Teddy sayesinde küresel bir emperyalistin sahip olması gereken yetileri deneyerek ve yanılarak öğrenen Amerikan emperyalizmi onun sayesinde yeni bir yeteneğe de kavuştu; olası rakiplerden birinin çok güçlenmesini engelleyecek denge politikasını ve buna aracılık edecek arabuluculuk rolünü maharetle uygulamak.

Portreler III: Theodore 'Teddy' Roosevelt: Ayı Teddy’nin isim babası, Amerikan emperyalizminin büyük sopası (II)

McKinley direnemedi ve İspanya’ya savaş ilan etti. Teddy yıllardır aradığı fırsata kavuştu, bakan yardımcılığından hemen istifa etti. Binbaşı ilan edildi ve kendi gönüllü birliğini kurmaya başladı. Atlı birliğine Rough Riders (Sert Süvariler diye de çevrilebilir, Kovboylar diye de) adını verdi, seçmeleri 1000 kişi geçti. Birliğin teçhizatı bağışlarla karşılandı, bağış yapanlar arasında Amerika’nın tekelci kapitalistleri, yani o zamanki adlarıyla Hırsız Baronlar da (örneğin J.P. Morgan) vardı. Süvariler, Teddy ve tekelci kapitalistler, sanki hep birlikte Lenin’i teyit eder bir halleri vardı. Ancak süvarilerin hepsi Küba’ya sevk edilemedi, bir bölümü gitti. Adları süvariydi ancak atları da gemilere alınamadı, çünkü yer yoktu. Sadece Teddy atıyla gitti. Böylece süvariler zorunlu olarak bitli piyadeye dönüştüler.  Küba’da yardımcı kuvvet pozisyonundaydılar. Aslına bakarsanız İspanyol emperyalizminin ahı gitmiş vahı kalmıştı. Kettie ve San Juan tepeleri alınırken Süvariler çok iyi savaştılar piyade olarak, bir tek Teddy atlıydı. Adamlarını çok iyi idare etti. Sonunda Santiago düştü. İspanyollar hemen teslim oldular. Ancak teslim olmadan önce Santiago açıklarındaki Amerikan Donanmasından özel bir istekte bulundular. Amerikan donaması en azından kıran kırana bir savaş görüntüsü vermek için Santigao açıklarına birkaç top atışı yaptı. İspanyollar böylece çarpışarak yenilmiş gibi göründüler. Bu arada Pasifik donanması da Filipinli direnişçilerin desteğiyle Filipinler’i kolayca ele geçirdi. Bakanlardan biri bu kısa ve çok kârlı savaşı “muhteşem küçük savaş” diye adlandıracaktı. Muhteşem küçük savaşta ABD cephede sadece 1600 kayıp verdi (bunun birkaç mislini ise malarya, sarı humma ve ishal alıp götürdü, emperyalizm herkes için ölüm demektir). ABD barış görüşmelerinin sonucunda Küba’yı koruması altında bir bağımsız ülke yaptı (gerçi Küba’da zaten uzunca bir süredir savaşan isyancılar barış görüşmelerine bile davet edilmediklerinden şikayet ettiler ama olsun. Emperyalizmi zamanla tanıyacaklardı). Diğer yandan direnişçilerin uğruna onca kan döktükleri bağımsızlığı Filipinler’e yar etmedi, onu resmen ilhak etti. İspanyollarla uzunca süredir savaşan devrimciler, bu defa Amerikan emperyalizmiyle savaşmaya başladılar. Önce McKinley sonrasında ise Teddy Filipinler’in bağımsızlık isteğine karşı şu sıradan emperyalist tezi terennüm etmekten bıkmadılar: “Henüz kendi kendilerini yönetmeye hazır değiller”. 

