İlk defa 1982 yılında göreve başladığı Boğaziçi Üniversitesi'nde uzun yıllar görev yapmış olan eğitim bilimci Profesör Rıfat Okçabol, Boğaziçi'de olanları yazdı.

Pes doğrusu!

Yavuz hırsızın ev sahibini bastırdığı görülüyor.

YÖK, Cumhurbaşkanı’na, başka akademisyen yokmuş gibi, AKP’li ya da yandaş akademisyenleri rektör adayı olarak sunuyor. Yalnız AKP’liler mi rektör adayı oluyor, yoksa YÖK’e “Şunları aday göster” diye bir yerlerden mesaj mı geliyor? Bilinmiyor. Ancak YÖK’ün, gösterdiği adayın intihal yapıp yapmadığına ve akademik açıdan yeterli olup olmadığına bakmadığı gibi, üniversitenin atanacak kişiyi benimseyip benimsemeyeceğine de aldırmadığı biliniyor. YÖK’ün bu tutumu, yasalarda yer alan ‘özerk üniversite’ anlayışıyla uyuşmadığı gibi, akademik etik anlayışıyla da bağdaşmıyor.

Bu arada, intihal yapmış olmakla suçlanmış, bir partide hele iktidar partisinde fiilen siyaset yapmış, akademik çalışmalarında ortalamayı tutturmamış ya da çalışmadığı bir üniversiteye talip olmuş rektör adaylarının tutumu da akademik etik anlayışıyla bağdaşmıyor. Hatta şu anda geçerli olan rektör atama yöntemi açısından bir ‘akademisyenin’ mensubu olduğu üniversitenin rektörlüğüne talip olması bile, o kişinin rektörlüğü meslektaşlarının değil de bir tek kişinin iradesiyle gerçekleşeceğinden akademik etiklikle bağdaşmıyor. Çünkü akademisyenliğin olmazsa olmaz niteliklerinin başında, bilimsellik, gerçeğin peşinde koşmak, laiklik, özgürlük ve üniversite özerkliği gibi özellikler geliyor.

Bir akademisyenin kayyım rektörlüğü benimsemesi de, atandığı üniversitenin bileşenleri olan başta öğrenciler ve akademisyenler tarafından istenmediği halde bile görevden ayrılmaması da, o kişinin akademik etiğe aldırmadığını gösteriyor.

Hele hele kayyım rektör,

  • Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) örneğinde görülen olaylara neden oluyorsa;
  • Bu atamayı benimsemeyen öğrenciler tartaklanıp coplanıp gece yarıları birer teröristlermişçesine apar-topar tutuklanıyorsa;
  • Öğrencilerin her demokratik tepkisi üzerine benzer olaylar yaşanıyorsa ve tutuklananların sayısı artıyorsa; İstanbul içinde ve dışında BÜ’ye destek verenlerin başına da aynı şeyler geliyorsa;
  • ODTÜ’nün yaptığı gibi bazı destekçiler meslekten çıkarılıyorsa;
  • Hatta ekonomi, korana virüs ve hukukun üstünlüğü gibi konularda köşeye sıkışmış iktidar, öğrencilerin masumane bir etkinliği üzerinden pireyi deve yaparak öğrencileri ve üniversiteyi ötekileştirmeye ve de linç etmeye kalkışıyorsa,
  • Ve de kayyım rektör hâlâ istifa etmemişse,

durum akademik etik sorunun da ötesine geçiyor; vicdan ve insanlık sorununa dönüşüyor.

Bütün bunların üstüne kayyım rektör, kendisiyle işbirliği yapmaları için birkaç akademisyeni kandırıp onların kendi kişiliklerine, akademisyenliklerine ve de BÜ’nün öğrenci ve akademisyenlerine yabancılaşmalarına yol açıyorsa, hem akademisyenler arasındaki dayanışmayı yok etmeye hem de orada kalıcı olmaya kalkışıyorsa, insan ne diyeceğini bilemeyip “Pes doğrusu!” diyor. Tabii ki kayyım rektörle işbirliğine kalkışanlara da.

Ülkenin en başarılı öğrencileri coplanıyor, aşağılanıyor ve haksız yere tutuklanıyor. Bu öğrencileri okutan, yıllardır omuz omuza çalıştığı meslektaşları akademik onurlarını ve demokratik haklarını korumak için çabalarken kayyım rektörle işbirliğine kalkışan akademisyenlerin çıkması, akademik etik sorununun pandemik bir hale geldiğine işaret ediyor.

