Sapıklığın bilimsel tanımının ne olduğundan ayrı olarak, kadınlara ve çocuklara saldırmaktan kendini alamayanları insanlığın dışına sürgün eden bir dil kullanılmasında sakınca yok. Ama toplumsal bir olguyu arızi bir delirme saymak, olup bitenden hiçbir şey anlamamak olur.

Sapık mı bunlar?

Kadınlara ve çocuklara saldırmaktan kendini alamayanlardan söz ediyorum. Çoğunlukla bunlar “sapık” diyerek mahkûm ediliyor. Ama bu sözcük arızi, marjinal, olağan olmayan, neredeyse istisnai anlamlarını da kendiliğinden sırtlayıveriyor. Arızi bir durumla, bir tür meczuplukla mı karşı karşıyayız?

Kadim erkek egemenliğini bu kadar hafife alamayız. Elbette, keşke öyle olsaydı. Sayıları ne kadar çok olursa olsun meczupları kontrol altına almak gerçek bir çözüm yolu sunabilirdi. Oysa bugün yaygın ve giderek yayılan bir toplumsal durum söz konusu. En başlarda Türkiye’de, ama neredeyse bütün dünyada…

Saldırının türü ve şiddeti, öldürmekten “masumane” askıntı olmaya doğru salınım gösterebilir. Ortada bir suç olup olmadığının belirsizleştiği geniş bir gri alana da rastlanabilir. Zaten bu grilik bile olayı istisna kategorisinin ötesine taşımaya yetmez mi?

Sınıflı toplumların ilişki kodu hegemonya… Binlerce yıldır insanların diğer insanlarla her tür ilişkisi sınıfların merceğinden geçerek kurulmuşsa, öyle algılanmış ve yeniden üretilmişse, bugün baskın davranış kalıbı birinin başkası üstünde hegemonya kurmasıdır. “Eşitler arası ilişki” bu tarihsel kanıksama durumunun sonucu olarak istisna haline itilmiş durumda.

Son sınıflı toplum kapitalizmin şafağında boy atan eşit yurttaşlık kavramı, onun temelindeki “her bireyin eşit doğduğu” iddiası bu tarihsel durum nedeniyle birer büyük yalan. İnsanlar eşit falan doğmuyor. Eşit doğduğumuz iddiası sınıfsal eşitsizliklerin, derin adaletsizliğin üstüne serilmiş bir örtü! 

Lakin bu yalan aynı zamanda bizim büyük ütopyamız... “Beş parmağın beşi bir olmaz” lafı adaletsizlikleri aklayan sakil bir deyimdir. Erdemli olan ise eşitliğe duyulan özlemdir. İnsanlar erdemlere bağlanır, onların uğrunda mücadele ederler.

Bencilliğin ve insanın insan üstünde egemenlik kurma arayışının türümüzün doğasına içkin olduğunu savunanlar mı var? Biz hele önce sınıf egemenliğini bir kaldıralım da, bunu öyle tartışalım. Kaldırabildiğimiz örnekler hep umut verdi. Yeni örneklerimiz de olacak. Dahası bütün dünyada sınıfları ortadan kaldıracağız. Sonra göreceğiz, insanın doğası neymiş? Bencil miymişiz, dayanışmacı mı?

O günleri beklememize gerek duyurmayan bir kritik veriye daha sahibiz. İşçi sınıfı birlikte ve koordinasyon içinde çalışmak zorundadır, yardımlaşarak üretir. Bu zorunluluk, sınıflı toplumun bencillik dayatmasına karşı nesnel bir direniş dinamiğidir. Mülk sahipleri, emekçileri sömürdükleri ve birbirleri arasındaki rekabette üstün geldikleri ölçüde daha iyi bir yaşama sahip oluyorlar. Emekçiler için bunun tam tersi geçerli.  

Binlerce yıllık statüko istisnasız bütün bireylere, yaşamın sıradan hedefi ve ilkesi olarak yalnızca kendi borusunun öteceği bir hegemonya alanına sahip olmayı dayatıyor. Patriarki bu uzun tarihsel süreçte her bir sınıflı toplumda özgün biçimler alarak yeniden üredi. Cinsellik bu korkunç mirasın en fazla etkilediği alan. Böyle olduğu için bencillikten, baskıdan, eşitsizlikten arınmış saf haliyle aşk, insan kültüründe ütopik bir erdem sayılmaya, örneğin sanatın baskın temalarının başını çekmeye devam etmiyor mu? İnsan binlerce yıldır üstünde tepinilen değerlerini aramaya, özlemeye, kurgulamaya, yüceltmeye devam ediyor.

Tam da bu nedenle, sapıklığın bilimsel tanımının ne olduğundan ayrı olarak, kadınlara ve çocuklara saldırmaktan kendini alamayanları insanlığın dışına sürgün eden bir dil kullanılmasında sakınca yok. Ama toplumsal bir olguyu arızi bir delirme saymak, olup bitenden hiçbir şey anlamamak olur. Projektörler günümüzün gerici istismarcılarına ışık tutmaya devam etsin etmesine. Ama bilelim ki, cinselliğini bir hegemonya alanı ve aracı olarak algılayanlar için cinsel istismar sıradan bir pratik olmaya devam edecek. Sınıflı toplumda aile kurumunun içinde, iş yaşamının kariyer basamaklarında, okulda ve sokakta bu kanıksanan ilişki biçimi durmaksızın yeniden üretiliyor. Elbette köle sahipleri ve toprak ağalarının ilk gece hakkı, bir kez eşit doğduğumuz söyleneli beri çok kaba kaldı. Öyle ki eskiden hak sayılana şimdi istismar diyoruz. Ama kadının ve çocuğun penceresinden baktığımızda bu değişimin biçimle ilgili olduğunu, hegemonya ilişkisinin cinsellik aracılığıyla yeniden ve yeniden üretilmeye devam edildiğini görebiliyoruz.

Cinsel saldırganlıkla dinci gericilik arasındaki bağ rastlantısal değil. İktidar sahibi “hoca”nın dinsel eğitim ve yaşam tarzı aracılığıyla çocuğu “çağırdığı” konumlanış biat etmektir. Tarikat yaşantısında hegemonyanın sahibi ve taşıyıcısı bir elit var. Din ne denli kurumsallaşırsa ve hegemonya ilişkilerinin dine referansla tanımlanması ne denli meşrulaşırsa, hocalar ve papazlar kadın ve çocuklara o kadar çok tecavüz eder! Papalık kurumunun burnu aynı nedenle pislikten çıkmıyor... 

“Bunlar sapık” deniyor ya sık sık. Duymazdan gelen komşusu, sıraya giren köylüsü, tarikat şeyhini koruyan müridi, sırtını sıvazlayan polisi, salıvermek için uğraşıp didinen savcısı, yargıcı, hatta tecavüzcü lehine rapor vereni… İstisna olamayacak kadar organize ve kalabalıklar. 

Bu güruha insanlıktan çıkmış anlamında “sapık” demeye devam. 

Ama temel olan şu ki, “sapıklığın” tedavisi insanlar arası ilişkilerden hegemonyayı tasfiye etmekle başlayacağı için, asıl sermaye egemenliğine karşı mücadeleye devam!