Sezar belki de tarihin gördüğü en saf ve en iyi niyetli tirandı; Cicero dahil hepsini affetti. Aslında farkında değildi kendi katillerini affetmişti.

Portreler IV: Marcus Tullius Cicero – Oligarşinin Söylevi (Mortem)

Roma Cicero ve onun düzmece Catiline komplosundan sonra göreli bir barışa kavuşmuş gibi görünüyordu. Bu barışın altında yatan şey Roma’nın en güçlü üç adamının, Sezar’ın, Marcus Licinius Crassus’un ve Büyük Pompey’in oluşturdukları zımni ittifak idi. Bu üçlü arasındaki ittifak Sezar’ın Pompey’i yendiği iç savaşa kadar sürecek suni bir denge durumunu anlatıyordu. Bu denge aslında iç savaştan bunalan plebler ve patriciler arasındaki geçici bir barış anlaşması gibiydi. Sezar (ve sonradan plebyen partiye iltihak eden Crassus) plebleri temsil ederken, aslında son zamanlarda pleblere daha yakın durmaya çalışan Büyük Kurtarıcı Pompey ise patricilerin hüsnü kabulüne mazhar olmuştu. Bu ilk triumvirlik (üçlü yönetim) aslında Cumhuriyet’in son demlerini de haber vermekteydi. Özellikle küçük insan kalabalığı olan pleblerin Cumhuriyet’ten bir beklentisi kalmamıştı. Cumhuriyet onlar için güç ve servet sahibi senatöryel patricilerin egemenliği demekti. Bu arada Roma’nın ekonomik yapısı da dönüşmüş ve spekülasyon ve askerlik hizmeti dolayısıyla küçük üreticiler hızla topraklarını kaybeder hale gelmişlerdi. Muazzam bir sınıfsal tepki birikmeye başlamıştı. Bir de bunlara zengin equesterian sınıfın siyasal, askeri ve bürokratik temsil talepleri eklenince Romulus’un Palatine’de kurduğu küçük yerleşimden bir ur gibi büyüyen zenginlerin cumhuriyetini ayakta tutmanın bir yolu kalmamış gibi görünüyordu.

Fakat bu üçlü yönetim altta yatan geçici sınıfsal uyuşmanın istikrarsızlığından dolayı çökmeye hazırdı. Pompey senatöryel sınıfın dışından geliyordu, ancak eski bir Sullacı idi ve üçlü yönetimden önce önemli askeri zaferler kazanarak köle ve toprak açlığını bir nebze gidermişti. Dolayısıyla bu anlamda servet ve gücün sahipleri kendilerini onun kucağına atarlarken üçlü içinde baskın ismin o olacağı beklentisi içindeydiler. Diğer taraftan hırslı Sezar eğer önemsizlikten zorunluluğa bir geçiş yapmak istiyorsa askeri alanda kendisini kanıtlaması gerektiğini bilecek kadar işini bilen biriydi. M.Ö. 59’da konsül seçildiğinde (“seçildiğinde” diyoruz; aslında seçilmeyip üçlü yönetim tarafından atanıyorlardı) bir tarım reformu önerisini senatoya sundu, öneri topraksız çiftçilere toprak dağıtımını öngörüyordu. Senato içindeki tutucu optimatesler rahatsız oldular ancak ses çıkaramadılar; çünkü üçlü yönetim çok güçlüydü. Ancak onların yerine Cicero feveran etti. Bu arada iki konsülün birden onayı gerekiyordu. Diğer konsül, optimateslerin adamı Marcus Bibulus kararı reddetti. Ayrıca senato bir sonraki toplantısında kararı sumen altı etti. Ancak Sezar yılmadı, tribünler meclisinin de bir konsülün onaylamadığı kararı onaylama hakkı vardı; o da toprak dağıtma kararını tribünlere onaylattı. 

Bahsedildi, tribünlerin konsüllerin kararlarını veto etme ya da onların onaylamadıkları kararları onaylama hakları vardı. Bu durum sonsuza kadar sürdürülemez bir ikili iktidar yapısı ortaya koyuyordu. Aslında kurumların kendilerinin de sınıf savaşımlarının hem odağı hem de sonucu olduklarını gösteren tarihsel bir kanıt idi bu durum. Bu ikilik ancak imparatorluk döneminde aşılacaktı. 

