3 bini aşkın entelektüelin her birinin kapitalizmi kurtarmak için kolları sıvadığını düşünmek için nedenimiz yok. Ama bu girişimin esas işlevinin düzenin devrimci yoldan, işçi sınıfı önderliğinde ve sosyalizm doğrultusunda “yıkılmasının gerekmediğini kanıtlamak” olduğu açıktır. Kendilerini nereye oturttuklarından bağımsız olarak bu işlev karşı-devrimcidir.

Reformizmin maddi zemini

Reformizm, “doğrudan sapan” birilerinin icadı değildir. Doğrudan sapanlar olur ve bunlar bir şeyler icat edebilirler. Ama söyledikleri bir maddi zeminle buluşmazsa fantezi olarak kalır, çöp olur. Tersi durumda karşımıza bir reform programı, reformist bir akım çıkıverir.

Bugün, 2008 krizini atlatamayan kapitalizm bir yenisinin kapısında dolanıp dururken korona darbesiyle daha derin bir çukura yuvarlanıyor. 2008’in öncesinde dünya yıllarca neo-liberalizmin peşinden gitti. Kriz, o yıldızı gözden düşürdü. Korona sayesinde yalnızca neo-liberalizmin ne kadar verimsiz, ne kadar aptalca olduğunu bir kez daha görmüş olmakla kalmıyoruz. Pandemi bu akımı sürdürülemez hale getirmiş bulunuyor. Bu sistem bir delilik, başka bir şey değil. Emeğe düşman, insana düşman, doğaya düşman, bilime düşman…

Ancak sınıflı toplumlar tarihinin büyük bir bölümü böyle yönetildiği için, sapkınlıklar sistemin çökmesi için yeterli değil. Hayatın nasıl süreceği sınıflar arasındaki mücadeleyle belirleniyor. Krizden sonra ne olacağı sorusunun yanıtı da bir mühendislik hesabıyla değil mücadelelerle verilebilecek. Bütün hesaplar krizin çok ağır olduğunu ve daha da ağırlaşacağını gösteriyor. Problemin çözümü ise herhangi bir yerde yazılı durmuyor. Yazılmayı bekliyor.

Günümüzün bir özelliği uluslararası işçi sınıfının kendisini bir iktidar alternatifi olarak örgütleyememiş, insanlığın önüne koyamamış olmasıdır. Umutsuz olmaya yer yok, ama daha kat edilecek yol var.

Kriz ağırdır ve bizim kat etmemiz gereken yol var. Reformizm işte bu noktada sistemin, yani kriz üreten bu delilik düzeninin değil, gerçek bir çözümün alternatifi olarak karşımıza çıkar. Bilim, akıl, tarihsel deneyim, her şey bize kapitalizmin yama tutmadığını söylüyor. Bugüne kadar emekçileri, ezilenleri ihya etmeyen yamaların şimdiki görülmemiş patlağı tamir etmesi imkânsız. Reformizm hayır diyor, mümkündür, bu düzeni tamir edebiliriz…

Bazı örneklerde reformlar kapitalizmi kurtarma güdüsüyle değil, mücadelenin bir denge noktası olarak karşımıza çıkmıştır. Örneğin İkinci Dünya Savaşından sonra sosyal devlet sistemi bir tür reformdur. Ancak otuz yıl kadar hüküm sürmesinin arkasında, hak arayan emekçilerin mücadeleleri, Sovyet sosyalizminin sömürünün son bulabileceğini tüm dünyaya göstermesi, faşizmin bertaraf edilmesinde komünistlerin öncü rol üstlenmesi gibi faktörler vardı. Şimdi böyle bir uğrakta değiliz.

Madem öyle, tekrar olacak ama tekrarlamanın sakıncası değil yararı var, bugün reformizm çürümüş düzenin değil, aydınlık geleceğimizin, sosyalizmin alternatifi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bakın, 29 ülkeden 3 bini aşkın araştırmacı akademisyen 16 mayısta bir bildiriye imza atmışlar. “Covid-19’dan alınan derslere kulak vererek, daha demokratik bir toplum ve sürdürülebilir bir ekonomi için, ekonomik sistemin kurallarını yeniden yazma çağrısı” yapıyorlarmış ve üç ilkeleri varmış: İşyerlerini (şirketleri) demokratikleştirmek, işi bir meta olmaktan çıkarmak ve çevresel sürdürülebilirliği sağlamak.

İşyerlerini demokratikleştirmek” işsizliğin çalışabilir nüfusun yarısına fırlamasının kader haline geldiği bir dünyada şaka mıdır? “İşgücünün meta olmaması” için işçilerin üretim araçlarının sahibi olmalarından başka yol var mıdır? Bu entelektüeller “çevresel sürdürülebilirlik” için kârın yönlendirici yasa olmaktan çıkartılması gerektiğini ne zaman anlayacaklar, dersiniz?

3 bini aşkın entelektüelin her birinin kapitalizmi kurtarmak için kolları sıvadığını düşünmek için nedenimiz yok. Ama bu girişimin esas işlevinin düzenin devrimci yoldan, işçi sınıfı önderliğinde ve sosyalizm doğrultusunda “yıkılmasının gerekmediğini kanıtlamak” olduğu açıktır. Kendilerini nereye oturttuklarından bağımsız olarak bu işlev karşı-devrimcidir.

Sert oldu; kabul. Ama sosyalizmin güncelliğini örtmeye kalkan, “CEO’ların atanmasında işçiler oy kullansın” diye öneren bir yaklaşım, sosyalizme karşı zaten yeterince kaba davranmış olmuyor mu?

Daha beteri var ve daha fazlasını hak ediyor. Başkanlık yarışında yaya kalan ve yükselen reformizmin en sığ örneklerinden biri olan Sanders’ın adını taşıyan Enstitü ile Yunan kapitalizmini krizin yamacından kurtaran Syriza bakanlığından emekli Varufakis bir “Enternasyonal” kurmuşlar. Sanders’in bir emperyalist, Varufakis’in de Avrupa Birliği’nin dağılmasına ağlayan bir emperyalist özlemcisi olmasına takılmayacağız. Dillerinde işçi’nin i’sinin olmadığını görmezden geleceğiz, örgütsüzlük övgüsünden şikâyet etmek aklımıza gelmeyecek… İlerici Enternasyonal denen şeyin katmerli kriz karşısında solun önünün açılmasını önlemeye programlanmış olduğunu düşünmek için çok neden var. Bu reformculuk solculuk dozajı az kaçmış diye değil, karşı-devrimci misyonu nedeniyle mahkûm edilmelidir.

Evet bugün kriz derinleşirken reformistler iyi niyetli değiller… Kapitalizmin kokuşmuşluğunda buluyorlar maddi zeminlerini…