Eskiden de pek zor değildi aslında. Her türlü yasaklamayı ve zorbalığı demokrasiye toz kondurmadan gerçekleştirmek mümkündür; demokrasi tarihi, bizde ve her yerde, bunun örnekleriyle doludur, dolup taşmaktadır. Yasakçılar ve baskıcılar dahil herkes demokrasiden yana olduğunu iddia edebilir ama, yasaklara ve baskılara git gide daha çok ihtiyaç duyulduğu için, gerçek gerekçeleri açık açık dillendirmek zaman zaman o yasakçıların da rahatsızlık duymalarına yol açabilir.

Sağlık için asayiş

Kapitalizm krizlerle hayat bulur; krizlerle var olur, onlarsız olamaz da diyebiliriz. Öyleyse, “krizi fırsata çevirmek” kapitalistler için vazgeçilmezdir. Bunu beceremeyen kapitalist, iflasa kadar giden felaketleri hak etmiş demektir. Dilimizde çok kullanılan bir sözü biraz değiştirerek şöyle anlatabiliriz: “Ölen ölür, kalan sağlar daha da büyür.”
Buradan kaynaklanıyor olmalı, kapitalist ülkelerin yöneticileri de bunu bir yol gösterici ilke olarak görür, zaman zaman da açıkça dile getirirler. Krizin hangi konuda olduğu fark etmez, önemli değildir. Nitekim, bizdekilerin de şu küresel salgın denilen kriz dolayısıyla bu ilkeyi dillendirdiklerine, “bu krizi fırsata çevirmeliyiz” dediklerine tanık olduk.
Hakkını vermeye çabaladıkları söylenebilir. Son bir iki haftada yapıp ettiklerine bakılırsa, artık  yasaklama, bastırma, önleme ve bunlara benzer kararlar ile eylemler için artık kimseye inandırıcı görünmeyen, bayatlamış gerekçeleri belirtmek zahmetine katlanmıyorlar.

Katlanmak zorunda değiller; çünkü, demokrasiye toz kondurmadan yasaklamak, bastırmak, önlemek daha da kolaylaştı. Eskiden de pek zor değildi aslında. Her türlü yasaklamayı ve zorbalığı demokrasiye toz kondurmadan gerçekleştirmek mümkündür; demokrasi tarihi, bizde ve her yerde, bunun örnekleriyle doludur, dolup taşmaktadır. Yasakçılar ve baskıcılar dahil herkes demokrasiden yana olduğunu iddia edebilir ama, yasaklara ve baskılara git gide daha çok ihtiyaç duyulduğu için, gerçek gerekçeleri açık açık dillendirmek zaman zaman o yasakçıların da rahatsızlık duymalarına yol açabilir.

Demincek son bir iki haftada yapıp ettikleri demiştik. Oraya dönelim ve bazı örnekler verelim.

***

Şimdi sıralayacaklarımın ayrı ayrı her biri, adı konmamış herhangi bir krizi fırsata çevirmenin örnekleridir. Aynı zamanda bunların tümü birden, virüs salgınını açık ya da örtük biçimde gerekçe göstererek şimdiki somut krizin fırsata dönüştürülmesinin örnekleri arasında sayılabilir.

Bir tanesini, çok genç yaşlarında basın tarihinin yüz akı mertebesine erişmiş iki Barış’tan Terkoğlu’nun, en son tahliyesinden sonra söylediklerinden çıkarabiliyoruz. Hapishanede resmileşmemiş ya da adı konulmamış tecrit uygulamasından söz ediyordu Barış. Adaşının hücresiyle kendisininki arasında bir hücre boşluk olduğunu ve, eski koalisyon ortağı seyyar vaizin darbe hazırlığı günlerindeki hapisliklerinden daha beter olarak, hiçbir haberleşme imkânı, yüz yüze gelme şansı bulamadıklarını söylüyordu.

Hapishanede hücrede yatırmak, mahpusun kuraldışı kabul edilen davranışları nedeniyle uygulanan ek bir ceza olarak bilinir. Oysa, burada böyle bir durum söz konusu değildi. Ya ne vardı? Bir korona belası başımızdaydı ve bundan bütün vatandaşlarımızı, o arada, cezaevlerindekileri de korumak üzere gereken tedbirleri almak devletimizin bir vazifesiydi. Yapılmış ve yapılmakta olan bundan ibaretti. Terkoğlu’nun benim dinlediğim konuşmalarında bu durum belirtilmiyordu; ancak, daha önceki çeşitli açıklamalardan bu gerekçeyi biliyoruz.

Barış’ın tahliyesinden hemen önce, memleketin barolarının ezici çoğunluğunun başkanları, başkentimize doğru yürüyüşe geçtiler, tanık olduk. Cumhuriyetin ve onu kuranların eliyle başkent olmuş Ankara’ya girecekler, o iyiliğin simgesi olan kişinin anıt mezarına gidip bir saygı gösterisinde ve şikâyet bildiriminde bulunacaklar. Neyse, uzatmayalım, görmeyen kalmadı. Bunların önlenmesi için, kaynağı ve içeriği açıklanmayan bir emirle, kaba kuvvet kullanılarak avukatlar başkente sokulmadılar;  saatler süren direnişlerinin ardından gelen görüşme ve pazarlıklardan sonra, tasarladıklarını bir ölçüde gerçekleştirebildiler. Bu olayda da çok açık olarak ve resmen dile getirilmedi galiba, ama gelen haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, salgının gerektirdiği önlemlere uyulmaması gerekçe olarak ileri sürülüyordu. Hatta bu gerekçeyle birkaç para cezası kesildiği haberleri bile geldi. Çağlayan Adliyesi önündeki gösteride de “pandemi gerekçesiyle” polis barikatlarıyla alanın daraltıldığını ve dillerden düşürülmeyen “sosyal mesafe”nin Türk milletinin cana yakınlığına uygun bir düzeye indirildiğini gördük.