Tokat'ın bir ilçesinde Kuran şeklinde ve Tekirdağ’da da Kâbe şeklinde yapılmış pastaları hem de şov yaparak kesip şapur şupur yiyenlerle onlara tek bir laf etmeyenler, bir etkinlikte sanatsal ve masumane niyetle kullanılan ve içerik olarak dini değerlere saldırı niteliğinde olmayan şahmeran resmini Kâbe’ye benzetip etkinlikte bu resmi kullananları ve BÜ’yü linç etmeye kalkışıyorlar! “Her an aptesliyiz, şehadete hazırız” diyerek açıkça tehdit ediyorlar. Pes doğrusu.

Anayasa’nın 26. maddesi “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” demektedir. Ancak Anayasa’ya aldırmayanlar, barışçıl bir etkinliklerinde resim kullananlar anında derdest edilip önce TCK’nın 216.c “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" maddesine göre, tutuklanıyorlar. Sonradan bu madde nedeniyle öğrencileri tutuklayamayacaklarını fark edince, suçlamayı son yılların modası olan ‘teröre destek’e dönüştürüyorlar! Pes doğrusu.

Bir zamanlar, “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” diyenler, bugün ülkenin en başarılı ve gelecek vadeden öğrencilerin bir bölümüne “LGBT ve ya da terörist” diye saldırıyor. Pes doğrusu!

Demokratik bir ülke olsak Kâbe’ye benzetilen bir resmi kullananların değil, “4 LGBT sapkını; Boğaziçi Üniversitesinde bazı meczuplar; terörist” diyenlerin-toplumun bir kesimini dışlayanların- 216.c’den tutuklanması gerekiyor. Pek çok ülkede, eşcinseller evlenebilirken, bakan, başbakan, … olabilirken, “Eşcinsellik insan hakkı değil” diyenleri de en azından kınamak gerekiyor.

BÜ öğrencileri tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılması için basın açıklaması yapmaya kalkınca, tartaklamalar da coplamalar da tutuklamalar da artıyor. BÜ öğrencilerine bunları reva görenler, Osmanlı giysileriyle gerici pankart ve sloganlarla Beyazıt’ta gösteri yapanları huşu içinde izliyor. Vicdanı olan “Pes doğrusu” diyor.

Bu arada, resim olayı üzerinden anında açıklama yapan YÖK’ün, Beyazıt’taki gösteri karşısında sessiz kalması, çok şey ifade ediyor ve insana, “Pes doğrusu” dedirtiyor.

İktidar yıllardır, “Bu öğrenciler gözbebeğimiz, geleceğimiz, bunları korumalıyız, bir yanlış yaptıklarında onlara anlayış göstermeliyiz, onları dışlamaya-harcamaya değil kazanmaya çalışmalıyız” demiyor. Öğrenci kimliğine sahip çıkanlara düşmanca davranıyor. Öğrenciler demokratik isteklerinde ısrarcı oldukça, iktidarın tepkisi de sertleşiyor: Darbeler şiddetleniyor, devreye gaz ve plastik mermi giriyor. İnsan arkasından ne geleceğini düşünmek bile istemiyor.

Peki! Bütün bu olaylara neden olan kayyım rektör ne yapıyor? Bu olaylardaki kendi rolünün ayrımında değil mi? Kendisini BÜ’yü işgal etmiş bir komutan olarak mı görüyor? Nasıl bir oyunun piyonu olduğunu göremiyor mu? Öğrenciler için var olması gereken kişi, öğrencilerinin yerlerde sürünmesini, coplanmasını, gazlanmasını, plastik mermiyle vurulmasını ve tutuklanmasını nasıl içine sindirebiliyor, nasıl aynaya bakabiliyor? Bilinmiyor.

Bugüne değin pek çok kişinin dile getirdiği bilinen bir şeyi, 38 yıl BÜ’de akademisyenlik yapmış biri olarak bir de ben söyleyeyim: Kayyım rektörün, vakit geçirmeden istifa etmesi gerekiyor. Öğrenci kıyımının ve akademisyenler arasındaki olası ayrışmanın önüne geçmek için. Diplomasına sahip olduğu üniversitenin onurunu korumak için. Diğer kayyımlara örnek olup yeniden üniversite iradesine değer verilmesinin önünü açmak için. İnsan olarak huzur içinde uyuyabilmek ve arkadaşlarının yüzüne bakabilmek için. Hem de çok geç olmadan.

[email protected]