Şimdi sıra Timur Selçuk’ta. Unutacaksınız. Tüm ayrılık şarkılarını, elini tuttuğunuz sevgiliye karanfil verirken dinlediklerinizi unutacaksınız.

Ölüyoruz…

Mevsimler birbirine karışıyor, yağmur rüzgârlara, bulutlar güneşlere, tohumlar çiçeklere, karıncalar su gözelerine, martılar çığlıklara ve biz ölüyoruz.

Ardımızdan iki yaldızlı söz, törenlerde kurulan kürsülerden bolca nutuk, cami avlularında iki dost kucaklaşması, alkışlar, sonra yolculanıyoruz toprağa.

Akıyor zaman çiçek çiçek anılarla yüklü.

Doğum günlerimizde iki silik resim, ölüm yıldönümlerinde iki yakışıklı söz hepsi o kadar.

Ne katmışız bu hayata soran sorgulayan yok. 

Hangi umudu yeşertmenin peşindeymişiz, hangi acıyı bal eylemişiz, hangi sevinçleri savurmuşuz gökyüzüne, hangi çocukların gülüşlerinde büyümüş yüreklerimiz, hangi aşkın bahçesinde dolanmışız umurunuzda değil.

Unutuluyoruz.

Alkışlanan oyunlar, gülünen, ağlanan replikler, umudu yeşerten notalar, tuvallerdeki boyaların dansı, taşlardan yontulup hayatın nefesi olan ses, film karelerinde gizlenmiş sevinçler, roman ve öykülerdeki sızılar nasıl can bulmuş bedenlerimizde, binlerce an hangi mavi sözün peşinde koşmuşuz bilen yok.

Yazılmamış bir oyunun son sahnesi gibi bu hayat.

Işıklar altında saygıyla selam verilen günler bitince kara perde iner inmez sahnenin önüne, susuyor salondakiler, birbirlerine bakınıyorlar sorgusuz. Farkında değiller ceplerindeki kelimeleri, mırıldandıkları şarkıları o sahneden ödünç aldıklarının.

Şimdi sıra Timur Selçuk’ta.

Unutacaksınız. 

Tüm ayrılık şarkılarını, elini tuttuğunuz sevgiliye karanfil verirken dinlediklerinizi unutacaksınız.

Meydanlarda bağır bağır olduğunuz dilinizdeki marşları, okul bahçelerinizde alkışladığınız sevinç ve özgürlük haykıran notaları, grev çadırlarında sizleri halaya durduran eşitlik diye bağrışları unutacaksınız.

Mayıs’ın ilk gününde ellerinizde pankartlar varken, dost kucaklaşmalarında mırıldandığınız marşları unutacaksınız.

Aşk çeşmesinde Pınarbaşı olma anlarınızı, kırmızı karanfillerden yüreğinize taşan hüznü unutacaksınız.

Bir oyunun son perdesinden hayatınıza konuk olan umudu unutacaksınız.

Ölüyoruz ve unutuluyoruz.

Yandan çarklı bir ada vapurunda, mavi suların ardından koşturan martılara simit atmak kadar sevinçli olsa keşke hayat.

Olmuyor, olamıyor.

Kanunların, kemanların, kemençelerin, sazların, akordeonların, piyanoların kâh ağlaşıp kâh gülüştüğü nihavent bir İstanbul şarkısı olsa keşke hayat.

Olmuyor, olamıyor.

Acelesi var insanın. 

Aşkı tüketiyor, sevinci tüketiyor, umudu tüketiyor ama tüketemiyor hüznü ve kahrı.

Oysa tersini yapsak, yaşatsak aşkı, sevinci, umudu yenik düşer kahır ve üzünçler.

Sahnelerden, film karelerinden, notalardan, heykellerden, resimlerden, danslardan üstümüze taşanları sahiplensek, kuşansak onları birer buğday tanesi gibi, tohum edip savursak toprağa ve yeşertsek hayatı.

Yapmıyorsunuz, vaktiniz yok.

Unutmak en kolayı.

Ölüyoruz ve unutuluyoruz.