Bu yazı tamamlanmak üzereyken de, Ankara Valiliğinin toplantı ve gösterilerin salgın gerekçesiyle, yanlış anlaşılmasın, yasaklanmasını değil, “kısıtlanmasını” bildiren duyurusu geldi. Bu son dakika duyurusunu da kanıtlar arasına ekleyelim.    

Daha önce, Madımak Katliamı’nın yıldönümünde Sivas’ta yapılacak anma toplantısı konusunda valinin açıklaması haberler arasında yer almıştı. Sadece 100 kişinin katılabileceği bir toplantı yapılacaktı. Gerekçe açıkça belirtilmişti. Salgın, onunla ilgili tedbirler, şunlar bunlar… Üstelik açıklık, yasalar ve uymayanlara uygulanacak yaptırımlara kadar ayrıntılandırılmıştı. Yasal dayanak, Hıfzıssıhha Kanunu ile Kabahatler Kanunu idi. Uymayanlara ilkine göre 3.150 lira, ikincisine göre bundan daha az bir para cezası verilecekti.

Görünüşe bakılırsa, ceza kanunu, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu ile benzerleri, elbette gerektiğinde devreye sokulacak olmakla birlikte, her durumda öne sürülmeyecek. Demokrasiye de böylesi yakışır zaten.

Adı üstünde halkın sağlığını korumaya yönelik bir kanun elde bulunuyor. Kabahatlerle ilgili olanı da iyi akıl sayılır. İleriki günlerde başkaları da aranıp bulunur. Bulunamazsa,  ya var olanlara ekler yapılarak ya da yeni yasal düzenlemeler getirilerek mevzuat güçlendirilebilir. Kanun yapmak hiç zor değil. Ayrıca, kanuna gerek kalmadan cumhurbaşkanlığı kararnameleri yolu el atında bulunuyor. Nasıldı o eski söz: “Yok kanun, yap kanun!”

Önemli olan “sureti haktan görünmek”, herkesin iyiliği için yapıyor izlenimi yaratmak. Buradaki iyilik halkın  sağlığını korumak oluyor. Öyle yasaktı, cezaydı, şuydu buydu, kötü sözler olabildiğince az tekrarlanmalı. Her şey halkın iyiliği için, onun sağlığını korumak için!

Bu tür uygulamaların kapsamı genişletilebilir önümüzdeki dönemde. Üstelik, bunun, en dengesiz sertleşmelerle birlikte yapılması mümkün ve muhtemeldir. Küresel salgının sürüp gideceği, yıl sonuna, ondan sonraki yılın sonuna, kim bilir, belki de daha sonraya kadar sürebileceği, bir “yeni hayat”ın bizi beklediği söylenmiyor mu? O hayatta sağlığın ve her şeyin asayiş ya da güvenlikle iç içe olduğu vurgulanıp duracaktır. Krizi fırsata çevirmenin gereklerindendir.

***

Sözün gelişi, şu kıdem tazminatı konusu. Yetkililerin, en azından bazılarının, zaman zaman da olsa, şuna benzer bir söylem tutturmaları şaşırtıcı olmaz: Tamam, savunsunlar, gösteri neyim yapsınlar. İyi ama, sağlığımızdan daha mı önemli? Öbür dünyada kıdem mi lazım, tazminat mı? Yirmi otuz kişi bir araya gelip yürüsünler kaldırımdan. Yürüyüp dağlar aşacak değiller ya, şöyle yüz iki yüz metre yürüsünler işte. Bağırıp çağırırken sağlık riski artıyor, bilim kurulunun paha  biçemediğimiz üyeleri söyleyip duruyorlar, damlacıkla bulaşıyor bu illet, bağırmasınlar, maskelerini taksınlar, birbirlerine uzak dursunlar, ellerini yıkamayı da unutmasınlar, ceplerinde küçük kolonya bulunsun. Bu koşullarla biraz yürüyebilirler. Sonra binsinler otobüslere gitsinler nereye isterlerse. Ha, otobüsler tıklım tıkışmış, eh olacak o kadar, maskeler yüzlerinde nasılsa, öyle derin derin de soluk almasınlar ininceye kadar, ölmezler ya, kendilerini denize dalmış saysınlar, orada nefes alabiliyorlar mı, hem serin sulara dalmak da pek ferahlık verir insana, hayali bile cihan değer…
Ayrıca, Sultan Süleyman Han Hazretleri ne buyurmuşlardı: “Olmaya hak, hukuk, hürriyet, cihanda bir nefes sıhhat gibi!”
Tam böyle değildi de günümüze uyarlanınca daha bir anlam kazanıyor. Vezin de biraz bozuluyor gerçi, ama vezin mi önemli sağlık mı?

***

Alay geçmeyi tadında bırakıp bitirelim.

“Kemalizmin aşkın düşünürü” Avcıoğlu’ndan kalma deyişle Türkiye’nin düzeni, şu sıralarda, karşımıza böyle çıkmakta; nesnel gerçekliği tanıma yetisini yitirmek üzere olan bir aklın uzantıları ile düpedüz saçma arasında salınıp durmaktadır. Ancak, bütün nitelikleriyle birlikte bu düzen, ne çok sıradandır ne de tümüyle kendine özgü; alt edilmesi, onu küçümsemeden ve abartmadan yürütülecek bir mücadeleyi gerektirir.