Soğuk savaş iki taraflı bir olgudur; 'muhatabı yoksa' başlayamaz. Bu nedenle Çin’in geçmiş çizgisini, bugünkü tepkilerini izlemek gerekiyor. 

Soğuk Savaş ve Çin 

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, birdenbire Çin’in bir komünist partisi tarafından yönetildiğini “keşfetti” ve bu rejime karşı bir soğuk savaş başlattı. Bu yönelişin Trump sonrasına da taşınacağı anlaşılıyor.

Bu gelişmeleri geçen hafta bu köşede ele aldım. Ne var ki, soğuk savaş iki taraflı bir olgudur; “muhatabı yoksa” başlayamaz. Bu nedenle Çin’in geçmiş çizgisini, bugünkü tepkilerini izlemek gerekiyor. 

Bu yazıda bu konuya odaklanacağım.

Bir hayal kırıklığının kaynakları

Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) 1949’da kuruldu. Bir yıl sonra soğuk savaşın ilk “sıcak ve bölgesel” uzantısı olan Kore’de ABD ile karşı karşıya geldi. Sonraki 20 yıl boyunca da Batı / SSCB blokları arasındaki soğuk savaşın tarafı oldu.

1971’den sonra ABD yönetimi ÇHC-SSCB arasındaki uzlaşmazlığı fırsat olarak kullandı. Önce Kissinger, sonra Nixon, Başbakan Çu Enlay ile görüştü. Çin-ABD ilişkileri giderek normalleşti. Çin soğuk savaşın dışına çıktı.

Bugünkü Çin, 1971’deki gibi Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından yönetilmektedir. Pompeo, bu durumu Çin-karşıtlığının, “yeni soğuk savaş”ın ana gerekçesi olarak gösteriyor. Nedir değişmiş olan? Yanıt, bence, Çin’deki gelişmelerin Batı’da ve bugünkü ABD yönetiminde yarattığı hayal kırıklığıyla ilgilidir.

Sorun, Mao-sonrasında Deng Şiaoping’in Çin’i yönlendirdiği “açılma ve reform” çizgisinin sonuçlarıyla ilgilidir. Dünya ekonomisine açılmanın. ülke içinde piyasa mekanizmasına yönelmenin, Çin’i “çok partili bir burjuva demokrasisi”ne dönüştürme beklentisi iflas etmiştir.

ÇHC’nin SSCB gibi dağılmamasının arkasında, Batı liberallerinin gözden kaçırdığı veya önem vermedikleri bir fark var: Deng, “açılma ve reform” dönüşümünü başlatırken, ÇKP’nin Çin toplumu içindeki öncü konumunun korunmasında ısrarlıydı. Nitekim Sovyet sistemi dağılmaya başlarken Çin’de de Tiananmen protestoları patlak verdi. ÇKP iktidarının tehdit edildiğini fark eden Deng, 1989’daki kalkışmanın şiddet yoluyla bastırılmasını sağladı. 

Çin’in “açılma ve reform” dönüşümü Deng sonrasında da hızını kaybetmedi. Ama, bu ortamın yarattığı, beslediği Çin burjuvazisi ve liberal aydınlar, ülkeyi rejim değişikliğine sürükleyemedi.

Kasım 2012’de ÇKP Genel Sekreterliği’ni devralan Şi Jinping iki-üç yıl içinde bu beklentileri temelden çökertti. Bu hayal kırıklığı, Pompeo’nun, 2020 seçim kampanyası içinde Çin’e karşı soğuk savaş ilan etmesine de katkı yaptı. 

Şi’nin “Çin Rüyası” ne hedefliyor?

Şi Jinping, ÇKP Genel Sekreteri olarak, Çin’e siyasal anlamda bir dizi yenilik getirdi. Bazılarını sıralıyorum:

  • Parti kadrolarında “SSCB niçin çöktü?” sorusunu tartışmaya açtı. Sonuç, "Sovyet Komünist Partisi’nin yozlaşması…” oldu.
  • Benzer bir dönüşümü önlemek için ÇKP bünyesinde kapsamlı bir “yolsuzlukla mücadele, temizleme  kampanyası” başlattı. 
  • Parti’nin Çin toplumu içindeki öncü rolünü vurguladı; devlet aygıtında hayata geçirdi. 
  • ÇKP programını ve ÇHC Anayasası’nı bu doğrultuda değiştirdi; ÇKP Genel Sekreterliği ve Devlet Başkanlığı için Deng sonrasında uygulanan süre sınırlamalarına son verdi. 
  • “Şi Jinping düşüncesi”ni Parti programına ekledi. Burada, 21’inci yüzyılın ortalarına uzanan aşamalı hedefler yer aldı. 
  • En iddialısı, ÇHC’nin kuruluşunun 100’ncü yıldönümüne (2049’a) Çin’in “müreffeh, güçlü, demokratik, kültürel olarak ilerlemiş, ahenkli, modern bir sosyalist toplum” olarak ulaşacağı hedefidir.
  • Şi’nin ifadesiyle, bu aşamada, “ulusal yeniden gençleşme ve Çin Rüyası gerçekleşmiş olacak; ÇHC güç ve uluslararası etki bakımından küresel liderliğe ulaşmış olacaktır.”

“Çin Rüyası”, küresel liderlik hedefi ile bugün değil, yüzyılın ortası için hegemonya adaylığı olarak da yorumlanabilir.  

