Türkiye’de yaşadığımız bu. 1999’dan beri bir “depremle yaşamaya alışmak” tutturdular, derme çatma, yarım yamalak göstermelik iş yaptılar, çöktü.

O yazı…

Bu köşede yazmaya, emekten, çalışmadan, istihdamdan, havadan sudan, dağdan tepeden bahsetmeyi planlayarak başlamıştım. Ama bir de bu afetler yatağı memlekette acil durum müdahalesi ve yönetimi gibi bir başlıkta da yazmam beklendiğini biliyordum, erteliyordum, o günün gelmesini hiç mi hiç istemiyordum, ama işte geldi.

Deprem güzel İzmir’imi vurdu ve o yazının vakti geldi…

Çok yazıldı, yazılıyor, yazılacak yine bu son deprem üzerine. Hiçbiri fazla değil, çok kaybımız var, öfkemiz acımız çok büyük. 

Hemen hemen tüm yazılarda, yorumlarda karşılaşıyorsunuzdur, öncesi, sırası, sonrası üçlemesine. Doğrudur, depreme ilişkin yazıp konuşurken bu metodoloji kullanılır. Sadece deprem değil, tüm doğal afetlere, her tür büyük boyutlu acil duruma, krizlere böyle yaklaşılır. 

Bu iş her ne kadar, öncesi, sırası, sonrası diye birbirini izleyen aşamalar olarak ayrıştırılsa da bilmemiz gereken şey, bunun sıralı bir akış değil, iç içe geçen bir sistem olarak kavranması gerekliliği. Bu bir.

İkincisi, acil durum yönetimi denen şeyin idare ve sorumluluğunun, tümüyle, tartışmasız biçimde, merkezi olarak ve kamu tarafından yürütülmesi gerekliliğidir. Ve bu gerekliliğin öncelikli koşulu finansmanını sağlamak değil, örgütlenmesi ve planlamasını sağlamaktır. 

Afet yönetimi için oluşturulacak kaynağın yeri ve sahibi belli değilse, tıpkı şimdi olduğu gibi, yurttaşın cebinden afet bahanesiyle aldıklarını gönüllerinin çektiği yere harcarlar.

Afet ve acil durum yönetimini bölemezsiniz, üç bileşenini birbirinden ayıramazsınız. Ne sermayenin, ne sivil örgütlerin, ne de yurttaşların vicdanına bırakamazsınız. Seçip beğenip şurasında iyiyiz, burasında hazırız diye geçinemezsiniz. Er ya da geç tepenize çöker.

Türkiye’de yaşadığımız bu. 1999’dan beri bir “depremle yaşamaya alışmak” tutturdular, derme çatma, yarım yamalak göstermelik iş yaptılar, çöktü. Tabi ne oldu, yine ne iktidarın ne de düzenin değil, bizim tepemize çöktü.

Ama bu kez 2020’nin darbesi öyle kolay atlatılacak cinsten değil. Önce Elazığ, sonra salgın şimdi İzmir, bu cahil, gerici, yüzsüzler güruhu bile atlatamayacak. Yok öyle yağma.

Dün afet durumlarında gündeme gelen temel insan haklarını İbrahim Ö. Kaboğlu Birgün gazetesinde yazdı: “Öncesi, bilgilenme ve eğitim hakkına ilişkin özel önlemler alma, yerleşim özgürlüğü üzerine aşamalı ve sıkı düzenlemeler gereği. Esnasında en çok etkilenen haklar; yaşam hakkı, sağlık hakkı ve konut hakkı. Sonrasında ise, çalışanların hakları ve yine konut hakkı, sağlık hakkı, çevre hakkı.” söz konusudur dedi. Çoğu yok azı var dediklerinin.

Kadir Sev de iki gün önce soL’da yazdı memleketin Afet Yönetimine ilişkin. AFAD’ın 2013 yılından beri nasıl boş beleş beş yıllık afet yönetimi strateji belgeleri yayınladığını anlattı.

AFAD dediğimiz kurum, yani Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, 2009 yılında üç ayrı Bakanlık altındaki üç Genel Müdürlük (Afet İşleri, Sivil Savunma, Türkiye Acil Durum Yönetimi) kapatılarak onların yerine kuruldu.

İlk kurulduğunda Başbakanlığa bağlıydı ama tabi 2018 itibariyle doğrudan Saltanatın içişlerine bağlanmış oldu.

