Bu arada, milyonlarca emekçi işini kaybederken, yararlandıkları destekler yarım yamalak ve geçici kalırken; bunların önemli bir bölümü için herhangi bir destek bile gündemde bulunmazken, ücret-dışı kesimlerin önemli bir bölümünde de tam bir gelir erozyonu ve toplumsal çöküş yaşanmakta. İktidar olanlar ise tam bir vurdumduymazlık içinde savurgan Saray harcamalarına ve akıl-dışı projelerine kaynak devşirme peşindeler. Peki daha ne kadar süre durumu böyle idare edebileceklerini sanıyorlar?

Sözler tükeniyor

Gerçekten de söylenecek sözler tükeniyor. Aslında tükenen kapitalist sistemin ta kendisi. Birçok ülkede, Türkiye'de olduğu gibi, hem sistem hem kapitalist devlet hem de hükümetler tükeniyor. Kuvvetli bir virüs salgını sürecinde adeta herşey açığa çıkıyor, "kral çıplak" noktasına doğru yol alıyor.

Açığa çıkıyor ama bunun toplumların bilincine yansıması o kadar kolay olmuyor. Onyılların ideolojik kabuğunu kırmak zor; her durumda, zorlu bir uğraş gerektiriyor. Sistemin ve iktidarların defolarını hızla örtmeye ve kafaları asıl hedeften saptırmaya yönelik bütün sistem düzenekleri de anında devreye giriyor/sokuluyor. 

TÜSİAD talepleri

Sistemin tamamen tıkanması ve alternatifinin düşünülmeye başlanması olasılığı o kadar çok ve birbiri içine geçmiş çıkarı yakından ilgilendiriyor ki, egemen sınıflar ve temsilcileri anında teyakkuza geçiyor. Dünkü Cumhuriyet Gazetesi'nde TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski ile yapılan uzun söyleşiyi okuyunca, istihdamı korumaya öncelik verilmesine ne kadar vurgu yaptıklarını görebilirsiniz. Bir içerik analizi gerekli olabilir. 

Kaslowski, "ekonomik açıdan üç alana odaklanıyoruz: -İstihdamın korunması; -İşletmelerin korunması; - Finansal istikrarın korunması" diyor. TÜSİAD'ın istihdam konusundaki somut önerilerine yoğunlaşırsak, bunların İslamcı iktidarın yarım yamalak önerilerinin ötesine geçtiği farkedilebilir. Gerçi kaynak olarak gene esas olarak İşsizlik Sigortası Fonu gösteriliyor ama buna rağmen bu Fon'dan daha çok kaynağın harekete geçirilmesinde ısrar ediliyor. Bu öneriler, iktidarın fon kaynaklarını kurutmamak adına önerdiği yarım asgari ücret tutarındaki geçici "nakdi ücret desteği"nden ziyade, Kısa Çalışma Ödeneği ve İşsizlik Ödeneği gibi dünya uygulamalarında daha sık başvurulan mekanizmaları öne çıkardığı gibi, "sektörlerin neredeyse durma noktasına geldiği bu dönemde, sürelere ilişkin herhangi bir koşul aranmaksızın" uygulanmasını da istiyor. 

Bu arada, "desteklerin hanehalkı, işlerini kaybedenler, esnaf, KOBİ, kayıt dışı çalışanlar dahil tüm toplumu kapsaması önemli" vurgusu da ihmal edilmiyor:  "İşsizlik tarafı bizi ciddi anlamda endişelendiriyor. Kayıtlı çalışanlar için devlet belli destekler açıklıyor. Ama istatistiklere göre kayıtsız çalışan ücretli kesimde 3 milyon kişi var, kendi hesabına da çalışan 1,5 milyon kişi var". (...) "Kimse bu kriz nedeniyle temel ihtiyaçlarını gideremeyecek durumda kalmamalı. Dünya uygulamaları da gösteriyor ki devlet desteği olmadan bunu sağlamak mümkün değil. Mevcut destekler mutlaka ücretin makul bir yüzdesi olarak verilmeli. Kayıt dışı çalışan kişilerin hiçbir ücret desteği alamayacak olduğu unutulmamalı. Bu kesim için mevcut sosyal yardım listeleri güncellenmeli". Başka deyişle, kriz dolayısıyla işten atılan/ işleri duran/ gelir kaybına uğrayan tüm kesimlere, sistemde olmayan çeşitli gelir desteklerinin ve sosyal yardımların da düşünülmesi isteniyor. Böylece, toplumsal dokudaki tahribatın başedilemez tepkilere dönüşmeden yatıştırılması talep edilmiş oluyor.

