“İş bırakmanın” yasak fiiller arasına yanlışlıkla girdiğine ben de inanıyorum. Yalnız bu, yetkili memur kılığına bürünmüş liberal bir imamın kalem sürçmesi değil, tarihsel bir yanlışlıktır. Patronların vali veya vali yardımcılarına telefon açıp, “yahu bunlar bilmem kimin testi pozitif çıktı diye çalışmamaya kendi başlarına nasıl karar verir!” diye konuşmalarına neden olan bir tarihsel yanlışlığın içinde yaşıyoruz.

Sehven

Salgında egemenler hangi ekonomik faaliyetin ne ölçekte sürdürülmesi gerektiğine karar veremediler ve işçi sınıfının “mavi yakalı” denen kesimleri çalışmaya devam etti. Söz konusu sınıf kesiti açısından sağlık önlemlerinin tamamen göstermelik olduğu açık. Eğer kitleler halinde fabrika, atölye, tersane veya maden gibi ortamlarda çalışıyorsanız, yemeklerinizi aranızda kaç metre bırakırsanız bırakın birkaç yüz kişinin aynı anda bulunduğu bir salonda yiyorsanız, servislerde olsa olsa iki karış mesafeye açılabiliyorsanız, televizyonlarda veya sosyal medyada bıktırıcı biçimde tekrarlanan hijyen kuralları sizin için değil demektir! Düşünün, bütün gün, kaçınılmaz biçimde iş arkadaşlarınızın nefesini alıp vererek geçecek ve sonra kapı zilini kolonyayla dezenfekte edip giysilerinizi açık havada havalandıracaksınız! Şaka gibi. Ne şakası; durum ölümcül…

Hangi ekonomik faaliyetlerin ne ölçekte sürdürülmesi gerektiği olsa olsa bir planlama ve karar konusu olabilir. Egemenler bu konuyu piyasaya bıraktılar. Sanmayın ki, piyasa iktisat kitaplarında olduğu gibi “serbest”, yani özgürdür. Piyasa “dengesi” sadece ekonomik faktörlerin etkileşiminin sonucunda falan oluşmaz. Bir: Patronlar ilke olarak kârlarını gözetirler. Buna göre ekonomik faaliyet sadece ve sadece kâr oranı ortalamanın altına düşerse durdurulabilir. İki: Patronlar ve düzenin yöneticileri işçinin hakkını aramaya alışmaması gerektiğini bir refleks olarak gözetirler. Emekçi söz ve karar hakkına sahip olmadığı bir yaşamı veri almalıdır. Almalıdır ki, birinci ilke hayata geçirilebilsin, kâr hayata yön verebilsin…

Dolayısıyla zaten mavi yakalılara “evde kal” denmedi! Yalnızca, bunu açıkça dile getirmeleri mümkün değildi. Evde kal sloganını yersiz biçimde üstüne alan birileri “yahu nasıl evde durayım, çalışmazsam aç kalırım” diyor, bu ses düzenin medyasının duvarlarını dövüyor, dövmekle kalmayıp içeri sızıyor. Patronlar ve egemenler ise, yanıt olarak, “size demiyoruz ki kardeşim” diyemiyorlar.

Diyemezler, çünkü kapitalizm kendinden önceki üretim biçimlerinden farklı olarak herkesin eşit yurttaş olduğunu vaaz etmişti. İki yüz yıl geçti üstünden ve artık kapitalistlerin bu vaaza çok pişman olduklarını biliyoruz. Öyle ki, dünyanın dört bir yanında, hayır diyorlar, yurttaşlık öldü, siz ümmetsiniz, siz ötekilerdensiniz… 

Ama bazen, bir kez söylenen, yeryüzünün bütün yüzeylerine bir daha silinmemecesine yapışıyor, bir daha yok olmamacasına, soluduğunuz atmosferde asılı kalıyor. Eşitlik, adalet, kardeşlik… Bunlar herhangi bir virüsün yarışamayacağı kadar bulaşıcı ve direngendir. 

Önceki güne kadar açıkça söyleyememişlerdi. Sonunda Kocaeli Valiliği dedi! Kocaeli’nin valisi ve emniyet müdürü önceki gün fabrika işçilerine “size demiyoruz kardeşim” dediler!

Koronavirüs salgını varken “her türlü eylem/etkinliklerin söz konusu virüsün yayılması açısından risk oluşturduğunu” değerlendiren Valilik ve Emniyet Müdürlüğü, sadece hastalığın bulaşması olasılığı üstünden değil, ama “huzur ve güvenliğin, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve müessif olayların yaşanmaması amacıyla” diye lafa devam ediyordu. Virüsün bulaşması riski ile diğer sayılan tehditler arasında nasıl bir bağ kurduğunu bize açıklamayan Valilik sonuç olarak “açık ve kapalı yer toplantılarını, bilimsel, kültürel, sanatsal ve benzeri aktiviteleri, gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, stant açma, imza kampanyası, çadır kurma, meşale yakma, el ilanı/bildiri, broşür dağıtma, protesto eylemi vb türdeki eylem/etkinlikleri” ve -buraya dikkat!- bunların arasında “iş bırakmayı” yasaklıyordu.

Meşaleyi tek başımıza yaksak da yasak kapsamına girer mi, diye sormayacağım. Broşürü ellerimizi yıkadıktan sonra dağıtsak olur mu, demeyeceğim… 

Bunlardan daha önemlisi “iş bırakmanın” listeye nasıl girdiğidir. Valiye bakarsanız “sehven”, yani yanlışlıkla girmiş. Aynı gece ileri bir saatte apar topar düzelttiler. İş bırakmayı yasaklamamışlardı. Sehven öyle yazılmıştı. Hay Allah kim yazmış? Kim bu kadar açık sözlü olmayı göze almış, ağzından kaçırmış!

Biz eşitlik, özgürlük, adalet sözümüzü istesek de geri alamayız. Ama devletimiz işçilere yönelik “seni kastetmiyoruz kardeşim” terslemesini yalayıp yutmakta hiç zaman kaybetmedi. 

Doğrudur, sehven olmuştur. “İş bırakmanın” yasak fiiller arasına yanlışlıkla girdiğine ben de inanıyorum. Yalnız bu, yetkili memur kılığına bürünmüş liberal bir imamın kalem sürçmesi değil, tarihsel bir yanlışlıktır. Patronların vali veya vali yardımcılarına telefon açıp, “yahu bunlar bilmem kimin testi pozitif çıktı diye çalışmamaya kendi başlarına nasıl karar verir!” diye konuşmalarına neden olan bir tarihsel yanlışlığın içinde yaşıyoruz. Dedik ya, işçiler söz ve karar yetkisinden yoksun bir yaşama mahkûm olduklarını her daim bilmelidirler!

Kocaeli Valiliğinin yasaklar genelgesinin bir maddesini telaşla silmesi bu tarihsel yanlışın sürdürülemez olduğunun ilanıdır. Kocaeli’de ve başka yerlerde, Sarkuysan’da ve diğer fabrikalarda, Mustafa’lar ve sınıf kardeşleri iyileşecekler ve o tarihsel yanlışa son verecekler.