Sezar kararı onaylattı ancak onaylatmaktan daha zoru uygulamaktı. Nitekim toprak dağıtım komisyonunun kurulması bilerek ve isteyerek geciktirildi. Bu arada Sezar komisyonda aydınlanmış ve tarafsız bir zihnin de bulunması gerek diye düşünerek büyük filozofumuza bu hayırlı işin ucundan tutmasını önerdi, Cicero tereddütsüz reddetti. Çünkü ona göre fukaralara toprak dağıtımı hiç hoşlanmadığı radikalizmin siyasetiydi. 

Sezar bu arada konsüllüğü biterken Galya ve İllirya valiliğine atandı. Sezar M.Ö. 58 ile M.Ö. 50 arasında Galya’da sürekli savaştı, sonunda Galya direnişini kırdı ve Galya Roma toprağı haline geldi.1 Sezar’ın askeri zaferleri ve bu zaferlerden gelen gelirin bir bölümünün pleblere akması prestijini çok yükseltti. O Roma’da değildi ancak düşmanları Roma’da idi. Optimatesler ve onların has sözcüleri Cicero ve Genç Cato’nun2 tüm beklentisi Sezar uzaktayken hem üçlü yönetimi parçalamak ve böylece Sezar’ı diğer ikisinin (Pompey ve Crassus) korumasından mahrum bırakmak, hem de bu vesileyle plebyen baskıyı hafifletmekti. Nitekim olaylar tam da onların istedikleri gibi gelişti. Önce Sezar’ın ittifakları kuvvetlensin diye yaşlı Pompey ile evlendirdiği kızı öldü (ne yazık ki Roma’da kadının hem pleb hem de patrici sınıfları için bir değeri yoktu, kadın anlaşma için kullanılacak bir kozdan başka bir şey değildi), böylece Pompey ile aralarındaki önemli bir bağ kopmuş oldu. Sonra M.Ö. 53’te şan ve şerefi bulmak için Partlara karşı lejyonlarıyla savaşa giden Spartaküs’ün katili Crassus Carrhae’de yenildi ve öldürüldü. Böylece triumvirlik bilfiil sona ermiş oldu. Pompey Roma’daki karşı-devrimci ve tutucu optimateslerin üstüne oynayacakları seçenek haline geldi. Sezar’ın askeri zaferlerinin haberleri bu cepheyi daha da korkutuyordu, çünkü politikacı Sezar ile bile zor baş edebiliyorken Fatih Sezar ile baş etmeleri iyice imkansız hale gelmişti. Bu nedenle Pompey ile Sezar arasındaki ipleri germeye başladılar. Önce Pompey’i tek başına konsül ilan ettiler (ki bu yasa dışıydı ancak egemen sınıfların kendi yasalarını yok saymalarının ne ilk ne de son örneğiydi). Sonra senatodan (Pompey’in de oluruyla) Sezar’ı Galya valiliğinden ve lejyonların komutasından alan bir karar çıkardılar. Bu dönemde Cicero kendisiyle aynı kampta bulunanlara has oportünizmin en açık örneğini vermekteydi. Aslında Pompey’den de hoşlanmıyordu ancak ehven-i şer bir seçimdi, katlanıyordu. Kişisel nedenlerle Pompey de ona biçilen görevi layıkıyla yerine getirmekteydi. En son olarak Sezar’a bir ültimatom verildi. Sezar iyi bir stratejisyendi, ondan beklenmeyecek olanı yaptı ve lejyonlarıyla Roma’ya yürüdü. Üç lejyonu Alplerin arkasında bıraktı ve bir lejyonla İtalya yarımadasına girdi. Rubcon nehrinin kıyısına geldi. İki seçeneği vardı; ya senatonun kararına ve Cumhuriyet’in geleneklerine uygun olarak tek başına Roma’ya gidecek (ve büyük bir ihtimalle optimateslere bağlı sokak çeteleri tarafından öldürülecekti), ya da askerleriyle birlikte senatonun ve Pompey’in kararını yok sayıp nehrin karşı yakasına geçecek ve tüm ipleri koparacaktı. O askerleriyle birlikte Rubicon’u geçti. Artık haindi ve iç savaş yeniden başladı.

