'Sabır koyunların erdemidir.'

Sabrın sonu…

Üç noktanın yerine ne yazılabilir? İlk seçenek, yaygın atasözü hemen herkesin aklında yer etmiş bulunduğu için “selamet” olacaktır yüksek olasılıkla. Öyle ya, hepimiz yüzlerce, binlerce kez işitmişizdir: Sabrın sonu selamettir.

Ne demek selamet? Esenlik, kaygılardan korkulardan kurtuluş, sağlık, sağlamlık… Böyle pek hoş, pek güzel, herkesin özleyip isteyeceği iyilik durumları.

O kadar da değil ayrıca. Sabretmeyi yücelten birçok benzerini de bulabiliriz bu sözlerin. Geçmiş kuşaklar, bir yandan yaşayıp çektiklerinin bir yandan dinsel ideolojinin etkisiyle, hep sabretmeyi öğütlemişler.  

Sözün gelişi, ilk örneğe çok benzeyen bir anlamda, sabır sözcüğüyle özdeşleşmiş dervişleri de işin içine katarak, “Sabreden derviş, muradına ermiş.” demişler. “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.” demişler.

Abartmanın bu kadarı da fazla olur mu olmaz mı diye düşünmeden, “Sabırla koruk helva olur, dut yaprağı atlas.” bile demişler.

Genellemeler yapma merakı ya da yatkınlığı olanlar, insanların itiraz ve karşı koyma eğilimlerini bastırmak üzere, sabretmenin bir erdem olduğunu da ileri sürmüşler, sürüyorlar. Ancak, konu oraya kadar uzanınca, “bir dakika” diyerek durdurmak gerekiyor; çünkü, madalyonun bir de öteki yüzü var.

Sabır koyunların erdemidir.

Bu sözün aslında biraz daha uzun olduğunu sanıyorum. Bir şiirin dizesi, dolayısıyla, bir yarım dize olduğunu da hatırlar gibiyim. Bu kadar belirsizlik içinde, nedense, sahibinin de devrimci Macar şairi Sandor Petöfi olduğuna ilişkin bir iz var belleğimde. Bunu doğrulamak için Petöfi’nin ne kadar şiirini karıştırdıysam da sonuca ulaşamadım. Bilenler, bakılacak yere bakmamışsın da diyebilirler, boşuna uğraşmışsın Petöfi’yle ilgisi yok diye dalga da geçebilirler. Eğer gerçekten on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında sadece 26 yıl yaşamış bu büyük şair ile ilgisi yoksa, belli belirsiz de olsa neden böyle bir yer etmiş bende? Onun Tahsin Saraç’ın dilimize çevirdiği şunlara benzer dizeler yazmış bir şair oluşundan kaynaklanabilir mi?

Ne insanlar gelmiştir, ne insanlar
Başkalarının canını söküp alan
Hem hiçbir cezaya da çarptırılmadan!
Ne insanlar olmuştur, yine, ne insanlar
Başkaları için kendi canını veren
Hem hiçbir ödül de göremeyen!
Ama ne önemi var!
Başkaları uğruna canını veren kişi
Zaten bir ödül için yapmaz bu işi!

Ya da şunlara benzer dizeler:

Zalimlere karşı açılan son savaşta
Ölmek isterim ben, orada, en ön safta.
Sulasın genç yüreğim o zaman, işte
Bu savaş alanının toprağını kanıyle!

Ya da şunlara benzeyenler:

Erkeksen, erkek gibi ol
Sümsüğün biri olma
Yazgının oyuncak gibi
Sürüklediği ordan oraya.
Alçak bir köpektir yazgı
Havlayıp ama kaçan
Görünce elde sopayı
Yiğit ol öyleyse, dayan!

Sabır bir erdem midir, eğer öyleyse kime yaraşır, sorusuna dönebiliriz artık.

Dinsel ideoloji açısından sabır elbette bir erdemdir; ama erdem oluşunun yanı sıra, ondan da önce, şu geçici dünyanın dertlerinden kurtulmanın, tümüyle kurtulmak olmasa bile, onlara dayanabilmenin başlıca yollarından biridir. Öyle anlaşılması istenir. Yerle bir edilmiş eski cumhuriyette yaşadığımız hemen her gün bunun çeşitli örnekleriyle karşılaşıyoruz. Bana çok çarpıcı görünmüş bir örnek, artık nasıl ve ne zaman kurtulacağımızı kestiremez olduğumuz virüs salgınının, ona karşı açılan cihadın ilk günlerinde tek yetkili tarafından yapılan konuşmada belirtilmişti. Bu kötülükten “sabır ve dua ile” kurtulacağımız anlatılıyordu orada. Bu iki sözcüğün, bu sıra ile kullanıldığını çok açık biçimde hatırlıyorum. Doğrusu, genellikle buna uygun davranıldığını söylemek haktanırlık olacaktır. Sabrın yanına dua eklenmiş, hatta dua ile birlikte temizlik, maske, mesafe biçiminde özetlenmiş büyülü reçetenin basbayağı bilimsel bir eda ile minarelerdeki hoparlörlerden telkin edildiği ezan sonrası nasihatler hiç ihmal edilmemiştir. Hâlâ da ihmal edilmiyor. Memleketin ücra köşelerini bilmem, ama başkente ilişkin kişisel gözlemlerim bunu doğrulamaktadır.

Devam ederken başlıkta üç nokta ile boş bıraktığımız yeri doldurmanın “selamet” sözcüğünden başka seçenekleri üzerinde durabiliriz.

Halkımızda uyaklı konuşma diyebileceğimiz bir alışkanlık vardır. Bunun anlatıma bir etkililik, belki de bir güzellik kattığını düşünerek olmalı, sık sık uyaklara başvurur, böyle konuşanları daha can kulağıyla dinlerler sanki. Büsbütün anlamsız sayılmaz. Ama uyak uğruna özün gürültüye gittiği de sık sık görülen bir durumdur.

Bu duruma düşmemeye çalışarak, uyaktan da vazgeçmeden, şöyle diyebilir miyiz: Sabrın sonu selamet değil, felaket.

Diyebiliriz demesine de, böylesine mutlak bir karşıtlık içinde ele almak, konunun özünü anlamayı güçleştirebilir. Belki daha kötüsü, pratikte, yanıltıcı, üstelik tehlikeli olabilecek yönelişler ile yönlendirmelere yol açabilir. Oysa, gerçek hayatta, başka bir anlatımla, toplumsal mücadele içinde sabretmenin tartışılmaz bir gereklilik olduğu durumlar az değildir. O kadar ki, öyle durumlarda, sabır değil sabırsızlık felaket olabilir.

Sonuç olarak, ya selamet ya felaket yerine hem selamet hem felaket demek gerekir. Bunun anlamı ise şuradadır: Sabretmek öyle her koşulda doğru değildir; özellikle bir erdem düzeyine yükseltildiğinde uç uca eklenen yanılgılar ortaya çıkar; buna karşılık, ancak bir öfkenin ve mücadele yeteneğinin biriktirileceği sınırlı süreler için yerinde bir tutum sayılabilir.