Savaş bittiğinde Teddy ülkede en çok tanınan ve en çok sevilen politikacıydı, atının üstünde süvari üniformasıyla çekilmiş fotoğrafları ülkenin her yanında elden ele dolaşıyordu. Teddy artık Amerikan iç politikası için bir zorunluluktu, bu nedenle özgürdü.  Nitekim ondan, söylemlerinden ve tavırlarından hoşlanmayan Cumhuriyetçi Parti’nin patronları onu çaresizce eyalet seçimlerinde New York eyaleti için aday yaptılar. Seçimleri açık ara kazandı. Eyalet valisi Teddy kolları sıvadı ve partiye danışmadan kendi programını uygulamaya başladı. Önce büyük şirketlerin, tekellerin yolsuzluklarını eyalet çapında engelleyecek yasal ve idari bir çerçeve oluşturmaya çalıştı. Bu Cumhuriyetçilerin politikasına aykırıydı, çünkü parti tarihsel olarak Kuzey Doğulu büyük kapitalistlerin partisi olagelmişti. Teddy duracağa benzemiyordu. Çalışanların örgütlenme haklarını ve sosyal şartlarını iyileştirecek adımlar attı, yoksullar için programlar başlattı. Bu da büyük kapitalistler için, Cumhuriyetçiler ve hatta demokratlar için bile tehlikeliydi. Dönem bu adımların daha da tehlikeli etkilere sahip olmasına yol açacak bir dönemdi. 

Kısa bir ara evrelim. ABD iç politikasında sosyalizmin tarihsel zayıflığından dem vurulur her zaman, ancak bu tezi ileri sürenler 19. Yüzyıl’ın son çeyreği ile 20. Yüzyıl’ın ilk çeyreği arasında ABD’de yaşanan şiddetli emek-sermaye çatışmasından bihaberdirler. Bu çatışma yer yer iç savaş formuna büründü ve geride pek çok iz bıraktı (örneğin 1 Mayıs’ı miras olarak bıraktı). Bu dönemde hem anarşizmle harmanlanmış sendikalizm hem de sosyalizm hızlı bir gelişim gösterdi. Bu azap ve ıstırap dolu mücadele dünyanın her coğrafyasından liboşun takdirini kazan Amerikan demokrasisini yarattı, ya da başka bir ifadeyle güdük Amerikan demokrasisini Amerikan işçi sınıfının mücadelesi yarattı.  

Teddy iki güç odağından hep nefret etti, biri Hırsız Baronlar, yani büyük tekelci kapitalistler, diğeri ise anarşizme ve sosyalizme teslim olmuş ve yoldan çıkmış işçi sınıfı. Çalışanlara yönelik reformlarının bu ikincisinin toplumsal tabanını yok edeceğini umdu hep. Bu reformlar ve tröst ve kartel karşıtlığı halk sınıfları nazarında Teddy’yi ilahlaştırdı. Yüzyılın dönüm noktasındaki Başkanlık seçimleri Cumhuriyetçi partinin patronlarına ondan kurtulmak için bir fırsat verdi. Onu görünüşte onurlandıracak ancak etki alanını iyice sınırlandıracak sinsi bir plana imza attılar. Yeniden başkanlığa aday olan McKinley’in yanına onu başkan yardımcısı olarak eklediler. ABD’nin idare ve yürütme yapısı içinde başkan yardımcılığı prestijine rağmen pek etkisiz bir pozisyondu. Aslında başkan yardımcısı yedek oyuncu gibiydi, başkanın başına bir şey geldiğinde anayasal olarak başkan olurdu. Böylece Teddy etkisiz olacaktı ama gözde ve göz önünde olmaya devam edecekti. Ancak bununla ilgili tartışmalar sürerken parti yöneticilerinden biri atıldı:” Farkında mısınız, bir deliyle Beyaz Saray arasında sadece bir hayat var” dedi.  Çok düşük de olsa böyle bir şey olasılık dahilindeydi tabii. Ancak tarih sanki o şom ağızlı parti yöneticisini haklı çıkaracak şekilde aktı; Başkan William McKinley bir fuara katılmak için gittiği Buffalo’da 14 Eylül 1901’de anarşist bir eylemcinin suikastına kurban gitti, ABD tarihinde katledilen üçüncü başkan oldu.  Teddy yemin ederek görevi devraldı. 

ABD tarihinin en genç başkanı olmuştu, başkan olduğunda 42 yaşındaydı. Olmayacak olan olmuştu. Parti yönteminin, muhalefetteki Demokratların, Hırsız Baronların ve hatta sosyalistlerin nefret ettikleri adam artık başkandı. Teddy Amerikan emperyalizminin küresel hurucunu başlatabilirdi artık. 