Pompey, ekibi, ona güvenen optimatesler; hepsi Roma’dan kaçtı. Roma’da öfkeli plebler ile Sezar’ın askerleri arasında sıkışacaklardı ve onları koruyacak kimse yoktu. Hepsi Pompey ile birlikte Pompey’in asker toplayacağı Yunanistan’a kaçtı. Bizim Stoacı büyük filozofumuz da topuklayanlar arasındaydı. Ancak yalnız değildi. 5 yıl sonra Sezar’ı katledecek tüm kadro kaçanlar arasındaydı. Bu Roma’dan ikinci kaçışı idi. Bundan sonra aylar boyunca Sezar kovaladı, Pompey’in kuvvetleri kaçtı. Sonunda M.Ö. 48’de Yunanistan’da Pharsalus’da Sezar’ın ve Pompey’in lejyonları karşı karşıya geldiler. Sezar galip geldi, Pompey Mısır’a kaçtı ancak orada öldürüldü. Diğer isyancılar mı? Sezar belki de tarihin gördüğü en saf ve en iyi niyetli tirandı; Cicero dahil hepsini affetti. Aslında farkında değildi kendi katillerini affetmişti. 

Sonraki 5 yıl Sezar’ı katledecek komployu olgunlaştıran şartlar içinde geçti. Sezar tıpkı Sulla gibi senato tarafından diktatör ilan edildi. Aslında öyle bir niyeti yok gibiydi ancak Cicero da dahil tüm karşı-devrimci parti onun cumhuriyeti yıkarak tacı kafasına takmaya hazır olduğu yönünde bir propaganda başlattı. Böylece büyük suikasta giden yolu da döşemiş oldular. Sezar çok gaddar değil, tam tersine çok hoşgörülü olduğu için engelleyemedi komployu. 

Sezar’ın katli iç savaşı yeniden başlattı. Bir tarafta optimatesler ve onların büyük intikamlarını hançerleriyle alan katiller, diğer tarafta Sezarist parti (Marcus Antonius, Lepidus,Octavius). Cicero birincisine dahildi ancak ilk defa kendi partisiyle birlikte birlikte kaçmadı. İkinci triumvirlik kurulduğunda bu defa Ocatvius’u Marcus Antonius’a karşı kışkırttı (tıpkı Pompey’i Sezar’a karşı kışkırttığı gibi). Nerdeyse başarıyordu. Ancak geleceğin karanlık imparatoru Octavius henüz kendisine karşı çok güçlü bir pozisyonda olan Marcus Antonius’a açıktan meydan okuyacak halde değildi. İlkinde Sezar’a karşı Pompey’e oynayıp ve kaybetmişti. Bu defa Marcus Antonius’a karşı Ocativus’a oynadı. Aslında bu defa doğru ata oynamıştı ancak bunu göremeyecekti.

Göremeyecekti çünkü triumvirler Sezar’ın katlini bahane ederek temizliğe başladılar. Üçlü muhalif isimlerin listesini hazırladı. Her isim bir ceset demekti. Marcus Antonius onu koruyup kollayan üvey babasını komployla katlettiren Cicero’yu unutmadı. Listeye onu eklerken Ocativus itiraz edemedi (sonraki tarih gösterecekti; korkaktı ve korkakların tiranlığı çok daha kanlı oluyordu). Antonius’un iki katili yola çıktılar. Bizim “erdemli” iş bitirici filozofumuzu Roma yakınlarındaki sayfiye evinde buldular. Patrici sınıftan gelen ve onun ölümüne çok üzülen Cassius Dio ölüm sahnesini Cicero’nun şanına yakışır bir şekilde ölümsüzleştirmişti. Onun anlatısına göre Cicero “Beni öldürmeniz doğru değil, ama bari öldürme işini doğru bir şekilde yapın” diyerek kafasını katillerine doğru eğdi. Ancak katilleri başını kesmek yerine önce kılıçlarla vücudunu deştiler, sonra başını kestiler. Ve böylece susuverdi oligarşinin söylevi.

  • 1. Kim sevmez ki Asteriks ile Hopdediks’i,? İlham kaynağı Sezar’ın Galya savaşlarıdır.
  • 2. Genç Cato (bunun büyükbabası da Yaşlı Cato (“Cato the Elder) olarak adlandırılırdı) optimateslerin en ateşlisi ve en büyük anti-Sezarist idi. Tutucu ve haris idi. Sezar’ın katlinde vardı, Brutus ve Cassius’un ordularının Yunanistan’da yenildiği haberi gelince Kuzey Afrika’da intihar etti. Bugün ABD’nde Cato Enstitüsü diye aşırı sağcı, aşırı piyasacı bir düşünce kuruluşu var; ilhamını Sezar’ın bu azılı düşmanından almaktadır.