Şiddet tek çare. Bu nedenle siyasette dilden başlayıp fiziki müdahaleye varan şiddet, sınıfa uygulanan şiddetin kaçınılmaz bir yansıması.

Siyasetteki şiddetin altında sınıfa yönelik şiddet var

Türkiye siyasetinde gündem şiddet. Tehdit, linç, silah, sopa, mafya babasından siyasetçi ayarı, ne ararsan var.

Son olarak Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı olan Selçuk Özdağ, ondan birkaç hafta önce de İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in danışmanı gazeteci Murat İde saldırıya uğradı.

Kimileri siyasetteki şiddeti demokrasi kültürünün ortadan kalkmasına, kimileri siyasi nezaketsizliğe bağlıyor. En çok da mesele Erdoğan’ın tek adamlığı, siyaset yapma tarzı ve kışkırtıcı üslubuna bağlanıyor.

Akşener KRT’de 12 Eylül hatırlatması yaptı örneğin. “Birbirimize kurşun sıktık ama bu derece namertlik hiç görmedik” dedi.

Öyle olmadığını dün sevgili Fatih (Yaşlı) soldaki köşesinde tane tane anlattı. Hatırlatıp ekleyeyim: Birbirlerine değil, birlikte devrimcilere kurşun sıktılar, bu bir. Pusu faşist hareketin geleneğidir, bu iki.

Siyasetteki şiddetin Erdoğan’ın siyaset tarzına bağlanması meselenin hafife alınmasıdır. Bugün siyasetteki şiddetin kaynağı Erdoğan’ın “reis” lakabına uygun davranması değil, sınıfa yönelik şiddetin sıradanlaşmasıdır. Siyasetteki şiddetin altında işçi sınıfına yönelik şiddet yatıyor.

Hemen geçtiğimiz hafta basın açıklaması için Ankara’ya gelen Cargill işçilerinin gördüğü muamele hatırlanabilir. Polis müdürünün açıktan “size gününüzü gösteririz” konuşması, peşinden yapılan gözaltı, bıraktıktan sonra üç kez trafikte ceza kesilmesi adlı adınca güç gösterisiydi.

Bu güç gösterisinin ölçekle de bir ilişkisi bulunmuyor. Cargill’de hepi topu on işçi vardı ama örneğin üçüncü havalimanında binlerceydi. Koğuşlar basıldı. İşçiler dövüldü, gözaltına alındı, tutuklandı.

Soma’da madenciye atılan tekmenin, bir bürokrat densizliği olduğunu düşünen var mı örneğin?

Ayrıca işçi sınıfının gördüğü şiddet sadece hak arama mücadelelerine yönelik fiziki müdahalelerden ibaret değil ki. Her gün en az beş işçi, işyerinde güvenlik önlemi alınmadığı için yaşamını yitiriyor. Milyonlarca işçi eline tutuşturulan tek bir maskeyle gün boyu çalışmak zorunda kalıyor. Sendikalaştığında işten atılıyor. İşten ayrılmak istediğinde ücretsiz izne yollanıyor.

Özetle, işçi sınıfı işyerinde ve sokakta düzenli olarak şiddete maruz kalıyor.

Sınıfa yönelik güç gösterisinin nedenini Erdoğan’ın eylem korkusuna bağlamak ise bir başka sorun. İşçilere şiddet sermaye sınıfı adına uygulanıyor. Korku sermaye sınıfının çıkarlarını korumanın gayrı meşruluğundan kaynaklanıyor. Üstelik salgın var ve politika salgınla mücadele değil, sermaye sınıfının göreceği zararı en aza indirmek, hatta pek çok durumda daha fazla kâr için fırsata çevirmek üzerine kurulu. Bu politika giderek yoksullaşan emekçi kitlelerde daha görünür hale geliyor, meşruluğu sorgulanıyor. İşte düzen siyasetinde uzunca süredir buna bir çözüm bulunamıyor.

Şiddet tek çare. Bu nedenle siyasette dilden başlayıp fiziki müdahaleye varan şiddet, sınıfa uygulanan şiddetin kaçınılmaz bir yansıması.

Sermaye sınıfının çıkarlarını bu denli pervasız koruyan bir iktidar, ben senden daha fazlasını yaparım diyen düzen muhalefetine çiçek mi atacaktı?