Başkanlığının ilk dönemlerinde Filipinler’de sürmekte olan isyan ciddi bir baş ağrısı yarattı. İspanyollar gitmişti, ancak Filipinli direnişçiler bu defa da ABD’ye karşı gerilla savaşı veriyorlardı. ABD kirli savaş ile ilgili stajını Filipinler’de yapmaktaydı (ileride burada öğrendiklerini başka yakın bir coğrafyada, Vietnam’da test etme imkanı bulacaktı). İsyan sonunda bastırıldığında binlerce Filipinli ölmüştü. Basının liberal ve sosyalist kanatları sürekli Amerikan askerlerinin yaptığı işkencelerden dem vurmaktaydı, kamuoyunda ciddi bir rahatsızlık vardı. Örneğin Amerikan askerlerinin uyguladığı standartlaşmış bir işkence yöntemi yazılı basında sürekli teşhir edilmekteydi. Yakalanan direnişçi veya direnişle iltisaklı olduğu düşünülen kimseye galonlarca su içirilirdi, sonra karnı iyice şişen mahkum karın tarafından hunharca dövülürdü, taa ki çözülünceye ya da karnı patlayıncaya kadar. Teddy sonunda baskılara direnemedi ve buna müsaade etmeyeceğini belirterek Filipinler’e müfettiş gönderdi. Uzunca bir süre süren soruşturmanın ardından bir çavuş, iki de er mahkemeye çıkarıldı. Tüm o vahşet ve hunharlık alt kademeden üç askere ihale edilmiş ve Amerikan vicdanı rahatlamıştı. 

Tekrar edelim, çelişkiliydi, komikti ve trajikti. Örneğin bir yandan onu Amerikan emperyalizminin büyük sopası haline getirecek bir donanmayı tavizsiz bir şekilde oluşturmaya başladı diğer yandan içeride ciddi bir anti-tröstcü ve anti-tekelci mücadele verdi. Önce demiryolları tröstünü sonra da Rockefeller’ın petrol tekeli Standart Oil’i dize getirdi uzun bir mücadelenin ardından. Çalışanların ve yoksulların durumlarını iyileştirecek pek çok adım attı. Ancak grevlerde sosyalist ve anarşistlere karşı oldukça acımasızdı. Amerikan tarihinin gördüğü en doğa dostu yasaları çıkardı (çevrecilik sıfatını Al Gore’dan daha çok hak ettiği açıktı). Ancak orman alanlarını tarıma açtı. Amerikan topraklarındaki en el değmemiş yerler olan ulusal parkların çoğunu o kurdu. Kadın hakları konusunda oldukça aktifti (garip ama toplumsal cinsiyet eşitliğine yürekten inanıyordu). Ancak grevdeki kadın işçilere bozguncu gözüyle baktı. Çelişkiliydi. 

Sonunda donanma belirli bir büyüklüğe ulaşınca büyük sopa politikası başladı. 1823’de ilan edilen ancak ABD’nin gücü tam yetmediği için o vakte kadar hayata tam olarak geçirilemeyen Monroe Doktrini onunla ve büyük sopasıyla hayat buldu; Amerikan emperyalizmi tüm Amerika kıtasını Avrupalı emperyalistlere kapattı. Bu arada tüm dikkatini ABD’nin emperyalist başkanlarının sürekli hayalini kurdukları ve Atlantik ile Pasifiği birbirine bağlayacak kanal projesine yoğunlaştırdı. Bu kanal Amerikan emperyalizminin küresel müdahaleleri ve ekonomik çıkarları için elzemdi. Çünkü Pasifik ile Atlantik arasında yapılacak bir deniz yolculuğunu yaklaşık 13 bin kilometre kısaltacaktı (kanal yok iken gemiler Güney Amerika’nın en güney ucuna, Horn Burnu’na kadar gitmek zorundaydı diğer okyanusa geçebilmek için). Kanal için önce Fransızlar uğraştı ama beceremediler. Teddy işi sıkı tutmaya kararlıydı. Önce kanalın Nikaragua’da açılabileceği düşünüldü (Nikaragua çoktan yol getirilmiş bir muz cumhuriyetiydi çünkü), ancak uzmanlar volkanik aktivitelerin kanalın güvenliği için büyük bir tehlike oluşturacağını bildirince bu plandan vazgeçildi. Geriye bir tek olasılık kaldı; Panama. Ancak küçük bir sorun vardı; Panama Kolombiya toprağıydı. Kolombiya ise diğer Latin Amerikalı kardeşleri gibi istikrarsız ve güvensizdi. Bağımsızlık sonrası başını iç savaşlardan ve darbelerden bir türlü kaldıramamıştı. Dolayısıyla insanlığın en büyük projelerinden birini Kolombiya’ya emanet etmek intihar gibi görünüyordu. Yani en azından resmi ağızlar bunu söylüyordu, ancak aynı resmi ağızlar aslında çok büyük kâr getirecek kanalın fukara bir ulusa mal edilemeyecek kadar değerli olduğunu söylemeyi unutuyorlardı. Yapılacak şey basit idi; Panama Kolombiya’dan koparılacaktı. Ama nasıl? Amerikan emperyalizmi deneme yanılma metoduyla öğreniyordu.

