Din toplumunu isteyenlerin özgür yurttaş, halk egemenliği, bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı gibi kavramlardan da hoşlanmadıkları görülüyor.

Özgürlük korkusu!

Cumhuriyetin aydınlanmacı değerleriyle arası iyi olmayanlarla din toplumunu özleyenlerin en büyük korkularının kişinin özgürleşmesi olduğu her gün daha da belirginleşiyor. 

Kişinin özgürlüğüyle ilgili en veciz sözü Tevfik Fikret şu şiirinde dile getiriyor: 

“Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr-ü-bâl (kimseden bir fayda ummam ben, dilenmem kol kanat).

Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim ( kendi boşluk, kendi gökkubbemde kendim gezginim),

İnhinâ tavk-ı esâretten girandır boynuma ( bir eğik baş bir boyunduruktan ağırdır boynuma);

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.”

Sonra da Mustafa Kemal Öğretmenler Kongresi’nde, “Öğretmenler! Yeni nesli, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitmenleri, sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. … Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu kalite ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir. ... Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, ‘Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister’” diyor (Hâkimiyet-i Milliye, 26 Ağustos 1924). 

Bu ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ söylemi hem 3 Mart 1924 yılında kabul edilen Öğretim Birliği Yasası’nın özünü hem de Cumhuriyetin (özgür yurttaşlarla mümkün olan) halk egemenliğine dayalı, bağımsızlık yanlısı ve de emperyalizm karşıtı niteliğinin veciz bir ifadesi oluyor. 

Din toplumunu isteyenlerin özgür yurttaş, halk egemenliği, bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı gibi kavramlardan da hoşlanmadıkları görülüyor. Daha AKP diye bir parti ortada yokken, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV), 1996 yılında toplanan 15. Milli Eğitim Şurası üyelerine, ‘Türk eğitim sistemi: Alternatif perspektif’ adlı bir kitap dağıtmıştır. İkisi profesör, ikisi doçent, biri yardımcı doçent, biri DPT uzmanı ve biri de araştırmacı-yazar olan bu kitabın yazarlarından biri, AKP iktidarında bakanlıkta önemli bir göreve getirilmiştir. Bu kitap, TDV’ye göre “bir bütün olarak Eğitim Fakültelerinde ders kitabı olacak evsaftadır” (TDV, 1996, s. XII). Kuran kurslarına ortaokul denkliği verilmesi istenen bu kitaptaki yazıların bir bölümü de şöyledir: 

Durum gerçekten vahim. Çökmüş, iflas etmiş asgari fonksiyonlarını yerine getiremeyen bir eğitim sistemi altında sadece öğrenciler değil, bütün toplum eziliyor. Toplum aynı zamanda geçmişini, yani hafızasını ve geleceğini kaybediyor (s. 3).

Bilhassa Cumhuriyetin ilk döneminde eğitim kurumlarına hakim kılınan bu tarih anlayışı, milli şahsiyet ve kimliğin gelişmesinde göz ardı edilemeyecek zihni travmalara sebep olmuş bulunuyor (s. 40). 

Netice itibariyle “resmi tarih” olarak kavramlandırılan olgu, bu gün sadece resmi eğitim veren okul müfredatlarında yaşamasına rağmen, sık aralıklarla gündeme getirilen “laikçi-dinci” çatışmalarının hararetini artırıcı bir rol oynamaktadır (s. 53).

Esasen bu üç kanunun (3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Şeriye ve Efkaf Vekaleti’nin kaldırılması, Öğretim Birliği ve hilafetin kaldırılması yasaları kastedilmektedir) kabulüyle seçilen yeni eğitim felsefesinde “dini terbiye ve dini ahlakın terkiyle milli terbiye ve milli ahlakın kabulü“ gibi son derece önemli bir prensip itibar bulmuştu. Tedrisatın tevhid edilmesi ise eğitimde çok başlılığın önlenmesinden ziyade temel eğitim felsefesinin tekçi ve standart hale getirilmesi amacına yönelmişti (s. 47).