Bu arada, kaynak ihtiyacının Hazine'nin iç borçlanması üzerinden çözülmesine de pek taraftar gözükülmüyor: "Bunun için gereken kaynağı kısa vadede piyasadan bulmaya çalışmak piyasa dengelerini sarsabilir". (Başka deyişle, sermaye açısından iç borç piyasasında 'dışlanma etkisi' yaratılır denilmiş oluyor). "Merkez Bankası bu nedenle İşsizlik Fonu’ndan tahvil satın alan bankalardan bunları miktar sınırı koymadan alacağını açıkladı. Bu yöntemle İşsizlik Fonu'na direkt nakit sağlanmış olacak. Bu ve benzeri yöntemlere Hazine’nin ihtiyaçları için de gereksinim duyulabilir". Şimdi burada sözü edilen, Fon'un kamu bankalarına destek için geçen yıl onlardan aldığı 10 milyar TL tutarındaki tahvil. Bunların nakte çevrilmesi sorun yaratacak büyüklükte değil; ama uzun vadeli kuponlu devlet tahvillerindeki fon kaynağının çözülmesi, eğer iç borçlanmayla yapılırsa TÜSİAD bunu istemiyor, ama TCMB'nın Hazine'yi para basarak fonlamasına da karşı durmuyor: "Oluşan mali yük kamu borcunu arttıracak. Merkez Bankası’nın başlattığı miktarsal genişleme de bilançosunu önemli ölçüde büyütecek. Bugünü tartışmanın yanında bir çıkış stratejisini de oluşturmak, normale nasıl döneceğimizi de planlamak lazım. Yeni programın en önemli bileşeni bu olacak".

Döviz likiditesi sorunu açısından ise başka kaynaklara işaret ediyor: "Merkez Bankamızın Fed ile bir para takası anlaşması yapması piyasa güveninin sağlanmasında çok büyük katkı yapacaktır. Şimdi IMF, yine Fed ile işbirliği içerisinde, Fed’in doğrudan anlaşma yapmadığı ülkelere likidite sağlamak için yeni bir para takası mekanizması kuruyor. Bu alışkın olduğumuz tarzda bir IMF paketi değil. Borç da değil. Kısa vadede likidite sağlayacak bir takas. Henüz nasıl çalışacağı da açıklanmadı". Gerçi dün akşamki konuşmasında Erdoğan, IMF'den yardım istenmesinin kesinlikle gündemlerinde olmadığını açıkladı ama şimdiye kadar yutulan çok meydan okumalar görüldüğü için bunu kesin kabul etmemiz zor.

TÜSİAD'ın gösterdiği kaynak adreslerine bakıldığında ise, iki korkuyu bertaraf etme kaygısı görülmekte: Gerçek bir servet vergisi olasılığını bertaraf etme ile sermaye kontrollerine gitme ve içerdeki döviz tevdiat hesaplarına sınırlama getirme olasılıklarını gündemden çıkarma.

Bağış fiyaskosu

Erdoğan'ın dün akşamki en taze açıklamasına göre, kendi ağırlığını da koyduğu bağış kampanyasına verilen katkı 1 milyar 612 milyon TL olmuş. Ki bunun üçte birinin de kamu kurumlarından sağlanabildiğini; yani bir cepten diğerine konulmuş olduğunu biliyoruz! Ne zavallı bir bilanço! Kampanyanın bundan sonra "şahlandığını" düşünelim: 5 milyar TL'yi mi bulur? Bir milyar doların bile altında kalır gene de. Sabah grubunun satın alınmasında bazı yandaş müteahhidlere (kuşkusuz sonradan ballı ihalelerle ödenmek üzere) salınan salma boyutuna bile ulaşılamayacağı anlaşılıyor. (Sahi şimdi onlara neden göstermelik bir salma bile çıkarılmıyor?) 

Peki, bu mudur iktidarın çifte krize karşı kaynak formülü? Hâlâ olayın boyutunun farkında olamamaktan başka ne anlamı var bunun? Olay, İşsizlik Sigortası Fonu'nun da çapını çok aşacak boyutta. Milli gelirin en azından yüzde 8'i kadar (yani bugünkü kur düzeyinde 57 milyar dolar veya 385 milyar TL civarında) bir kaynağı seferber etmeyi göze almadan, ciddi bir anti-kriz programından bahsetmek bile samimiyetsizlik sayılabilir. 

Bu arada, milyonlarca emekçi işini kaybederken, yararlandıkları destekler yarım yamalak ve geçici kalırken; bunların önemli bir bölümü için herhangi bir destek bile gündemde bulunmazken, ücret-dışı kesimlerin önemli bir bölümünde de tam bir gelir erozyonu ve toplumsal çöküş yaşanmakta. İktidar olanlar ise tam bir vurdumduymazlık içinde savurgan Saray harcamalarına ve akıldışı projelerine kaynak devşirme peşindeler. Peki daha ne kadar süre durumu böyle idare edebileceklerini sanıyorlar?

Sonuç: Sözler tükeniyor. Şimdi örgütlenme ve gerçekleri halkın bilincine taşıma zamanı.