Devlet öncülüğünde tam küreselleşme

Çin’in dünya ekonomisine açılması hız kesmedi. 2017’de Şi, Davos’ta ve Cenevre’de, “insanlığın ortak geleceği için el ele…”  çağrısı ile sınırsız küreselleşmeyi savundu. Trump’ın küreselleşme karşıtlığından bunalan uluslararası sermaye çevrelerince alkışlandı.

Öte yandan 2015’te ekonominin modernleşmesinde iddialı bir Made in China 2025 Programı benimsendi. Program, bilgi teknolojilerinden biyolojik tıbba kadar uzanan on öncü sanayi kolunu kapsıyordu. Liste, iki yılda bir yenilenecek; her alt-sektörde ulusal katma değer payının anlamlı boyutlarda yükselmesi hedeflenecektir. (Şinhua, 29 Eylül 2015).

Devletin sürükleyeceği bu programın, Batı ekonomileri için taşıdığı tehdidi önce Almanlar keşfetti. Trump yönetimi de iki yıl sonra Çin’e karşı başlattığı ekonomik savaşta, Made in China 2025 Programı’ndan vazgeçilmesini de talep edecektir.

İki önemli hamle daha var: Birincisi 2013’te ilan edilen; dört kıtada 70 küsur ülkeyi kapsayan Kemer ve Yol Girişimi… Çin, devlet şirketlerinin sürükleyeceği altyapı yatırımları ile dört kıtayı kucaklayan, birleştiren deniz ve kara ipek yolları…     
İkincisi ise, 2016’da bir anlamda Dünya Bankası’na rakip olarak Asya Altyapı ve Yatırım Bankası’nın (AIIB’nin) kurulması…

Bu bilanço Şi Jinping’in “Çin Rüyası”nın ihtiraslı ekonomik içeriğini oluşturuyor. 

'Soğuk savaş' ilanına yanıtlar

Pompeo’nun Temmuz’daki soğuk savaş ilanını Çin nasıl karşıladı?

Trump yönetiminin sıra-dışı tüm yaptırımlarına “misliyle karşılık” verildi. ABD’nin Chengdu Konsolosluğu kapatıldı. Çinli yetkililere getirilen yaptırımlar, iki sağcı senatöre (Cruz’a, Rubio’ya) karşı benzer yasaklar getirilerek yanıtlandı.

ÇKP Politbürosu’nun Dış İlişkiler Direktörü Yang Yiechi, “ABD’deki bazı siyasetçilerin ÇKP’ye ve Çin’in siyasal sistemine saldırıları”nı, bir makale ile yanıtladı (Global Times, 7. Ağustos 2020). “Resmî” nitelik taşıyan bu önemli yazı, ayrıca değerlendirilmelidir.

Çin kaynaklı diğer yazılı tepkileri, ÇKP’nin gayri resmî İngilizce organı olarak kabul edilen Global Times gazetesinin başyazılarından ve ÇHC haber ajansı Şinhua’dan izleyebiliyoruz.  Bu kaynaklarda Trump yönetimine karşı son iki haftada sürdürülen polemiğe göz atalım:

Trump’ın başlattığı ve Pompeo ile doğrudan ÇKP’yi hedefleyen saldırılar, “küresel hegemonyayı hedefleyen bir soğuk savaş çağrısı” olarak tanımlanıyor. ABD aynı zamanda uyarılıyor: “Gücünüzü abartmayın; koronavirüs salgınını sınırlarınız içinde dahi durduramadınız; başka ülkelerin çabalarını da kösteklediniz. Bu derece dengesiz, zorba, kibirli bir Washington’un peşine kim takılır?

Bu tespit, Trump’ın “seçim ortamındaki zafiyeti” vurgulanarak tamamlanıyor: “Salgında ekonomiye öncelik verdiniz, bedeli 150.000 ölüm oldu. Bu bedele rağmen millî geliriniz Nisan-Haziran 2020’de yüzde 32,9 oranında küçüldü. Bu yönetim altında Amerika salgınla mücadele edemez; ekonomisi en kötü etkilenen ülkelerden biri olarak kalır.”

Çin halkı ABD’yi bu çaresizlik içinde görmek istemiyor. Gecikmeden Çin’le işbirliği yapın. COVID-19’la küresel mücadele yeni bir ivme kazanır. Herkesin, hatta Trump yönetiminin de yararına olur.” (25, 31 Temmuz, 3 Ağustos)

Bu ifadeler, ABD ile Çin arasında salgın-sonrasına ilişkin örtülü bir karşılaştırma içeriyor. Açığa çıkaralım: ABD ekonomisinin hemen hemen üçte bir oranında küçüldüğü Nisan-Haziran 2020’de Çin millî geliri %3,2 büyümüştür. Doğrudan COVID-19 bilançosuna bakıldığında Çin, hasta sayısını 85.000’in ölümleri 5000’in altında tutarak iki ayda salgını önleyen bir ülke olarak açık-ara öndedir. Nüfusu Çin’in dörtte biri olan ABD’de ise Ağustos başında hasta sayısı 5 milyonu, ölümler 160 bini aşmıştır.

Kısacası ÇKP kaynakları, Pompeo’nun soğuk savaş kampanyasını hegemonya arayışı olarak görmekte ve ABD’nin bu konuma layık olmadığını vurgulamaktadır.

Şi Jinping’in “Çin Rüyası” hedefleriyle birleştirelim: Anlaşılıyor ki Çin, ABD’nin hegemonya arayışını simgeleyen bir soğuk savaşı sessizce sineye çekmeyecektir.

Herhalde iyi de olur.