Tam bir düzensizlik, başıbozukluk, belki de görevden kaçma izlenimi yaratmamak kaygısıyla her kafadan bir ses çıkması…

Rezerv atışmasının bir kez daha gösterdiği

Bu yazının amacı, Merkez Bankasındaki 128 milyarın biraz altında ya da biraz üstünde olduğu hesaplanan rezervlerin nasıl olup da tükendiği, sonuç olarak toplam rezervin sıfırlandığı, yükümlülüklerle birlikte sıfırın altına düştüğü sorusu üzerinde durmak değil. Eksiğiyle gediğiyle onu yapanlar çok. Yürüyen tartışma ve atışma, az çok bir fikir veriyor. Yanı sıra, polisiye bir olaya dönüştürülüşü de dikkate alınırsa, konunun iktidar açısından taşıdığı önem daha kolay anlaşılabiliyor.  

Buna karşılık, üzerinde pek durulmayan, hatta benim herhangi bir yerde sözü edildiğine rastlamadığım bir yanı var bu işin. Ona değinmek için önce muhalefetin salvolarına karşı yanıt yetiştirmeye girişenleri sıralamak yarar sağlayabilir. Belleğimde kaldığı kadarıyla yapmaya çalışacağım. Yanıt bulma yarışına girenlerin, tümünün değil resmi bir görevi olanların sayısı, yüksek olasılıkla, burada sıralayacaklarımdan biraz daha fazla olabilir.

“Nerede bu dolarlar” sorusunu yanıtlama çabası gösterenler, İçişleri bakanı ile onun görevlendirdiği ya da durumdan vazife çıkaran valileri, kaymakamları, kolluk güçlerini saymazsak şunlar oldu:  Cumhurbaşkanı, onun ekonomi konularıyla ilgili iki başdanışmanı, Hazine ve Maliye bakanı, Merkez Bankası başkanı, iktidar partisinin ekonomik konularla görevli olduğu unvanında belirtilen bir genel başkan yardımcısı… Ne etti? Altı. Daha aynı partiden bazı milletvekilleri ile bir iki meclis grup başkan vekili de var. Sayı aşağı yukarı 10’u buluyor, belki de geçiyor.

Bu arada küçük, ama hakkı teslim edilmeli, sadakatine toz kondurulamayacak ortak da desteğini esirgemedi doğrusu. Salı günkü grup konuşmasında iki nokta dikkati çekiyordu. Bir yandan, gerekli yanıtın ilgililer tarafından yeterince ve, galiba bu niteleme de eksik edilmedi, gayet “rasyonel” biçimde verildiği belirtilerek hâlâ dolarlar da dolarlar diye tutturan çevrelerin ağızlarının payı verildi. Bu sırada şu rasyonel sözcüğünün kullanılıp kullanılmadığından emin değilim. Bunu ayrıca belirtmemin nedeniyse anılan konuşmacının yıllardır alışılmış konuşma biçemine ve akıl yürütme çerçevesine pek uygun olmayışı.

Öte yandan, hangi sözcüklerin kullanıldığını anlamlandırma çabasını gereksiz ayrıntı olarak bir yana bırakırsak, asıl bombanın, bunun hemen ardından geldiğini belirtmeliyiz. Aşağı yukarı şöyleydi: Siz bunları bırakın da 104 amiralin hainliğindeki payınızın hesabını verin! “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmaynan” sözünü hatırlayan çok olmuştur herhalde. 

Neyse, küçük ortağın desteği hem artık herhangi bir yenilik ya da ilginçlik taşımıyor, hem de bu yazının yöneldiği nokta açısından hiç önemli değil. Ama, dilimize yerleşmiş o deyimle, Aziz Nesin’lik olduğu için araya sıkıştırmadan edemedik. 

Sayılarının 10 dolayında olduğunu kolayca saptayabildiğimiz ve daha da çok olabileceğini eklediğimiz iktidar sözcülerinin yanıtlarında bazı ortak yanlar bulmak mümkündü. Bu yazının bakış açısıyla en önemlisini sona bırakarak sıralayabiliriz.