Başlangıçta anlamlı olan unsurlar basmakalıp hale gelip içini boşaltırlar: bugün ne anlama geldiği üzerinde hiç düşünülmeden tekrarlanan “çağdaş uygarlık düzeyi”, “Atatürk İlkeleri”, “Cumhuriyet” gibi sembolik ifadeler bu duruma örnek gösterilebilir (s. 112). 

Eğitimimizin dini marifeti ihmal etmesi, batıcı eğitimin ve bazı felsefe akımlarının tesiriyle olmuştur. Hatta 18. asır Fransız materyalistlerin “Libre penseur” tipi, bizde eğitimimizin inanca düşman, milli kültüre yabancı “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir ideali haline getirilmek istenmiştir (s.120). 

Dini bağların zayıflaması ile toplumun çözülmesi arasında her toplumda sıkı bir ilişki mevcuttur (s.122).

Dini olan motifleri milli kültürden çekip çıkardığınız zaman geriye bir şey kalmaz. Bu da dinden bağımsız bir milli kültür olamayacağını gösterir (s. 127).

Şimdiki eğitim bakanı Z. Selçuk da, eğitim bakanı H. Çelik zamanında Talim ve Terbiye Kurulu başkanlığını yürütürken,  “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır, Cumhuriyet sizden Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister” ifadesi için “Artık bu söz, güncelliğini yitirdi” demiştir (Star televizyonu, 20 Ağustos 2004)!

Aynı Z. Selçuk, bakan olarak tam da ters yönde uygulamalarda bulunmuş olsa da, geçen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Anıtkabir'de, çelenk bırakıp saygı duruşunda bulunduğunda deftere nedense, “Her bir çocuğumuzun yaşamına dokunmak için var gücümüzle, gece gündüz demeden çalışıyoruz. Bu bilinçle evlatlarımızı, milli ve manevi değerlerine bağlı, evrensel değerlere açık, çağına yön verecek bilgi ve beceriye sahip, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak yetiştirmek için büyük uğraşlar veriyoruz” ifadesini yazmıştır!

İki üç gün önce ise AKP Genel Başkanı, "Ülke ve millet olarak kendimizi kontrolsüz bir Batılılaşma fırtınası içinde bulduk. Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmek üzere çıkılan yolun Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır" demiştir! 

“Dininin ve kininin davacısı olacak gençler” isteyenlerle ‘yoklukta sabredenleri gerçek mümin’ olarak görenlerin özgür insan istememeleri kadar doğal bir şey olmuyor. Ancak AKP Genel Başkanı’nın aynı gün "18 yılda eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Topyekûn bir eğitim, öğretim reformu yapmamız gerekiyor" demesi ilginç oluyor. 

Çünkü AKP Genel Başkanı 2017 baharında Ensar Vakfının 38. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada da, “14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız, ama sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” demişti. Bu sıkıntıyı gidermek için, 2017 sonbaharında müfredat değiştirilmişti. Bu işin bakan İsmet Yılmaz ile yürütülemeyeceği düşünülünce Z. Selçuk bakan yapılmıştı. Z. Selçuk da, büyük bir iştah ve hevesle, AKP Genel Başkanı’nın da katıldığı bir törenle 26 Ekim 2018 günü ‘Eğitimde 2023 Vizyonu’ açıklanmıştı! Z. Selçuk’un hazırladığı ve açıkladığı bu vizyon, Allah için AKP Genel Başkanı’nın tüm beklentilerini karşılayacak bir vizyon idi. 

Durum böyleyken "18 yılda eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Topyekûn bir eğitim, öğretim reformu yapmamız gerekiyor" denmesi ne anlama geliyor?

2023 vizyonu yerine 2053 vizyonu mu getirilecek, yoksa Z. Selçuk’a “Güle güle” mi denecek? Bilinmiyor! 

[email protected]