Aklımız, bize yönelen tüm bu saldırı, tehdit ve zorbalığa karşı korkumuzu, öfkemizi, acımızı mücadeleye yöneltmeye çağırıyor.

Tamamen sınıfsal!

Karşımızdaki yüzünde hafif muzip bir ifade, elinin işaret ve baş parmağı ile para sayma hareketi yaparak “tamamen duygusal” deyip sırıttı mı, anlıyoruz ki ortada para pul meselesi var. Beni çok rahatsız eden hal ve tavırlardandır. Sağım solum kaşınmaya başlar.

Bu aslında 2001’den, Cem Yılmaz’ın Telsim reklamından bir repliğin halkımızın diline yapışmış halidir. Reklamda Cem Yılmaz, bu repliği ve o el hareketini kullanarak, “...neden Telsim dersen özel bir nedeni yoook, tamaamen duygusal” diyor, yani, “aslında benim bu reklamda oynamamın nedeni sadece karşılığında alacağım paradır” demeye getiriyor. Biz de herhalde, bu ironiyi pek cesur ve dobra buluyoruz, çok gülüyoruz, alıyoruz milli esprimiz yapıyoruz. Böyle olsa gerek.

Bundan yirmi yıl önce bu ironi daha az yaralayıcıydı, ya da Cem Yılmaz mı daha komikti bilemiyorum ama bence artık emekçi insanların paraya olan ihtiyacını uyanıklık, fırsatçılık, pişkinlikle falan ilişkilendirmenin komik bir yanı yok, hiç de olmadı aslında.

Eğer bir kişinin beceri ve yeteneklerini ortaya koyarak çalışması karşılığında alacağı ücreti herşeyden çok önemsemesinin garip, bunu açıkça söylemesinin ise komik bir şey olduğunu düşünüyorsak yanılıyoruz.

Bu düzende, zihinsel ya da bedensel fark etmez, bilgi beceri, yetenek, donanım, birarada emek gücümüzü kullanarak ortaya çıkardığımız değerin karşılığında hak ettiğimiz şey ücrettir. Bu karşılığın önemli bir bölümünü para olarak alırız.

Ve hele ki, ücret olarak elimize geçen para bizim yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamanın tek kaynağıysa, hem hak ettiğimiz, hem de sonuna kadar savunmamız, sahip çıkmamız gereken şey haline gelir.

O yüzden, bir emekçinin ben aslında sadece ücretim için çalışıyorum, duygusal derdim yok demesinde gülmeyi bırak, gülümsenecek bir yan yok.

Ama bakın tersi, gerçekten ironik olur. Telsim patronu çıksa, “bizim reklam, satış falan derdimiz yoktu, sırf eğlenelim diye Cem Yılmaz’ı oynattık” dese, bak işte o zaman komik olur, pek gülmeyiz o başka!

Gelelim 2020’ye, şu “tamamen duygusal” ironisi, üstümüze üstümüze geliyor bugün.

Samsun’da asılı yumruklarımızın içindeki iş, aş yazısını okurken, İstanbul’da işsizliğin ağırlığını taşıyamayan müzisyenin hayata veda ezgisini dinlerken, Malatya’da kendini boşluğa bırakmaya hazır, hayvan mıyız biz, işçiyiz isyanını duyarken, eve ekmek götürme kaygısının, yoksulluğun ve açlığın nasıl küstahlıkla karşılandığını görürken duygusalız evet.

Ancak,

Bir mikrobu bahane edip, bize dayatmaya kalktıkları iş güvencesini sadakaya bağlayan ücretsiz izin aldatmacasına; ülkenin bugünü ve geleceğini yoksulluğa sürükleyen işsizlik gerçekliğine; tüm emekçilerin ücret gelirine referans olacak derecede önemi olan asgari ücret görüşmelerinin açlık sınırı düzeyinde ilerlemesine karşı duygulanmakla yetinmeyiz, akılcıyız.

Aklımız, bize yönelen tüm bu saldırı, tehdit ve zorbalığa karşı korkumuzu, öfkemizi, acımızı mücadeleye yöneltmeye çağırıyor.

Örgütleniyoruz, sendika kuruyoruz, var olanlara sahip çıkıyoruz. Sendikalıyız diye işten attıklarında direnişe geçiyoruz.

Örgütleniyoruz, insanca ücret hakkımız için harekete geçiyoruz.

Örgütleniyoruz, pandemi bahanesiyle göz koydukları işimize aşımıza sahip çıkıyoruz,

Örgütleniyoruz, patronların ensesine çökmek için biraraya geliyoruz.

Eğitimimizi, sağlığımızı, enerjimizi, paramızın idaresini elimize almayı kafamıza koyduk, devletleştireceğiz diyoruz.

Neden dersen, özel bir nedeni yook tamaamen sınıfsal...