AFAD kendisini tanıtırken, Bütünleşik Afet Yönetimi Sistemini cümle içerisinde geçiriyor, ama ne kurumsal ne işlevsel bu sistemin karşılığını bulamıyoruz.

Gelin bir de birlikte arayalım. Şimdi son beş yıllık strateji belgesinin adı, Afete Hazır Türkiye, Afetlere Dirençli Toplum. Bakalım kurumsal sitede afete hazır Türkiye kısmında ne var?

Afet türlerine ilişkin ansiklopedik bilgi verilmiş, deprem nedir, deprem büyüklüğü nedir şiddeti nedir bir kaç sayfa yazı var, kaynakça yok, referans yok, bilim insanı adı yok. Kaç tür afet vardır, deprem parametreleri nelerdir… 

Bize ne sayın AFAD? Kaldı ki biz, bilimsel kaynaklardan, bilim insanlarından öğreniriz istersek. Sen bileceksin onları, bize şu meşhur Bütünleşik Afet Yönetim Sistemini anlat, nasıl hazırmış bu ülke afetlere onu görelim.

Devam edelim AFAD sitesinden. Bu okul bilgilerinden başka, bir de sıra sıra vatandaşa yönerge var, deprem öncesi kavanozları nasıl yerleştireceğimizden, deprem çantamızdaki çorabımıza. 

Ee ama bundan da sana ne? Biz işyerimizde mahallemizde semtimizde oluştururuz bunun için örgütlenmemizi. Haberleşmemizi, dayanışmamızı nasıl yürüteceğimiz bizim bileceğimiz iş.

Bir ülkenin afet yönetim sisteminden sorumlu kurum, bundan çok çok daha fazlasını yapmalı. Tümü bilimsel yöntemlerle yürütülen, yerleşim kentleşme planları, teknik donanımlı acil müdahale ekipleri koordinasyon planı, lojistik planlama, güvenlik, iletişim, koruma, izleme, sosyal destek…

Tüm bunlar çok boyutlu ve kapsamlı bir örgütlenme, donanım, bilgi beceri ve kamusal kaynak gerektirir. Detayı ile aktarmak bana düşmez, beceremem. Ama ben bu işin stratejisini yazdım hazırım diyen koskoca devlet kurumundan bunu beklerim.

Anlayacağınız, bu ülkede depreme hazır olan tek taraf varsa o da bizleriz. 

Başımıza neler geleceğini çok iyi biliyoruz, o kadar ki evimizin yıkılması kuvvetle muhtemel olduğundan hayat üçgenleri hesabını öğrendik, sokakta başıboş bırakılacağımızı bildiğimizden içinde donumuz çorabımız çantamız hazır, başucumuzda düdükle uyuyoruz. 

Ev başımıza yıkılıyor, hasarlı binada niye oturdun, diye üstüne azar işitiyoruz ve aslında bunun da olacağını önceden biliyoruz...

Son olarak, değinmeden kapatmayacağım bir şey daha var, o da Elif’in minicik elinin sarıldığı parmağın simgelediği müdahale ekipleri. 

Belediyelere bağlı itfaiye ekipleri, Sağlık Bakanlığının acil afet birimi sağlıkçıları, derneklerden, vakıflardan gelen sivil arama kurtarma ekipleri ve mesleki bilgilerini, deneyimlerini, emeklerini paylaşmaktan geri durmayan maden işçileri. Renk renk iş yelekleri, tulumları kasklarıyla enkaz başında gördüklerimiz.

Onlar da hazırlar biliyorlar başlarına gelecekleri. 

Enkaz başlarında yaşanacak karmaşayı…

Siyasi şovları için ellerinden telefonu kapıp enkaz tepesinde poz veren bakanlar olacağını... 

Acil durum müdahale süreçlerini kumanda ve koordine eden bir kamusal otorite olmadığından, çalışma güvenceleri, fiziksel ve ruhsal sağlıklarının oluruna bırakılacağını... 

Hazırız diye yutturdukları deprem müdahalelerinde ortada bir işleyiş, işbölümü protokolü olmayacağını… 

Cansız bedenleri görerek, koklayarak, ulaşamadıkları yardım çığlıklarını duyarak saatler, günler geçireceklerini…

Ayakta kalabilmek için ihtiyaçları olan şeyi ancak yaşama tutunan bir minicik kız çocuğunun eliyle karşılayabileceklerini…

Biliyorlar, biliyoruz.

Ama bu böyle sürmeyecek, onu da biliyoruz.

İlgili yazılar 

Görüş
Kadir Sev
Görüş
Kemal Okuyan