Çoğalan kapitalizmin partileri değil, insanın insanı sömürmesi tek siyaseti üzerine dikili siyasetsizleştirme ağacında kuruyan dallar çoğalıyor.

Siyasi partiler çoğalıyor

Bir siyasi partinin daha kuruluş dilekçesini verdiği düştü haberlere. Adı “Yenilik” olunca ve “Deva”, “Gelecek” gibi yeni kurulan diğer parti adlarıyla birlikte okununca, partilerin mantar gibi çoğalmasındaki ihtiyaç da ilk bakışta kurucular yönünden görünürdeki ipuçlarını veriyor.

Başkanlı rejime geçişten sonra 2019’da 4, 2020’nin ilk yarısında da 11 olmak üzere 15 yeni parti kuruldu. Son kuruluşla bu sayı 16 oldu. On dokuz ay dolmadan 16 parti, şaşkınlık verici değil mi? Şu an toplam 90 partiye sahip bir toplumda yaşıyoruz. 2020 Ocak ayı YSK kararına göre 15 parti seçimlere girebiliyor. Temmuz ayı kararı yazı tarihi itibariyle yayınlanmadı.

Parti kurucuları yönünden gerekçe memnuniyetsizlik ve arayış başlıklarıyla özetlenebilir. Ama bunun karşılığının halkta nasıl ortaya çıkacağının emareleriyse yok. Halk da hoşnut değil ve arayış içinde. Karşılığın görüleceği tarih hep seçimlere öteleniyor. Seçimler deyince de, propagandadan tutun yüzde on seçim barajına kadar düzenin büyük partilerinin küçük partiler üzerindeki hegemonyası açık. Buna bir de adaletsiz düzenin adaletsiz seçimleri ve hukuku eklendiğinde hegemonya daha da netleşiyor.

Kaldı ki başkanlı yönetimde parlamentoda olmak da ayrıca sorunlar yumağı. Birinci parti başkanın partisiyle aynı ama çoğunlukta değilse gelsin pazarlıklar, gelsin ittifaklar. Bugün AKP-MHP ortaklığında olduğu gibi ya da kimi yasalarda bu iki partiye destek olmak girişimlerinde olduğu gibi… Buradaki seçenekler uzar gider. 

Seçimlerden önce ittifak ve transfer zorluğu yasa çalışması yapılıyor, buna ne demeli denirse bu da tam olarak yeni parti kurma modasına uyacak emareler veriyor; büyük partilerde milletvekilliği adaylığını, bir partiye bağlı olarak güç gösterisi yapılabilecek bireyselliğe dönüştürüyor.

Profesyonel denilebilecek siyasetçilerin yeni siyasi parti arayışlarındaki gerekçeleri görünüşte kalıyor. “Arayış ama neyin arayışı” sorusunun karşılığı gerekiyor ki işte burası, yukarıda örneklediğimiz gibi dalınca içinden çıkılamayacak bataklık. İttifaklardan pazarlıklara ve her türlü çıkar ilişkilerine kadar ne aranırsa var.

O zaman iki sonuç netleşiyor:

Birincisi düzen çürümüşlüğü içinde bireyselleşen, çoklaşan, siyaseten birbirlerinden farkı olmayan düzen içi siyasi parti arayışları… Bu arayışlar halk nezdinde siyasi faaliyet serbestçe, dürüstçe ve eşitlikle yapılıyormuş izlenimi de veriyor; emekçi halkın dikkatini dağıtıyor ve bir çeşit düzen uzlaşması etkisi yaratıyor.

İkincisi bu tür siyasi faaliyet gösterilerinin halka, basit sohbet oyalamaları ve zaman harcamaları dışında, biraz da AKP karşıtlığı dışında, faydası yok denecek kadar az. Laikliği göz göre göre özgürlük görüntüsü altında dinselliğe teslim edenlerin yobazlığa, bağnazlığa, gericiliğe karşı kıpırdanışları da deyim yerindeyse devede kulak. Anayasa raftan indirilse, parlamento eski haline döndürülse bile düzen aynı düzen kısacası… Raftan indirilecek Anayasa da toplumsal değil zaten.

Kapitalizmin çok partili yaşamı al gülüm ver gülüm oyunlarıyla geçtikçe, hak mücadelelerindeki küçük kıpırdanmalara kanılıp devamının gelmediği/getirilmediği görülüyor. Sonuç, her al gülüm ver gülümde zenginler daha zengin olmaya devam ediyor, talan artıyor, emperyalizm daha pervasızlaşıyor, gericilik daha yayılıyor. 

Siyasal iktidardan yakınmak düzen karşıtlığına dönüşmedikçe, düzene karşı siyaset üretilemedikçe bunalımın mevcut siyasetçilerden ve siyasi partilerden kaynaklandığı inancı kanıksanıyor; kopyala yapıştır yöntemiyle yinelenen düzen içi partiler de çaresizliğin umudu rolüyle mantar gibi çoğalıyor.

Kapitalizmin vahşisinden, dinselliğin yobaz olanından kurtulmak ama kapitalist düzeni korumak, laikliği çarpıtılmış özgürlük tanımında tutmak, emperyalizmi kaçınılmaz küresel ilişkilere bağlamak, bu dayatılan menüye ara sıra birazcık sosyallik sosu katmak sömürü düzeninden kurtarmıyor.

Özel mülkiyetin, girişim ve sözleşme özgürlüğünün, burjuva demokrasisinin, laiklik karşıtlığının, milliyetçilik ve dinselliğin, emekçiler üzerindeki şiddet ve sömürünün sürdüğü düzenden onların kural ve kurumlarıyla, baskı araçlarıyla ve kandırmacalarıyla kurtulmak olası değil.

Hukuksuzluktan ve keyfilikten kurtulunca, sömürüden kurtulmuş olunacağı cafcaflı bir yalan. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığıyla, seçimden seçime demokrasiyle, demokrasinin sosyal olanıyla yaşatılacak kapitalizmin ekonomi politiği yine ve yine sömürü… İçinden çıkan otları ilerlemenin filizlenmesi gibi gösterip yerinde sayan sömürü…

Emekçi halk için siyasal haklarını kullanmalarının önündeki tüm engellerin, kayıt ve koşulların kaldırılması tabii ki önemli. Ama bu alandaki mücadelenin kapitalist ideolojinin egemenliğine kapılmadan, kuramsal ve pratik bütünlükle, örgütlü sınıfsal mücadeleyle yürümesi gerektiği de açık, kaçınılmaz.

Çoğalan kapitalizmin partileri değil, insanın insanı sömürmesi tek siyaseti üzerine dikili siyasetsizleştirme ağacında kuruyan dallar çoğalıyor.

Düzen içinde çoğalan ve aynı siyaseti boyayarak sunan siyasi partilere değil, emekçi halkın devrimci partisine, devrimci sınıfın gerçek öncüsüne ihtiyaç var ve böyle bir parti de mevcut: Yüz yılının birikimini ve deneyimini taşıyan “Devrimci Parti, Devrim İçin Parti”…