini, ortalama her on yılda bir bu krizlerin tekerrür ettiğini söylemiş olsaydı doğru bir şey söylemiş olurdu, ancak bunu söylemiyor. 

Bize bu videoda Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin gerisinde piyasa rasyonalitesine uyulmaması, piyasayla kavga edilmesi olduğu söyleniyor. Buna göre Türkiye ekonomisi, AKP’nin ilk yıllarında Türkiye’ye görülmedik ölçüde sıcak para girişi olduğu için değil, AKP piyasa ekonomisine uygun ve demokratikleşme yönünde adımlar attığı için büyüyor ve toplumsal refah artıyor. 2011 sonrası ise dünyadaki konjonktüre uygun bir biçimde Türkiye’ye giren para miktarı giderek azalmaya başladığı için değil, AKP’nin piyasayla kavga etmeye başlaması ve demokrasiden uzaklaşması nedeniyle ekonomi yeniden krize giriyor, yani başa dönülüyor, tarih tekerrür ediyor. Bu birincisi.

İkincisi, piyasa ekonomisinden uzaklaşmayla otoriterleşme arasında doğrusal bir bağlantı kuruluyor. Buna göre, piyasa ekonomisinden ve piyasa rasyonalitesinden uzaklaşma beraberinde kaçınılmaz olarak otoriterleşmeyi getiriyor. Dolayısıyla piyasa ekonomisinin özgürlüklerin ve demokrasinin garantisi olduğu yönündeki liberal tez burada da tekrarlanıyor.

Ve üçüncüsü, video bize kimilerine göre 2001-2006 arasına yerleştirilebilecek, kimilerine göre ise 2011’e kadar uzatılabilecek bir “iyi AKP” portresi çiziyor. AKP fabrika ayarları itibariyle “iyi” bir parti ama sonradan bozuluyor, yozlaşıyor bu bakış açısına göre.

Elbette ki bu üç mesaj da doğrudan politik ve düzen muhalefetinin geleceğe yönelik politik perspektifini ortaya koyuyor.

Birincisi, Türkiye’nin ekonomik krizden çıkışı için bize “yeniden piyasa ekonomisine dönüş” işaret ediliyor. 

İktidar partisi sanki yirmi yıldır neoliberalizmin bütün vecibelerini yerine getirmemiş,  milyarlarca dolarlık özelleştirme yapmamış, köleci bir emek rejimi inşa etmemiş, sendikalar başta olmak üzere bütün bir toplumsal muhalefeti pasifize etmeyi başarmamış, yani piyasa ne istiyorsa yapmamış gibi, iktidarın piyasa ekonomisi ile kavga ettiği yönündeki bütünüyle yalan olan bir iddia üzerinden yapılıyor bu dönüş çağrısı.

Buna göre, yaşanan krizinin gerisinde Türkiye kapitalizminin yapısal bozuklukları değil, iktidarın ekonomiye müdahaleleri bulunuyor ve eğer bu müdahaleler minimuma indirilirse, yani liberal ekonomi politikaları izlenirse bu krizden çıkabiliriz. 

İkincisi o ünlü “sermaye demokrasi ister” iddiasından kaynaklanıyor.

Otoriterleşme ile piyasa ekonomisi arasında doğrudan bir ilişki kurulduğu ve serbest piyasa ekonomisinin demokrasinin ve özgürlüklerin garantisi olduğu iddia edildiği için, otoriterleşmenin karşısına çare olarak liberal demokrasi çıkarılıyor, “AKP-sonrası” Türkiye tasarımının merkezine kurucu paradigma olarak “piyasacılık” yerleştiriliyor. 

Ve üçüncüsü ise AKP’nin “iyi” olduğunun iddia edildiği yıllarda yapılanlar sanki bugün yaşanan krizin kökenlerini oluşturmuyormuşçasına hem tarihsel bir aklamaya gidiliyor hem de “AKP-sonrası”nın aslında “AKP’siz bir AKP rejimi” olarak tahayyül edildiği, adı AKP olmasa da Türkiye’nin “fabrika ayarlarına dönmüş AKP” tipi bir yönetim mantığıyla yönetilmek istendiği anlaşılıyor.

Dolayısıyla “tarih tekerrür” adlı video bize düzen muhalefetinin Türkiye’ye nasıl baktığını ve “AKP-sonrası” siyaseti nasıl tahayyül ettiğini çok net bir şekilde gösteriyor, çıkış için de tarihin bir kez daha tekerrür etmesi gerektiğini söylüyor. 

Yani Türkiye’yi yıkımın eşiğine getiren, sanayileşmesini ve kalkınmasını engelleyen, sıcak para akımlarına bağımlı hale getiren, dolayısıyla bugün yaşadığımız krizin esas sorumlusu olan piyasacılık bir kez daha toplumun önüne kurtarıcı olarak konuluyor; yeni IMF programlarının, yeni kemer sıkma politikalarının altyapısı hazırlanıyor, Türkiye kapitalizminin düştüğü yerden bir kez daha kaldırılması planı bunun üzerinden yapılıyor. 

Demek ki tarihin tekerrür etmemesi için bu döngüyü kıracak, bugünkü iktidarla kavga ederken “AKP-sonrası”na dair liberal tahayyüle de teslim olmayı reddedecek bir siyasete ihtiyacımız var. Piyasacılığın ve liberalizmin makyajlanarak bir kez daha Türkiye toplumunun önüne getirilmesine güçlü bir şekilde itiraz eden, bu itirazı halkla buluşturan ve halkın gerçek taleplerini halka birlikte siyasal alana taşıyan bir siyasete yani.