Teddy otobiyografisinde kumpastan habersiz olduğunu iddia etse ve bundan sorumlu olanlara nefret kussa da onun yönetimi altında hazırlandı kumpas. Bir grup pervasız Amerikalı işadamı para ile Panama’ya gittiler ve orada kimi buldular bilinmez, ayrılıkçı bir isyan çıktı hemen sonrasında.  Kolombiya müdahaleye yeltenince ayrılıkçıların hamisi olduğunu çabucak ilan eden Amerikan emperyalizmi daha sonra defalarca yapacağı gibi deniz piyadelerini gönderdi, çaresiz ve yoksul Kolombiya bu oldubittiye razı oldu hemen. Kanal inşaatına başlandı, bittiğinde Teddy başkan değildi. 

Teddy sayesinde küresel bir emperyalistin sahip olması gereken yetileri deneyerek ve yanılarak öğrenen Amerikan emperyalizmi onun sayesinde yeni bir yeteneğe de kavuştu; olası rakiplerden birinin çok güçlenmesini engelleyecek denge politikasını ve buna aracılık edecek arabuluculuk rolünü maharetle uygulamak. 1905 Rus-Japon Savaşı bu yetinin test edilmesi için ilk fırsatı sundu. Savaşı kazanan Japonlar savaşın bir an önce bitmesini istiyorlardı, ancak arabuluculuk için alengirli işlerde uzmanlaşmış ve kaşarlanmış Avrupalı emperyalistlere güvenmediler, Teddy’e başvurdular. O da seve seve kabul etti. Teddy iki tarafı masaya oturttu ve usta işi bir arabuluculuk yaptı. Anlaşama Japonların fazla semirmesine, Rusların da fazlaca ezilmesine izin vermeyen bir anlaşmaydı. Böylece denge tesis edilmişti. Aynı türden bir fırsat bu defa 1907’de, Almanya ile Fransa’yı kafa kafaya getiren Fas krizi sırasında ortaya çıktı, ve devreye yine Teddy girdi; Amerikan emperyalizmi ustalık aşamasına geçmeye hazırlanıyordu. 1906’da Nobel Barış Ödülü’nü aldı (bu ödülü ilk alan ABD başkanıydı, ikincisi ise Carter olacaktı, 2002 yılında aldı).  

Savaşı her zaman pek sevdi Teddy. Emperyalistler arasındaki mücadele I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına yol açtı. Ancak komedi bitmişti, trajedi başlıyordu. Dört oğlu da savaşa gittiler (demek ki o zamanlar başkan çocukları da gidermiş savaşa). Oğullarından Quentin savaş pilotuydu, uçağı 1917’de Fransa semalarında vuruldu ve düştü. Oğlunun ölümü onu mahvetti, bir türlü kendine gelemedi. Onu çok sevdiği savaş ve doğumunda çok emek harcadığı canavar, emperyalizm öldürmüştü, trajediydi. Çok üzgün ve mutsuz bir adamdı artık. Sagamore Hill’deki evinde 5 Ocak 1919’da uykusunda öldü. 61 yaşındaydı. Oğlu Archie diğer kardeşlerine telgraf çekti ve şöyle dedi: “Yaşlı Aslan öldü”.