Bir kez, dile getirilen yanıtların hemen hemen tümü, eritildiği ileri sürülen rezerv toplamının büyüklüğü konusunda tam bir anlaşmaya varılamamış olduğunu gösteriyordu. Rakamın önemsiz denebilecek boyutta kaldığını öne sürenler de oldu, özellikle son günlerde, en çok yinelenen düzeyini ciddi bir itiraz yöneltmeden ve örtük biçimde, hatta örtük ne söz, açık açık kabullenenler de… Ama en sonunda, Erdoğan’ın parti genel başkanı olarak parlamento grubunda yaptığı konuşmada, hem rakamın hem de ona yüklenen anlamın yanlış olduğu öne sürüldü. Artık alışılmış posta koyma faslıyla birlikte elbette. 

Önem sırası bakımından değil sözün gelişi ikincisi, sık sık, uygulanmakta olan politikalar açısından tutarlı, olağan önlemler sayılması gereken adımlar atıldığı biçimindeki açıklamalar yapıldı.

Üçüncüsü, bir başka ilginç nokta da yanıtların bazılarının öteki bazı yanıtlarla çelişiyor, onları yanlış çıkarıyor, sonuç olarak aynı cepheden değil karşı taraftan geliyor izlenimi yaratmasıydı. Bu arada, farklı kamu kuruluşlarının başındaki kişilerce topu birbirlerine atarak gerekli açıklamaları öteki tarafın yapması yönünde çağrılar çıkarıldı.

Dördüncü olarak, rezervlerin durumu ve bu duruma nasıl gelindiğine ilişkin sorulara verilen yanıtlarda, son günlere yaklaştıkça, bazı şaşırtıcı bilgiler ortaya çıkmaya başladı. Örnek vermek gerekirse, bunlar arasında en ilginçlerinden biri, 2017’nin Şubat ayında Merkez Bankası ile Hazine Müsteşarlığı arasında bir protokol yapılmış oluşuyla ilgiliydi. Buna göre kamu bankaları aracılığıyla piyasada döviz satışına imkân sağlanıyordu. 

Genel olarak bu yanıt yetiştirme yarışına bakıldığında şöyle bir tablo görülebiliyor: Başlangıçta bir umursamama, duymazlıktan gelme, sessizlikle geçiştirme. Ardından, ilgili ilgisiz ağızlardan eşgüdümsüz, çoğu konudan habersiz, cahilce yanıtlar. Ama hepsinde bir telaş, dahası bir panik havası.

Bütün bunlarla bağlantılı ve son olarak, tam bir düzensizlik, başıbozukluk, belki de görevden kaçma izlenimi yaratmamak kaygısıyla her kafadan bir ses çıkması…

Bugünkünden oldukça farklı bir bağlamda ortaya çıkmış olmakla birlikte, sonunda yaratılan kargaşa ve çözümsüzlük bakımından benzer sayılabilecek iki durumu bundan bir yıla yakın bir süre önce, salgın sürecinin ilk aylarında yaşamıştık: Biri, ilk hafta sonu yasağının ilan edilişi sonrasında ortaya çıkan ve ilgili bakanın kabul edilmeyen istifası ile sonuçlanan kaos ortamı. Öbürü, bizdeki düzen politikacılarının birbirlerini aşağılamak için kullanageldikleri “iki koyun versen güdemez” sözünün, “iki maskeyi bile dağıtamaz” biçiminde güncelleşmesi.

Karşı karşıya kaldığımız somut durumların sınırları dışına çıkarak daha genel anlamda şöyle bir soruyla bitirebiliriz, sanıyorum: Aşırı merkezileşme, tanımı gereği kapsama alanının genişlemesiyle birlikte, akıl dışı bir inisiyatif ve yetki kullanma kargaşasına, dolayısıyla “dezorganize” olma sonucuna mı yol açar? Böyle oluyorsa, bunu karşıtların birliği ve çatışması yasasının işleyişine bağlamak doğru mudur? Tartışmaya değer.