Sadrazamlığın yanı sıra damatlığa da gönül eğdin; sonrasında da padişahın huzurunda, olur ya, dilin sürçtü yaramaz bir söz ettin, ya da sana verilen bir işte tökezledin yağlı ip boynuna geçirilir hırpadanak gidersin. Gitmekle de kalmaz, eşeğe ters bindirilip dolaştırılırsın sokaklarda bir vakit. 

Saraya damat olmak

Şimdilerde değil yanlış anlaşılmasın. Osmanlı’da diyorum. Hele samur kürkü damatlık olarak sırtına geçirmiş sadrazamlık mührünü de kapmışsan ilkin devlet kuşu kondu diyerek teke zortlatmasına durursun ama sonrasında, çoğunun başına gelenleri öğrenmeğe gör, şart olsun insanda ne damat olma hevesi kalır ne de sadrazam olma. 

Bakın burası çok önemli: 

Sadece Kanuni Süleyman’ın devri iktidarında Rüstem Paşa’nın, Pargalı İbrahim’in, Kara Ahmet Paşa’nın üç etti, hangi birini anlatmalı; Ferhat Paşa’nın etti dört, Lütfi Paşa’nın bu da beş olsun, başlarına gelenler yemin ederim korku filmi gibi. Diyelim nefsine yenik düştün. Sadrazamlığın yanı sıra damatlığa da gönül eğdin; sonrasında da padişahın huzurunda, olur ya, dilin sürçtü yaramaz bir söz ettin, ya da sana verilen bir işte tökezledin yağlı ip boynuna geçirilir hırpadanak gidersin. Gitmekle de kalmaz, eşeğe ters bindirilip dolaştırılırsın sokaklarda bir vakit. 

Ben en çok Nevşehirli İbrahim’e yanmışımdır. Bir de Kara Ahmet Paşa’ya…

Süleyman, Kanuni demek istiyorum, yüce gönüllü, vicdan sahibi ve ilkeli bir padişahtı. Kız kardeşi Fatma Sultan’la evli olan Kara Ahmet Paşa’ya sadrazam olmasını teklif ettiğinde, Kara Ahmet önceki damatlardan Pargalı İbrahim’in ve Ferhat Paşa’nın başlarına gelenleri bildiğinden olsa gerek büyük bir ihtimalle içi ürpermiş görevden kaçınmak istemiştir. Özellikle de Sultan Süleyman’ın buyruğuyla Mısır’dan İstanbul’a bal sepeti içinde gönderilen damat Ferhat’ın kesik başının ve yarı açık bir çift gözün onda feci izler bırakmış olabileceğini tahmin edebiliyoruz. Fikrimdir, Ahmet’in kendini naza çekmesini Ferhat’ın yarı açık bir çift gözüne bağlıyorum.  

Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi’nde Kara Ahmet Paşa’nın Sultan Süleyman’dan sadrazamlıktan azledilmeyeceği sözünü aldıktan sonra görevi bin nazla kabul ettiğini yazıyor. Tam olarak şöyle: “…Daha az dostça münasebetlerde bulunduğu Ahmet Paşa’nın idamı ise, Padişah’ın vicdanı için daha hafif bir yük olmak lazım gelirdi; bununla beraber hiçbir vakit azletmeyeceği hakkında Padişah’ın yeminine müstenid olmakla beraber Ahmet de idam edildi…” Bir de “Ahmet Paşa’nın boğazı tamamen sıkılmadan evvel ölümün bu türlüsüyle bağışıklık kazanmak için bir nefes daha almak üzere cellattan müsaade istediğine” dair dip not var ki bunu da dikkatlerinize sunmak isterim. Sundum.. 

Merakınızı uyandırmış olmalı, Ahmet Paşa’nın idamı Padişah’ın vicdanı için neden “daha hafif bir yük olmak lazım gelir.” Bu ifadenin açıklanmaya değer yanı şudur: Padişah  sözünde durarak Ahmet’i azletmemiştir. Bu davranış Süleyman’ın ilkeli, sözünün eri ve vicdanlı biri olduğunun apaçık kanıtıdır. Zira sadece boğdurmakla yetinmiştir. İslam Ansiklopedisi şu notu düşmüş:

“Ahmet Paşa idam kararını serinkanlılıkla karşılamış, cellatların kendisini boğmasını istememiş, bu işin değerli bir kişi tarafından yapılmasını istemiştir…” 

Peki  Süleyman’ın cellat seçimini damat Ahmet’in kendisine bırakmasına ne demeli? Yani bu davranış Süleyman’ın yüce gönüllülüğüne kanıt değil midir? 

Kanıttır. 

Sırada İbrahim var.

