'Pandeminin altında kalan, sağlığa ayıracak paranın sınırlı olduğundan söz eden AKP iktidarı, elinde şükretme kozu da varken bir de aşıyı mı üstlenecek?'

Pandemi hallerinde aşı: Umut mu, meta mı?

Kapitalizmin felaketi olduğu tartışmasız olan koronavirüs aşı tartışmalarında da felaketin içinde. Bilim-üretim-aşı-dağıtım-para-pazar-insanla buluşma yolculuğunu bütün yolları tutarak kâra ve fırsatçılığa çeviren bir canavar var: Sermaye… 

İlaç tekelleri ipin ucunu ellerinde tutuyor, devletleri de pazarın girişine oturtuyor. Aşılamada devletlerin devrede olacağı gibi bir güvence yok açıkçası. Bu ikilinin yanına bir de dinselin zirvede olduğu gericilik cephesi ekleniyor. Bu güvencesiz sacayağı aşı pazarını, karşıtlığını ve kararsızlığını birlikte körüklüyor.  

Okurlarımızdan anımsayanlar olacaktır, Anayasa Mahkemesi (AYM) bireysel başvurularda ilginç hak ihlali kararlarına imza attı. Aşı zorunluluğunun kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaması hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Bu konuda yasal düzenleme olmadığını, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Çocukları Koruma Kanunundaki genel düzenlemelerin belirsiz ve öngörülemez olduğunu söyleyerek zorunlu aşı uygulamasını bireysel hak ihlali olarak gördü. 

AYM bireysel sağlık ile toplumsal sağlık, bireyin maddi ve manevi varlığıyla toplumun maddi ve manevi varlığı arasındaki bağlantıyı görmedi/görmek istemedi ve koparılmasına da destek verdi. Aşıyla bilim bağlantısını da es geçti. Yaşam hakkı olmadan bireyin vücut bütünlüğü nasıl korunacak?  

Peki, şimdi salgın batağında ne olacak? Kovid-19’un ölümcül vahşiliği karşısında zorunlu aşıya bakış aynı tutuculukta ve piyasada mı kalacak?  

Dr. Ebru Basa “Kovid-19 pandemisi, aşısı henüz geliştirilmemiş olsa da, aşılamayla önlenebilen bulaşıcı ve salgın hastalıkların ölümle sonuçlanabileceğini ve bu nedenle yaşamın bir parçası olarak görülmemesi gerektiğini” ve bağışıklamaya yaklaşımın elbette etkileneceğini anımsatıp, “Bu yaklaşım keşke baskın ölüm korkusundan değil de bilimsel yöntem kullanımının yaygınlaşmasından etkilenerek değişebilseydi” diyerek sorunu açık ve net vurguladı.

Görüldüğü gibi her hak ihlali kararı hakkın gereğini yerine getirmiyor. Bir başvurudaki hak ihlali kararıyla birçok kişinin hak ihlaline neden olunabiliyor. Laikliğin dinsel özgürlüğe ve tarikatlara, emeğin sermayeye feda edildiği yerde zorunlu aşının böyle okunmasında ve hukukun satırları arasına sıkıştırılmasında şaşılacak bir yön yok.

Zaten bir avuç zenginin de aşı konusunda derdi yok. Piyasadaki aşı alıcısını bulur. Devlet zorunlu aşıdan kaçtıkça (tıpkı karantina gibi) kazanan piyasa, zarar gören ve yaşamı sona eren de emekçi halk.

Muhalefetin sığındığı “herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olması” ve devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini” sağlaması görevi Anayasada yazıyor ama kapitalist devleti de unutmamak gerekiyor. Boşa kürek sallandığı salgınla birlikte “hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, sosyal devlete dönüleceği” öngörülerinin tutmadığından belli.

AYM, zorunlu aşı konusunda (çiçek aşısı dışında) açık kanun hükümleri olmadığını, hak sınırlamasında kanunilik şartına uyulmadığını, Sağlık Bakanlığına verilen görevlerin de belirsizlik içerdiğini söylüyor; bunda ısrarlı. Bireyin vücut bütünlüğünün korunması karşısında toplum sağlığının korunmasına üstünlük tanınması gibi bir yorumda dahi Anayasanın hak sınırlaması maddesindeki kanuniliği esas alıyor. 

AYM kararlarından hareket edersek çözüm zor değil, zorunlu aşı için yasal düzenleme yok diyerek bir kapıyı açık tutuyor: O zaman “haydi eve” der gibi “haydi kanuna”… Ama pandemide zorunlu aşıdan kaçınma lüksü olmayan siyasi iktidar buna yanaşmıyor. Emekçilerin haklarını gasp eden kanunları hızla geçirirken iş birey ve toplum sağlığına gelince sessiz kalıyor. 

Onlara göre aşı meta, sağlık da meta… Aşı sermayenin, fırsat da onun devletinin elindeyken “kanunilik” kimin elinde? Kapitalist devletin bu yükümlülüğün altına girmeyeceği, sermayenin sağlık üzerinden kazanacağı paraya bakacağı açık. 

Pandeminin altında kalan, sağlığa ayıracak paranın sınırlı olduğundan söz eden AKP iktidarı, elinde şükretme kozu da varken bir de aşıyı mı üstlenecek? 

Aşı karşıtlığı ve kararsızlığıyla ilaç tekelleri ve piyasası karşı karşıya kalırsa kazananın sermaye olacağı kesin ki onların elinde öldürmede sınır tanımayan salgın kozu var. Kanun gelecekse onların piyasa ihtiyacı için gelir.

Asıl soru şu: Aşı hemen kazanmak için hızla ruhsat başvurusunu yapan Pfizer’in ya da sıradaki diğer ilaç tekellerinin ürünü mü? Geçiniz… İnsanlığın, bilimin ve sağlık emekçilerinin, ortak emeğin ürünü… Emek çekilsin Pfizer dahil bütün ilaç tekelleri çöker. Emekçiler çekilsin kapitalizm çöker.   

Aşı karşıtlığını bilimin değil sermayenin karşıtlığına, dünyayı saran fırsatçılığı da toplumcu sağlığa çevirecek olan örgütlü mücadelesiyle emekçi halk. 

TKP’nin “başta özel hastaneler olmak üzere sağlığın koruyucu, tedavi edici ve destek hizmetlerini de içeren tüm basamakları; sağlık eğitimi; ilaç, teknoloji ve bilgi üretimi tamamen devletleştirilmeli ve ücretsiz hale getirilmelidir” açıklamasıyla, Toplumcu Anayasa Taslağında yer alan “sağlıklı olmak temel bir insan hakkıdır ve sağlık hizmetinin bütün insanlara eşit ve parasız olarak sunulması” esastır ilkesi çözümü ve adresi veriyor.  

Kimileri “bu ‘parti-devlet’le mi” devletleştirme diye soruyor. Siyasal iktidarın iç kavgalarıyla ve reform kandırmacalarıyla (haklarını arayan metal işçilerine saldırıyı gördük) ne sağlık parasız hale gelir ne de devletin tıbbi önleyici hizmetleri gerçekleştirmesi sağlanır. Bilim ve aydınlanmanın açtığı ilerleme yolunda emekçi halkın örgütlü çabasıyla sağlığın devletleştirildiği bir düzende ve siyasal koşullarda piyasacı ve gerici devlet zaten kalmaz.