'Başka alem' tahayyülü kalabalıklar için görünür ve elle tutulur bir hale geldikçe toplumda umut daha hızlı yayılacaktır.

Öfke ve kızgınlık birikirken…

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım sosyal medya hesabından bir paylaşım yapmış. Sosyal medyasında ekranına arka arkaya düşen üç haberi paylaşmış ve beraberinde memleketin haline duyduğu üzüntüyü dile getirmiş. Bu arkadaşım dünyaya, yaşadığı topluma, politikaya sınıfın penceresinden bakmasa da birçok meselede hassasiyet taşıyan, insani ve vicdani duyarlılıkları körelmemiş birisi. Haberler ise artık kimsenin şaşırmadığı, "Bu kadar da olmaz" bile diyemediği, olağanlaşmış şiddet, cinayet haberleri… 

Şiddet de cinayet de insan emeğinin sömürüsüne dayanan üretim ilişkilerinin var olduğu toplumlarda sıkça yaşanıyor. Bizde de bu barbarlık düzeni hüküm sürdüğünden coğrafyamızda sömürü dolayısıyla sefalet, yoksulluk, savaş nasıl "normalleşmişse" beraberinde şiddet ve cinayet de hep var oluyor. Bunların "normalleşmiş" olması kabul edilebilir ve ebediyen sürüp gidecek olduğu anlamına asla gelmemelidir. Hatta bunların normale dönüşmüş olması bunlara karşı sorumlu hisseden insanlar için değiştirmek için harekete geçme zorunluluğunu beraberinde getiriyor.

Her gün bir sebepten dolayı sosyal medyada öfke patlamaları yaşayan, "Artık yeter!" diye feveran eden insanlar görüyoruz. Bu öfkeler genelde yaşanan olaylar üzerinden verilen, yenilerinin olmaması için henüz harekete geçmemiş insanların bireysel tepkileri. Tepkilerdeki eksiklik ise işte tam da bu, bireysel olmaları. Bir bütün içerisinden duyulan sesler olmamaları. Bir başka önemli noktası ise bu öfkenin "başka alem" tahayyülü, şiarıyla buluşması gerekliliği.

Ancak umutsuz olmanın sırası değil. Çünkü "başka alem" fikri yavaş yavaş da olsa insanların arasında yayılıyor. Mesela bir semt evinde çocuklar barış içinde, kavgasız yaşamak için "Dostluk Sözleşmesi" yapıyor, kısa sürede mahallenin havası, kültürü değişiyor. Mesela Burger King’te çalışan kadın işçiler yan yana geliyor, tacize de sömürüye de daha fazla boyun eğmeyeceğiz diyorlar, kadın dayanışma komitesi ile mücadelelerini sürdürme kararı alıyorlar. Eylem yapıyorlar, dava açıyorlar, kararlılıkla yöneticilerin, patronların ensesinde olacaklarını ifade ediyorlar. Memleketin herhangi bir noktasında tarikatçıların bir saldırısında biz yine onlarca insan karşılarına çıkarak yanıt veriyoruz. Mücadelenin ne kadar engin, zorlu ve kararlılıkla verildiğinde kazanımlar edinilen umutla dolu binbir türlü örneği. İşin içine yaratıcılık katıldığında.

*** 

Her hafta, her gün canımızı yakan haberlerle karşılaşmaya da devam ediyoruz. Mesela bu hafta Kadir Şeker’e verilen cezaya mı öfkelenelim, Döndü Şengül’ü öldüren eski kocasının öz kızını istismar etmesine yeterli ceza verilmemesine mi?… 

Başka? 

Bir rektör bozuntusu aldıkları ödenekleri çarçur ettikleri yetmiyormuş gibi üniversiteye açmayı hedefledikleri cami için öğrencilerine IBAN yolluyor. 

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ahiret inancı olmayanların her türlü kötülüğü yapacağını iddia ediyor. Ahiret inancı olanların cemaatlerde, tarikatlarda çocuklarımıza, insanlarımıza neler yaptıklarını bilmiyoruz sanki! Çünkü insanın sergilediği davranışların iyiliğini ya da kötülüğünü ahiret inancının varlığı ya da yokluğu belirlemez. Başka duyarlılıklarının, etik ve ahlaki değerlerinin olması gerekir.

Bu haftadan son örnek de memlekette şaşırılması, hayret edilmesi gereken yüzlerce daha yakıcı şey varken sokakta bira içen kızlara takılan ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu. Bu şahsiyet gibi diğerleri de kadınların özgürleşmesinden rahatsız oluyorlar. Hatipoğlu ise özellikle dini aylarda televizyonlarda sıkça görülen, yaratmaya çalıştıkları toplumun vaizliğine soyunan birisi. Bu adamla birlikte iktidardakiler örümcek ağlarının tutmuyor olmasından rahatsızlar. Olmaya da devam etsinler, biz de örümcek ağlarından rahatsızız!

Bu düzen dokunduğu her yere kötülüğünü saçıyor, bulaştırıyor. Dokunamadığı yer bulunmuyor. Kanserli bir hücre gibi yayılıyor. Karşılarında ise kanseri yok etmek konusunda kararlılıkla mücadele edenler, örgütlenenler var.

Bundandır ki umudumuz bitmez ve bulaşır. İnsanın yüzünden, bakışlarından, hal ve hareketlerinden bile hissedilebilir ve yayılır. "Başka alem" tahayyülü kalabalıklar için görünür ve elle tutulur bir hale geldikçe toplumda umut daha hızlı yayılacaktır. İnsanın güçlü ya da zayıf, umutlu ya da karamsar çalışkan ya da tembel olmasını belirleyen içinde bulunduğu koşullar ise, koşulların değişimi insanların tutumlarını, duygu durumlarını, amaçlarını değiştirecektir. Bu sebeple değişimin mümkün olduğunu kavramak için mücadele içinde onu elle tutulabilir gözle görülebilir bir şey haline getirmek gerekir. Değişimi ve süreci kavramak için harekete geçmek gerekir. 

Tüm bunlar mücadeleye katılmak için birer sebeptir. Ben neye yararım ki, bir insan ne katabilir ki demeden. Askıda ekmek rezilliğine, “Döviz kuru benim için önemli değil” diyenlerin zırvalıklarına, salgında her geçen gün emekçilerin haklarını bir bir kırpanlara karşı…

“Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
        bu dâvet bizim…."