Bu İbrahim Süleyman’ın damadı Pargalı İbrahim değil. Hani mübarek Ramazan günü saraya iftara çağrılıp, ısrarla yatıya bırakıldıktan sonra uykusunda boğularak öldürülen İbrahim… “Makbul” iken “maktul” olan, Kemancı İbrahim. O değil…

Bu İbrahim, Nevşehirli İbrahim. Padişah Üçüncü Ahmet’in sadrazamı ve damadı.

Üçüncü Ahmet, Avcı Mehmet’in oğlu. 1703-1730 yılları arasında hükümdarlık yapmıştır. Edirne Vakası sonrasında on altı yıl boyunca burnunu bile çıkaramadan kaldığı kafesten çıkarılarak yirmi yedi yıl boyunca oturacağı tahta çıkarılmış; Patrona Halil Vakası sonrasında bu defa ömrünün sonuna kadar kalacağı kafese tıkılmak üzere tahttan indirilmiştir. Gir çık, in çık… Kolay değil fevkalade “hisli” olduğunu yazıyor tarih kitapları. Şairdir. "Necib" mahlasıyla şiirler yazıyor. Padişahlığı süresince on adet sadrazam değiştiriyor. Rekordur. Bunlardan beşini  “Her nefis ölümü tadacaktır” ayeti mucibince boğduruyor. Bu da rekordur. Boğdurulanlardan ikisi damattır.

İbrahim iş aramak için İstanbul’a gelen bir gurbetçi. Evet, bildiğiniz gurbetçi. Saraya bir tanıdığının vasıtasıyla helvacı olarak giriyor. 

Neşeli ve sevimli bir zat. Hızla yükseliyor padişahın güvenini kazanarak önce yakın koruması, sonra istihbaratçısı, sonra da öbür damatlardan Silahtar Ali Paşa’nın dul karısı Fatma Sultan’la evlenerek damadı oluyor. İhtimaldir; yanındaki, yöredeki tecrübeli zevat “sen bir garip Çingensin gümüş zurna neyine” diyerek uyarmıştır lakin ne fayda, kendi ölümüne seğirtiyor. Evlendiğinde Fatma Sultan’ın on dört yaşında, İbrahim altmışına yakın olduğu yazılıdır. Yine yazılanlardan Sultan Ahmet’in ona kendi kullandığı tuğralı zümrüt mührü, "mühr-ü hümayun" olarak verdiğini bunun büyük bir sevgi ve güvene işaret olduğunu da öğreniyoruz… Şimdi sadrazamdır. Ne kadar yazık, cellada en yakın meslektir sadrazamlık. 

Yenilikçi biri. Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in ünlü “Sefaretname” kitabı eline geçiyor. Fransız bahçe düzeni ve köşklerine dair çizimleri görüp yazılanları okuyunca özeniyor. Başlayan bu yeni döneme Yahya Kemal yıllar sonra bir ad bulacaktır: Lale Devri. Haliç’te, Boğaz’da köşkler, yalılar, bahçeler ve tabii ki eğlenceler, ziyafetler…Her gün bir ziyafetten öbürüne koşan Ahmet’e ve İbrahim’e karşı fukara halkın tepkileri artıyor.  “Necdet Saka Bu Mülkün Sultanları”nda (Oğlak 2000), vakanüvis Şemdanizade’den aktarıyor:

“(…) Halkı aldatacak şey lazımdır deyü bayramlarda meydanlara dolaplar, beşikler, atlıkarıncalar, salıncaklar kurdurub erkeklerle kadınları karışık salıncağa bindiren, salıncağa binüb inerken hubbaz yiğidlerle kadınları kucaklattıran hoş-seda ile şarkı söylettiren İbrahim Paşa idi…” Padişahın ve sadrazamın sefere çıkmayarak “Davutpaşa Sarayı bahçelerinde bülbül dinlemelerinin”  de halkın gazabının artmasına neden olduğunu öğreniyoruz aynı kitaptan. Gazabın adı Patrona Halil…

Patrona “kelle isterüz” diyor. Sultan Ahmet isyancıların istedikleri kelleleri sarayın kapısına bıraktırıyor. İbrahim, İbrahim’in iki damadı ve listedekiler… Sırıklara geçirilip bir vakit gezdirilen kelleler Sultan Ahmet’in hayır için yaptırdığı çeşmenin yalağına atılıyor… Gövdeler parçalanıyor. Kemik ağrılarına iyi gelir söylentileri üzerine küçük parçalar halinde kapışılıyor. 

Şimdi samimiyetle soruyorum:

Benim damat paşa olma hevesim kaçmasın da kimin kaçsın? Buyrun bakalım…

İnsanda heves meves bırakmıyorlar azizim…